Mithat Baş: Serdaroğlu Mustafa Bey

Mithat Baş: Serdaroğlu Mustafa Bey

Mesudiye-Yavadılı (Yeşilce) olan Mustafa Serdaroğlu, 1905-1908 yılları arasında Mesudiye Belediye Başkanı seçilmiştir. Aliçavuşoğlu Mustafa Bey'den sonra Mesudiye'nin ikinci belediye başkanıdır. 1908 yılında II. Meşrutiyetin ilanıyla kurulan II. Dönem Osm

Serdaroğlu Mustafa Bey

Mithat BAŞ

1861 yılında Mesudiye Sultantepe Mahallesi’nde doğmuştur. Mesudiye Eşrâfından Serdârzade Ahmet Efendi ile Emet (Ayşe) Hanımın oğludur. Mesudiye’de Rüştiye ve Medrese okumuştur. Arapça ve Farsça bilmektedir. Şarki Karahisar Adliyesinde Kâtip ve Başkâtip olarak çalışmış, Mahkeme Aza Mülazımlığı da yapmıştır. Sonra da Mesudiye Reji Memurluğuna getirilmiştir. Erzurum Kongresi Üyeliği, Liva Temsilciliği, Müdafaa-yı Hukuk Teşkilatı Üyeliği, Osmanlı Meclis-i Mebusan II. Dönem Karahisar-ı Şarki Mebusluğu, TBMM I. Dönem Karahisar-ı Şarki Milletvekilliği yapmıştır.

Mesudiye-Yavadılı (Yeşilce) olan Mustafa Serdaroğlu, 1905-1908 yılları arasında Mesudiye Belediye Başkanı seçilmiştir. Aliçavuşoğlu Mustafa Bey'den sonra Mesudiye'nin ikinci belediye başkanıdır. 1908 yılında II. Meşrutiyetin ilanıyla kurulan II. Dönem Osmanlı Meclisi-i Mebusan’ına Karahisar-ı Şarki mebusu olarak seçilmiştir. 1908-1912 Osmanlı Meclis-i Mebusanı veya III. Meclis-i Mebusan, Osmanlı Meclis-ı Umumisi'nin alt kanadı olan Meclis-i Mebusan'ın II. dönemidir. Bu meclis, 17 Aralık 1908 - 18 Ocak 1912 tarihleri arasında görev yapmıştır.
Çevresinde sevilen ve sayılan bir insandır. Balkan harbi sonrasında Mesudiye ahalisi Mustafa Bey başkanlığında bir komisyon kurmuş, bu komisyonun harp yaralarını sarmak için topladıkları 500 lirayı Mesudiye Ziraat Bankası Şubesine yatırmıştır. Bu durumu da 19 Kasım 1912 tarihinde bir telgrafla Maliye nezaretine bildirmiştir. Bu olay kendisinin ne denli güvenilir bir kişi olduğunu göstermektedir.
Daha sonra ziraat ve ticaretle uğraşmıştır.
Ülkede zor günlerin olduğu yıllardır. Osmanlı Devleti, kendini yıllarca süren bir savaşın içinde bulmuştur. Memleket büyük bir yıkım içindedir. 
Balkan Savaşlarından sonra 1914-1918 yılları arasında I.Dünya Savaşı çıkmış, bu savaşta Osmanlı İmparatorluğu yıkılmış, topraklarının büyük kısmı emperyalist ülkelerce işgal edilmiştir. Anadolu’da bu sonuca isyan eden yurtseverlerin oluşturduğu Kuva-i Milliye hareketleri başlamıştır. Mustafa Kemal Paşa bu hareketleri birleştirmek ve Anadolu’da düşman işgaline karşı kutsal isyanı başlatmak için kongreler düzenleme çabasındadır. 
Türkiye’nin her yerinden bu kutsal isyana katılmak için harekete geçen yurtseverler, M. Kemal Paşa’nın çağrısıyla kongrelere katılmaya başlamışlardır.
 Serdarzade Mehmet Mustafa Efendi, herhangi bir davet almadan, Mesudiyelilerin isteği Mesudiye mümessili olarak seçilip Erzurum kongresine katılmak için görev almıştır. O artık bir Kuva-i Milliyecidir.  Serdaroğlu Mustafa Bey hemen yola çıkmış ve Refahiye’den 17 Temmuz 1919 günü Erzurum’daki Kongre Riyaseti Celilesine aşağıdaki telgrafı çekmiştir:
“Erzurum’da Kongre Riyâseti Celilesine
Kongrenin zaman-i Küşadı, bilinemedi. Yoldayım. Daha gelecekler de vardır. Mesudiye ahalisinin, âmâl ve metâlibât-i vatanperverânelerini arzetmek; Meclisi Ali’nin mufassalan mukarreratına kesb-i vukuf eylemek şerefinden mahrum olmamak üzere, kongrenin devamı, müsterhamdır.
Murahhas (Eski Meb’us, Serdaroğlu) Mustafa”
23 Temmuz 1919’da yapılan Erzurum Kongresine katılan Mustafa Bey, 4-11 Eylül 1919 tarihleri arasında yapılan Sivas Kongresine de katılmıştır.  
 Kongreler yapıldıktan sonra Mesudiye’de bir “Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” kurulmuştur. Bu cemiyetin kurulmasına o yıllarda Mesudiye’de görev yapan Müstantik (Sorgu hâkimi) Arif Bey öncülük etmiştir. Yurtsever ve ateşli bir şahsiyet olan Edirneli Arif Bey, Mesudiye’den İstanbul Hükümeti’ne “Sevr Antlaşmasının ağır şartlarını kabul etmediklerini ve bundan böyle Mustafa Kemal Paşa’nın yolunda gideceklerini” içeren sert bir telgraf metni hazırlamıştır. Hazırlanan bu metni de kendisi gibi Mesudiye Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti üyeleri olan Sami Bey, İzzet Ağa, Raif Efendi ve Nuri Bey’e imzalatarak İstanbul Hükümeti’ne göndermiştir. 
Oldukça saygın kişiliğinden ve Mesudiye çevresinde çok sevilmesinden dolayı Ankara’da kurulan I. Meclise de Şarki Karahisar Mebusu olarak seçilmiştir.
Şarki Karahisar mebusluğu sırasında Ordu’nun il olması konusunda TBMM’de çok büyük mücadeleler vermiştir. Ordu’nun Giresun’a bağlanmasının çok yanlış olduğunu savunmuş, Ordu’nun çevresindeki kazalarla birlikte zaten bağımsız bir il olması gerektiğini belirtmiştir. Onun bu mücadelesini, kendi ifadelerinden bir kısmını kısaltarak verelim.  
TBMM Reisi, “Giresun, Tirebolu ve Ordu kazalarından birleşik ve ‘Giresun’ namıyla bağımsız bir sancak teşkili hakkında Bakanlar Kurulunun 22 Kasım 1920 tarihli toplantısında tasvip olunan kanun tasarısı ve muciplerinin öncelikle müzakeresini” heyete sunar. “Esbabı mucibe tasarısı” ile görüşme kararı alınır. Buna ekli kanun tasarısı okunur. Ayrıca bu tasarıyı destekler mahiyette Giresunlu bazı şahısların isimlerini taşıyan ve kurulacak sancağın iki senelik tahsisatını kabul eylediklerini bildiren telgraf okunarak meclisin bilgisine sunulur. Bu teklifle ilgili İçişleri Komisyonu Mazbatası da heyete arz olunur. Ancak bu komisyon kararı ekseriyetle alınmıştır. Kararın altında “Aza-Karahisar-ı Şarki-Muhalifim-Mustafa” imzası bulunduğu bildirilir. 
Müzakere başladığı zaman, İçişleri Komisyonu kararına muhalif olan Karahisar-ı Şarki Mebusu Mustafa Bey (Serdaroğlu) ilk sözü alır:
Mustafa Bey- “Efendim, Giresun ile Ordu kazaları 20 seneden beri Ordu istiyor, sancak olsun, Giresun istiyor sancak olsun. 20 seneden beri bunlar arasında nefretlik var. Hatta 1908 tarihinde Giresunlular ve Ordulular memleketlerinin sancak olmasını istediler. Her ikisi arasında nefret olduğu için, bir netice hâsıl olmadı. Giresun Kazası 500 seneden beri kaza olarak iyi halle idare ediliyor. Ne asayişsizlik var, ne başka şey, ne de bir sebep var. Ve bu sebep nedir? Nüfusu fazla olan ve günden güne artan ve her gece 3–5 katil ve cinayet vukua gelen Ordu, Giresun’a bağlanıyor. Kaza olarak Ordu’nun Giresun’a bağlanması ve geri bırakılması hiçbir vakit caiz olamaz. Ordu’nun 5 nahiyesi vardır ki, her birisi birer kaza gibidir. Buranın 160.000 nüfusu vardır. Yerleri de Giresun’dan çoktur. Zaten her iki kaza arasında münaferet var. Zira Ordu’nun Giresun’la birleştirilmesi hiçbir vakit Ordu’nun asayişini temin etmez. Olsa olsa sancak merkezi Ordu olmak lazımdır. Zira Ordu’nun nahiyeleri birer müstakil sancak teşkil edebilir. Bahusus civarında Fatsa Kazası da vardır. Ondan dolayı Ordu, Giresun’a tercih edilmelidir. Ve Giresun’un Ordu’ya tercihi doğru değildir. Zira arz ettiğim gibi Ordu’nun 5 nahiyesi vardır. Bu 5’i hesapça birer kaza gibidir. Ve nüfusları 160.000 civarındadır. Ordu, Karahisar-ı Şarki Sancağı’ndan da büyüktür. Böyle bir sancağın kaza halinde bırakılması ve Giresun’a bağlanması hiçbir vakit oranın asayişini temin etmez. Mamafih, birkaç güne kadar asayişsizliğin devamını görürsünüz. Hiçbir vakit de bu olur biter iş değildir. Ve dünyada Ordulular buna itaat etmezler.”
Karahisar-ı Şarki Mebusu Mustafa Bey, Karahisar’ın 700 yıldan beri sancak olduğunu, bir kaza haysiyetinden aşağı bırakılmasının kabul edilemeyeceğini, Ordu Kazası’nı iki, üç misli büyütüp, Karahisar’ı iki misli küçültmenin manasının olmadığını, kendisinin Mesudiyeli olması nedeniyle Mesudiye halkı adına konuştuğunu, bir sancağı mahvetmenin gereği olmadığını belirten etkili bir savunma yapar. 
O, aynı zamanda cesur bir insandır. Ordu’nun Giresun’a bağlanmasına karşı çıkmaktadır. Ordu’nun Giresun’a bağlanmasını savunan milletvekillerine; “Ordu’ya gelince mi teşkilat ortaya çıkıyor? Giresun şimdi ne için müstakil yapılıyor? Osman ağa 200 nefer gönderdi de onun için değil mi? Giresun için ısrarların devam etmesi üzerine Mustafa Bey görüşlerini açıklamayı sürdürür; “Kerem edin efendim!….Ordu’yu Giresun’a dâhil etmeyelim. Orduyu sancak yapalım… -“Efendim, bu Giresun ve Ordu’nun ayrı ayrı birer sancak teşkili pek münasip. Buna itirazımız yok. Esasen her ikisi de mühim kazalar. Beherinin 100 bin, 200 bin nüfusları vardır. Şimdi bunlardan bir nahiyesinin alınması ve Mesudiye Kazası’nı Karahisar’dan ayırıp mahvetmek demektir. Bu bedbaht sancak, zaten Ermenilerin ihtişaşından dolayı külliyen yanarak 200 haneli bir yer kalmıştır. Bu bir, daha nasıl kendini idare eder? Nasıl mektep açar? Nasıl hususi idare kurar? Bunlardan birine yardım edelim derken ötekini batırmak mı lazım gelir? Biz onlar olmasın demiyoruz. Ünye, Fatsa zaten 160 bin nüfusu olan Ordu ile beraber olduğu halde mükemmel bir sancak teşkil edip dururken Karahisar’dan esasen 90–100 bin nüfusu olan bir kazayı ayırıp da o sancağa vermeye ne mana vardır? Hazineye mi istifadesi vardır? Ben oranın mebusuyum. Ben istemiyorum. Kendim de bizzat Mesudiyeliyim. Mesudiye ahalisi 1500 m. yükseklikte karada oturur. Ordu ise sahilde. Ordu’ya sahile katırcılıkla yahut yolculukla giden ahaliye kendini muhafaza edemeyerek hava çalıyor. (Sıtma hastalığına tutulmak) Allah bilir, ekseri Ordu’ya gidip gelenlerde ölüm oluyor. Komisyon bunun faydasını göstersin.”
Tunalı Hilmi Bey de Mustafa Bey’i destekler. 
Meclisin ikna olması ve olumlu bakması üzerine Tunalı Hilmi, Mesudiye’nin Ordu’ya bağlanmamasını ve Karahisar’a bağlı kalmaya devam etmesini içeren bir takriri Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na verir. Takrir kabul edilir. 
Daha sonrasında ise 69 numaralı kanun olarak belirtilen “Ordu’nun müstakil liva yapılması” oylanır ve kabul edilir.
Böylece Ordu ve Giresun’un bugünkü anlamda il olması 4 Aralık 1920 (4. XII. 1336) tarihinde mecliste kabul edilmiş ve 4 Nisan 1921 (4 Nisan 1337) tarihinde 9 sayılı Resmi Gazete’de, 68 numaralı “Giresun Müstakil Livası Teşkiline Dair Kanun” ve 69 numaralı  “Ordu Müstakil Livası Teşkiline Dair Kanun’’ olarak yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
1924 yılında kabul edilen yeni Anayasanın 89. maddesine göre liva (sancak) adları “İl” olarak değiştirildiğinden, bu tarihten itibaren bu iki ilimiz, Ordu İli ve Giresun İli olarak idari taksimattaki yerini almıştır.
M. Kemal, eşi Latife hanımla birlikte Karahisar-ı Şarki’yi ziyaretlerinde Serdaroğlu Mustafa Bey’le de görüşmüş, misafiri olmuştur.
Serdaroğlu Mustafa Bey, Mebusluktan sonrada Mesudiye’de Dava Vekilliği yapmış, 1924-1928 arası için Mesudiye Belediye Başkanlığına da getirilmiş fakat bu görevi tamamlamaya ömrü yetmemiştir. Son yıllarda hastalanmış, hatta hafıza kaybı bile yaşamıştır. 13 Kasım 1925’de Mesudiye’de vefat etmiştir. Mezarı, Mesudiye merkez mezarlığındadır. 
Mustafa Bey’in Kamile, Cemile, Ulviye ve Ahmet adlarında 4 çocuğu vardır. Ulviye ve Ahmet ikizdirler. Oğlu Ahmet Bey’i, Mesudiye Belediye başkanlığı yapmış olan Halit Bengü’nün kızı Semiye hanımla evlendirmiştir. Ordulu devlet bakanı olan ve 1958 yılında bir trafik kazasında vefat eden Cemil Bengü de Halit Bengü’nün oğludur.
                                                               ***
Kaynak:
(T.B.M.M Zabıt Ceridesi, 30.XI.1336, Salı, 106. İçtima)
Mithat Baş, Mesudiye, Tarihi ve Kültürel Özellikleri, İstanbul Mesudiyeliler Derneği yayını, İstanbul 2016
Serdaroğlu Mustafa Bey’in torunu Yurdagül Serdaroğlu (Salihi) ile 28 Ekim 2019 tarihli söyleşi
Serdaroğlu Mustafa Bey’in torunu Ahmet Serdaoğlu ile 28 Ekim 2019 tarihli söyleşi.
 
 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.