Doç. Dr. Birol ERTAN

Doç. Dr. Birol ERTAN

TÜRKİYE'Yİ KUŞATAN GÜÇLER-8 : İRAN

“Türkiye’yi Kuşatan Güçler” isimli yazı dizimi takip eden okurlarımız, sekizinci makale ile dizinin biteceği düşüncesine kapılmış olabilirler. Ne var ki, yazılarımızı okuyup görüş ve önerilerini ileten değerli okurlarımızın talepleri ve yazının gelişim sürecinde Türkiye’yi Kuşatan Güçler serisinde İran ile ilgili ayrı bir makalenin olması gerektiği düşüncesi ortaya çıktı. Gerçekten de özellikle Suriye’nin içinde bulunduğu durum ve Orta Doğu’daki Sünni-Şii ayrışması göz önüne alındığında, İran makalesinin yazılması kaçınılmaz oldu.

Hatırlayacağınız gibi, Uluslararası Strateji ve Güvenlik Araştırmaları Merkezi (USGAM) için hazırlamış olduğum “Türkiye’yi Kuşatan Güçler” yazı dizisinde Fransa’nın ve Almanya’nın “Güçlü Türkiye” korkusunu, İngiltere ile son dönemde yakınlaşan diplomatik ve stratejik ilişkilerimizi, Rusya Federasyonu’nun ve Çin’in Türkiye’ye yönelik kuşkulu ve sancılı bakış açısına dayalı Türkiye’ye yönelik dış politikalarını, ABD-Türkiye ilişkilerindeki son durumu ve son olarak da hemen hemen her coğrafyada gerginlik kaynağı olan İsrail ile Türkiye’nin ilişkilerini ele almıştım. Bu yazı, genel bir değerlendirme öncesinde, İran-Türkiye ilişkilerini konu alacak.

İran : Mezhebe Dayalı Din Devleti

Basra ve Umman Körfezi ile Hazar Denizi’nin çevrelediği bir Asya ülkesi olan İran’ın komşuları; Türkiye, Azerbaycan, Ermenistan, Irak, Pakistan, Afganistan ve Türkmenistan’dır. Nüfusunun % 90’ı Şii, % 10’u Sünni olan İran’da diğer dinlerin oranı % 2 civarındadır.

1979 yılında Şah Rıza Pehlevi rejiminin devrilmesi ile yeni bir döneme giren İran, kısa zamanda Humeyni liderliğinde mezhebe dayalı bir din devletine dönüşmüştür. İran rejiminde her konuda yetkili dini lider (Ayetullah Ali Hamaney) ve yürütmenin başı olan Cumhurbaşkanı (Mahmud Ahmeninecad) arasında bir güç paylaşımı söz konusudur. Bunların dışında İran rejiminde etkisi sınırlı bir Başbakan (Muhammed Rıza Rahimi) da bulunmaktadır.

Dünyanın en büyük 20. ekonomisine sahip olan ve 80 milyona yakın (78,8 milyon - http://www.serka.org.tr/downloads/iran.pdf ) nüfusu sahip olan İran’da ekonominin %40’ını devletin doğrudan, % 45’ini ise “bonyad” olarak adlandırılan İslami vakıfların elinde tuttuğu, kalan %15’lik kesimin ise İran özel sektörünün (bazaar) elinde olduğu görülmektedir. İran ekonomisi büyük ölçüde petrol gelirlerine bağımlı olan İran’a nükleer programında ısrarı nedeniyle AB tarafından petrol ithalatı yasağı getirilmesinin ülke ekonomisine darbe vuracağı tahmin edilmektedir (http://birlesmismarkalar.org.tr/images/UF/file/hedef-ulke-raporlari/Iran.pdf).

Dünyada kesinleşmiş ham petrol rezervlerinin % 11,5’ine (Suudi Arabistan ve Kanada’nın ardından 3. sırada) sahip olan ve dünyanın en büyük 3. petrol üreticisi olan İran, doğalgaz rezervleri açısından da Rusya’nın ardından 2. sırada yer almaktadır. İran’ın ihracat gelirlerinin % 80-90’ı, bütçe gelirlerinin ise % 40-50’si petrolden elde edilmektedir (http://www.serka.org.tr/downloads/iran.pdf). İran’ın büyük kısmı ham petrolden oluşan 2010 ihracatında önemli pay sahibi olan ülkeler; Çin (%20), Hindistan (% 16), Japonya (% 14), G.Kore (%8), Türkiye (% 5) ve İspanya (% 4)’dır. 2010 ithalatında ise sırasıyla Çin (%15) BAE (%14,6), Almanya (%10), G. Kore (%7), İtalya (%5) ve Rusya (%5) önemli paylara sahip olup Türkiye, İran’ın ithalatında 2008 yılına kıyasla 2 sıra yükselerek % 4 ile 7. sırada yer almıştır (http://birlesmismarkalar.org.tr/images/UF/file/hedef-ulke-raporlari/Iran.pdf).

İran ekonomisi, sahip olduğu enerji kaynakları nedeniyle kendi kendine yeter bir görünüm sergilese de nükleer enerji ısrarı nedeniyle uygulanan uluslararası ambargolardan dolayı olumsuz etkilenecektir. Bunun yanında, bölgedeki istikrarsızlık ve Suriye gibi komşu ülkelerdeki krizler de İran’ın silahlanmaya yönelik giderlerini arttırarak gelecekte ekonomik sorunlar yaşamasına neden olacaktır.

İran-Türkiye İlişkileri

20. yüzyıla kadar İran, İslamiyet dönemindeki tarihi boyunca sürekli bir şekilde Türk hanedanları tarafından yönetilmiş olsa da Anadolu’ya yerleşmiş olan Türklerle, Türkler tarafından yönetilen İranlılar arasındaki kavgalar ve çekişmeler sona ermemiştir. Osmanlılar, halifelik ile Sünnilerin lideri haline gelince, Osmanlı-İran çekişmesi, Sünniler ve Şiiler arasındaki çekişmeye dönüşmüştür (http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0ran-T%C3%BCrkiye_ili%C5%9Fkileri). İran’ın Türkiye ile ilişkileri, 1979 sonrasında mezhebe dayalı bir din rejiminin kurulması nedeniyle gerginlikler yaşamaya başlamıştır. İran rejiminin Şiiliğe dayanan dinsel rejimini ihraç edebileceği ülkeler arasında Türkiye’yi görmesi ve Türkiye’deki bazı suikastlar ile terör saldırılarından İran’ın sorumlu tutulması, iki ülke ilişkileri gerginlikler yaşatmıştır.

Son dönemde nükleer programı nedeniyle uluslararası toplumdan dışlanmaya başlayan, Çin, Rusya ve Suriye ile yakınlaşarak daha da içine kapanık bir rejim haline gelen İran, doğalgaz ve ham petrol ihracatı yaptığı Türkiye ile ekonomik ilişkilerini arttırmaya başlamıştır. Buna rağmen, Türkiye’nin Sünni nüfusunun ağırlığı ve demokratik yapısı nedeniyle İran’ın Türkiye’yi bölgede bir rakip olarak gördüğü gerçeği ortadadır.

İran’ın Nükleer Güç Olma Israrı

İran’ın nükleer bir güç olma ısrarı, gerek ekonomik yaptırımlar, gerekse de bölge ülkelerinin tepkisiyle karşılanmaktadır. Buna karşın Irak, bazı devletlerle ittifak yoluyla nükleer güç olma ısrarından ödün vermemektedir.

Orta Doğu’da Şii-Sünni kamplaşmasının arttığı, bazı bölgelerde çatışmalara dönüştüğü düşünüldüğünde, bölge ülkeleri ve komşu ülkelerin nükleer silah sahibi bir İran’a sıcak bakmayacakları söylenebilir. Bütün bunlara karşın İran, zengin petrol ve doğalgaz rezervlerine sahip olmasına rağmen nükleer enerji sahibi olmak, perde gerisinden de nükleer silah sahibi olmak için çabalarını yoğunlaştırmaya devam etmektedir.

İran-Türkiye İlişkilerinin Geleceği

Türkiye-İran ilişkilerinin geleceğini kurgularken, Siyaset bilimci ve stratejist Zbigniew Brzezinski’nin önemli kitabı “Büyük Satranç Tahtası”ndaki değerlendirmeleri anmadan geçmek olmaz.

Brzezinski’nin Türkiye üzerine değerlendirmeleri dikkat çekicidir. Brzezinski, Büyük Satranç Tahtası’nda, Avrasya Balkanlarında süren mücadelenin üç komşu ülke arasında olduğunu belirtiyor: Rusya, Türkiye ve İran (Zbigniew Brzezinski, Büyük Satranç Tahtası, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 2005, sy.190). Bu değerlendirmeyi önemli buluyorum.

Türkiye ve İran, bölgede güç mücadelesi veren iki önemli aktördür. İran’ın Rusya ve Çin desteği ile bölgede nüfuz elde etmeye çalıştığı ve bu doğrultuda nükleer bir güç olma çabasında olduğu aşikârdır. Türkiye ise bölgede Rusya ve Çin desteğiyle nükleer bir güç olmaya çalışan İran’ın eninde sonunda rakibi olarak karşısına çıkmak durumunda kalacağını bilmektedir. Bu nedenle, Türkiye; Şiiliğe dayanan mezhepsel bir rejime dayalı İran’ın nükleer güç sahibi olmasına ve bölgede Rusya ve Çin desteğiyle en etkin güç durumuna gelerek Şiiliği yaymaya başlamasına, rejim ihracına yönelmesine, kısacası komşu ülkeleri tehdit etmesine kayıtsız kalamaz.

Nükleer güç sahibi güçlü bir İran, Orta Doğu’da Amerikan çıkarlarını tehdit etmekle kalmayacak, daha da önemlisi, bölgede herkesten önce Türkiye’yi tehdit edecektir. Bu nedenle, İran’la ekonomik ilişkilerini kesmeden İran’ın nükleer güç olmamasına yönelik politikaların desteklenmesi gerekir. Nükleer güç sahibi bir İran’ın İsrail ve ABD’den çok Türkiye’yi tehdit edeceği unutulmamalıdır. Ne var ki, bu sorunun silahlı bir müdahaleyle çözülmesi de Türkiye gibi komşu ülkeleri olumsuz etkileyecektir. Bu nedenle Türkiye, diplomatik yollarla ve güç kullanımı olmaksızın İran’ın bölge için bir tehdit olmasının engellenmesi çabalarına destek olmak durumundadır.

Bu düşüncelerimin bir kısım okuyucu için İsrail ve ABD yanlısı düşünceler olarak değerlendirilebileceğini tahmin ediyorum. İsrail konusundaki makale ile İsrail yanlısı kesimlerce ciddi eleştiriler aldığım ve Amerikan emperyalizmine ilişkin tespitlerimle Anti-Amerikancı ilan edildiğim düşünüldüğünde, Türkiye’nin ulusal çıkarlarını savunan her bir makalenin değişik kesimlerce ve olaylara kendi penceresinden bakanlarca eleştiri alacağını biliyorum. Buna karşın, gerçekleri yazmaktan geri durmamak gerektiğine inanıyorum.

Sonuç : Bölgesel Tehdit Olarak İran

Türkiye-İran ilişkileri, kısa dönemde ekonomik ilişkilerin de etkisiyle sorunsuz biçimde gelişebilir. Bunun böyle devam etmesini diliyoruz. Ne var ki, İran’ın bölgede güç sahibi olmaya çalışan ve demokrasiye dayanmayan rejiminden kaynaklanan iç sorunlarını dışarıya yönelik krizlerle önleme yoluna gitmesi, nükleer güç sahibi olma noktasına gelmesi ve bölgeye ilişkin küresel güçlerle (Rusya ve Çin) işbirliği içine girmesi, Türkiye açısından uzun dönemde tehdit olarak algılanmak durumundadır.

Bu düşüncelerle, Türkiye’nin İran politikasının dikkatle planlanması gerektiğini düşünüyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar