Coşkun Çetinalp'e Giresunlu yazarı tamımamıza vesile olduğu için teşekkur ederiz.. OKG
BİZ
BİZ, İNCİRLE CEVİZ GİBİ ÇİÇEKSİZ MEYVE VERENLERDENİZ. SÜSÜMÜZ YOK. ŞATAFATIMIZ YOK GÜNDELİK ŞANLARDA HELE ŞU ALANLARDA OYNATACAK ATIMIZ YOK. PAPUCUMUZ DELİK, OLSUN... ÇAMUR TIKAR. DEĞERİMİZ BİR METELİK ETMESİN, NE ÇIKAR. YOKSULLA İKİZ
SIRAYI KARDAŞ KÜRSÜYÜ HAŞHAŞ BİLENLERDENİZ .... CAN AKENGİN(1892-1942) http://edebiyatsofrasi.blogcu.com/can-akengin-1892-1942/4286036
| |
KALEMİN SESİ | |
Can AKENGİN (1892-1942) Şair, yazar. Giresun Rüştiyesi, Trabzon ve İstanbul idadilerinde öğrenim gördü. 1910’da yazın alanına girdi. İlk önce Giresun, sonraları Karadeniz gazetelerinde A.melih imzasıyla yazdı. Güncel-yerel konulara ilişkin makaleleri, gülmece türündeki çalışmalarıyla tanındı. 1912-1920 arasında Bursa, İstanbul Giresun’da bulundu. Şiire de aynı dönemde başladı. 1920’de Giresun’da Işık gazetesinde düz yazı ve şiirleri yayınlandı. 1923’te ilin kültürel etkinliklerinde önemli yeri olan Bilgi Yurdu’nun başkanlığına getirildi. İzler dergisindeki yazın çalışmalarının yanında, tiyatro çalışmalarına da öncülük etti. Şiirlerinde yerel dil ve yaşantı öğelerinin öne çıktığı Akengin, Servet-i Fünun ve Milli Edebiyat akımından da etkilendi.Coşkulu-renkli kişiliğiyle çevrede yaygın bir ün kazandı. Yazın çalışmaları ölümünden sonra Şiirleri-Nesirleri adıyla (1944) yayınlandı. Şiirleri 1973’te yeniden basıldı.(Kaynak:kenthaber) Yaşam Öyküsü Can Akengin, 1892 yılında Giresun'un Sultan Selim Mahallesinde doğar. Babası Bayazıtoğullarından Mahmut Kaptan, annesi Hürmüz Hanım'dır. Çocukluğunda çevresinde Hacı Ömer ya da Ömer Avni adıyla bilinen -ki gerçek adı budur-Akengin, İlkokulu kapukahve İptidaisinde okur. Ortaöğrenimini Kale Camii civarında kurulu bulunan Rüştiye de tamamlar. Liseye ise, çevre il ve ilçelerin diğer gençleri gibi Trabzon Lisesi'nde başlar. Ancak bir yıl sonra İstanbul'a gider. Bu kentte Osmanlı'nın son yıllarına tanık olur. Lise öğreniminin ardından o zaman ki adıyla Darülfünun Edebiyat Fakültesi'ne girer. Ancak, 1. Dünya Savaşı'nın ateş topu, nice genç gibi onun da kucağına düşer; okulunu bitiremez. Akrabalarının yerleşmiş olduğu Bursa'ya gider. Yıllarca bu kentte kalacaktır. Çeşitli işlerde çalışır. Bu sırada bütün yaşamını belirleyecek bir duyguyla tanışır: Aşk! Pek çok şiirler yazar, edebiyatın büyülü dünyasını aşkla yaşamaya başlar! Bursa yıllarında sürekli yazan Akengin'in edebiyatla tanışması daha önceki yıllarına rastlar. 1910'larda "Giresun", ardından da "Karadeniz" adlı gazetede A. Melih ve Can Akengin adıyla yazılar ve şiirler; "Projektör" imzasıyla gülmece ve eleştiri yazıları yazar. İlginçtir, bu şiir ve yazılarının bazıları latin harfleriyledir! Bunun nedeni konusunda herhangi bir kayıt yok. Ancak onun İstanbul'daki yıllarında, Enver Paşanın bu tür bir çaba içinde olduğu biliniyor. Ola ki, genç şair de bu düşüncenin doğruluğuna inanmış ve denemelerde bulunmuştur. Bu dönemdeki takma adlarından olan Can Akengin, giderek Ömer Avni'nin önüne geçer ve yaşamı boyunca kullanacağı adı olur. Can Akengin yıllar sonra, 1919'da döner Giresun'a. Mütareke günleridir. Bir yandan Karadeniz sularını yaralayan işgalci donanmaları, öte yandan yüzlerce yıllık kardeşliği hançerleyen Rum çetecileri. İşte bu ortamda, Karadeniz bölgesinin her kentinde olduğu gibi Giresun'da da isyanı ateşleyen bir gazete vardır: Işık. Akgengin, şiir, anı, gülmece türünde çeşitli ürünlerle katkıda bulunur gazeteye. Bu çaba dört yıl kadar sürer. 1923, Karadeniz'in bir başka kentinden, Samsun'dan dört yıl önce çakan ilk kıvılcımın, çağdaşlık ateşiyle büyüdüğü yıllardır. Özgür bir yurt vardır artık, kentinden kentine rahatlıkla gidilebilen. Can Akengin de yıllar önce aşık olduğu kıza kavuşmak için, uçarı bir yürekle, Bursa yoluna düşer. Sevdiğiyle evlenecektir. Nişanlanırlar. Ama, kısa bir süre sonra ölür nişanlısı! "Gökte dönen ak yumaktan Sağlanan gümüş kılaptan İşliyordu enginlere Rüyamsı bir sedef dere Ey bu yatkın, tenha suda Yüzen gölge! kan uykuda Dinlenirken bütün şehir, Uyuşmuşken dağ, taş.. sen, bir Birbu"Can"ı uyanık bil Yelkeni yok, ama mendil Açmış hicran denizinde Ağlar yiten yar izinde Sevinçliyse yolcuların Menziline yetiş, "yar"ın Nişanlısını yitirmek, Can Akengin'in geleceğe ilişkin bütün düşlerini yıkar. Yaşama küskün bir yürekle döner Giresun'a. Ancak, onun yıkılan düşlerine, yaşama küsmüşlüğüne inat, Giresun, genç Cumhuriyetin yarattığı coşkuyla soluk alıp vermektedir. Akengin de bu küçük kentin önde gelen kültür adamlarındandır. Geri durmak olası mı? Kentin kültür / sanat yaşamının lokomotifi olan Bilgi Yurdu Derneği başkanı olur. Kendini yoğun bir çalışma temposu içinde avutur bir süre. Derneğin özellikle tiyatro etkinliklerinde öne çıkar. Yönetmenlikten dekorculuğa değin her alanda çalışır. Sanatseverlerin yeteneğine yönelen sevgisi giderek komşu kentlere de yayılır. Giresun gazetesinde 1926 yılında yazdığı "Giresun'da Eski Tiyatrolar" adlı anı, onun tiyatro sevgisinin bir göstergesidir: GİRESUN'DA ESKİ TİYATROLAR Sahne; parterden fışkıran tavandan yanan bir ışık tufanı içinde canlanan peyzajı, can yakan aşüf-tesiyle göz alır, gönül avlarken biz; -Selahattin, Şükrü, ben- yalnız üçüncü mevki ile alakadar olurduk. Onların çoğunu köy bıçkınları teşkil ederdi. Ve, tahta peykelere öyle dik, tuhaf bir dizilişleri... Birbirlerini dürte dirsekliye, eğilip fısıldaştıkları öyle acayip bir 'gizli işleri vardı ki, bayılırdık. Dilberliği çeşit çeşit boyaların marifeti... Dolgunluğu yığın yığın göğüs vatkalarıyla arşın arşın baldır bantlarının malı olan sahne sürtüklerine dikilen o yağlı bakışların, keskinliği, aç gözlülüğü, hart hart ısırganlığı ne idi, ne idi Yarabbi! (...) Bugün,şimdi bu anda, araya bir çok yılların girmesine rağmen, gözlerimi yummadan onları görebiliyorum ve sinsi, zalim senelerin benden uzaklaştırdığı o saygısız, engin şetaretimle, işte bakınız yine gülüyorum. (...) İşte işte biz, tiyatroyu böyle biliyorduk. Ve bunun için, siz muharrirler bu fikirleri tashih etmelisiniz. (...) Efendiler, tiyatro bizim bildiğimiz nesne değildir. Aktör ve aktristler bizim tanıdığımız serseri heriflere, sürtük karılara katiyyen benzemezler. Frenk illerinde mektep gibi, mabet gibi tiyatro da muhteremdir. Tiyatro binaları belediye binalarından daha muhteşem, belediyelerin tiyatro tahsisatı, bir çok hükümetlerin bütçesinden daha üstündür. Prensler, krallar aktörlerin dostluklarıyla iftihar ederler. Onları sofralarında sağlarına alırlar, resimlerini salonlarının göze çarpacak yerine asarlar, kartvizitlerini albümlerinin İlk sahifelerine iliştirirler." Bir süre sonra Bilgi Yurdu Derneği'nin etkinlikleri tavsamaya başlar. Ancak bu birikimden bir sanat dergisi doğar: İZLER. Derginin öncülerinden biri de Can Akengin'dir. Derginin çıkışını bir yazısında şöyle anlatıyor: "(...) Biz Cebelihırayı (Çankaya) tercüme edenlerden... Vatana ve yaradana yarayıcı olmak için ant içenlerdeniz. Bulutlara basıp yükselen ak saçlı yaylalarımızın üstündeki şu derin berraklığa bak! Yüce Türk çini karlarının bulduğu ve en loş dehlizlerde bile, için için yanan Türk mavisine bak... işte bu ilahi renk dünyayı kamaştıran bir kudretle Çankaya'da ikizleşip çafcınca asırlardan beri yollarını kayıp eden Türk gençliği mefkureyi gördüler. Mefkureyi gören ona gönül bağlayan gençlerden üç arkadaş, Cemil, Hüseyin, Nuri Ahmet ve ben, mecmuamızı ana vatana layık bir şekle koymak, onun dertlerini, onun iyilik ve güzellik izlerini kucaklayıp dağıtmak için yola çıktık. (...) İzler için İç Anadolu'ya gidiyorduk: Şebin Karahisar, Alucra, Su Şehri, Zara, Hafik, Sivas, Yenihan, Tokat, Turhal, Amasya, Merzifon, Havza, Kavak ve ... nihayet Samsun'dan yığın yığın hicranlarla döndük. Şimdi üç arkadaş bu güzel ve çok faydalı seyahatimizi başladığı yerde Işık yurdunda düğümlerken övünüyor, seviniyoruz. Çünkü, güzide arkadaşlarımız, vakitleri ve samimi alakaları ve masamızı dolduran olgun, özlü yazılarıyla yüzümüzü güldürdüler. Daha geniş, daha şümullü bir programla Anadolu'nun biricik mecmuası olmaya azmeden İZLER, hepsine hürmet, her birerlerine teşekkürler sunar." İzler dergisine dört elle sarılan Can Akengin, romantizm, çılgınlık ve karamsarlığı birarada harmanlayan yüreğinin çağrısına uyarak bir süre sonra Giresun'u terkeder. Ancak yolu gurbete değildir bu kez. Ya da yüreğinin gurbetine düşer yolu. köylere çekilir. Giresun Halkevi tarafından sanatçının anısına yayımlanan "Can Akengin - Şiirler- Nesirler" adlı kitapta, onun kenti terkedişi şu tümcelerle anlatılır:"Çok hassas bir mizacı olduğundan, karışık meseleleri ve ihtirasları olan şehir insanlarından uzak bir yaşantıyı seçmiş, genellikle Giresun'un iç kazaları olan Şebinkarahisar ve Alucra'da, kâh han odalarında, kâh bir değirmenin bendine bakan çile odasında, çoğunlukla yalnız, bazen 'dağlılar' dediği ve içten adamlar olarak ayırdığı köylülerle hemhal olarak ömrünü sürdürmeyi tercih etmiştir." GURBET İÇİNDE Vardıkça eşi yok beldeye gönlüm Unutur, aldırmaz adam tipiyim Koparken dostlardan... hep neye gönlüm Sen yetim gibisin? ben hor gibiyim? Kuş olup gövdemi göklere salsam Fındıktanf ilizlenen sonlama olsam Köyünde dolaşsam, kentinde kalsam Bu gurbet İçinde ben kor gibiyim. CAN AKENGİN *** AŞlNA DAĞLAR Gelen dağlar, sırt sırta... Geçen dağlar kolkola Dediler: Ey tedirgin! Yine mi düştün yola? Yetti, dedim, o Baküs sofrasındaki mola Daha bin kez kahırlar, kıranlar aşılacak, Bağrımın bir andı var: başla savaşılacak. Dağlar gibi sırt sırta... dağlar gibi kol kola. CAN AKENGİN Can Akengin, yaşamını bundan sonra genellikle köylerde, derbeder bir biçimde sürdürür. Zaman zaman Giresun'a ziyarete gelen sanatçı; spor kulüplerinde, Halkevi'nde toplanan gençlerle söyleşir, şiirlerini okur ve ardından bir efsane gibi yine dağlara döner. 31 Ağustos 1942'de tedavi için götürüldüğü İstanbul'da yaşama veda eder. Giresun'da Yeni Mezarlıkta gömülür. Dostları, mezar taşına yalnızca iki dizesini kazıyarak, yaşamının anlamını özetlerler: "Asıl gücüme giden / Ayrılmaktır sevgiden" Sanatı Can Akengin'in ölümünden birkaç yıl sonra Giresun'a gelen şair Behçet Necatigil, arkadaşlarından onun şiirlerini dinler. Onunla ilgili yayımlanacak kitabın düzenlenmesine yardımcı olur. Aynı günler Giresun Halkevi'nin yayın organı olan AKSU'da (cilt 5, sayı 52, Ağustos 1948) bir yazı yayımlar. İki bölümden oluşan "Can Akengin ve Eseri Hakkında Düşünceler" başlıklı yazının ikinci bölümünde, Akengin'in sanatçı kişiliğini irdeler: "Sanatkarın kendisini şiirlerinde malüm şekiller içinde yeni bir ruh sokmuş ve nesirlerinde bir realite içinde yıllarca kaynaştıktan sonra ruhta kendiliğinden doğacak köşeleri göstermiş gördüm. Kuvvetli bir etofun zinde bir yaşama sevgisinin beslediği bu ruh; şiirlerinde 'hecenin beş şairi' grubun muak-kipliğine ceyyit bir ses sokmakla tebarüz ediyor. (...) Aşkın, yalnızlığın, tabiatın ve her şeyden önce elden kaçmış günlerin telkiniyle mustarip, fakat kuvvetlidir. (...) Can, kafiye ve vezin düşkünlüğünden kurtulsaydı bugünkü şiirimizin tabii deyişine yaklaşacaktı diyebilirim. Can, bir bakıma devrinin tesirine esir kalmış, ruhunun hürriyetine serbest ifadeyi reva görmemiştir. Şiirlerinde ve bazı nesirlerinde kendini kamufle etmeyi bir tenezzül saydığını gördüm. İnsanlığın bütün çehresini, bazen çirkinlikleriyle göstermekten çekinmiyordu. Belki bu lekeli tarafları bile haliyle veriştir ki; okuyucuya, yanlış anlaşılmayacağını bilerek kendini tamamen teslim etmiştir ki, Can'ı bütün bütün sevmemizi sağlıyor. Nesirleri içinde Servetifünuncuların, hele Halit Ziya ve Mehmet Rauf edasıyla yazılmış bir hayli yazı mevcut. (...) Ahmet Rasim'deki münakkahiyet ve enstantaneciliği kendi intibaklarına kuvvetle tatbik etmiş olan Can'ın hususi nesri, kendini asıl böyle yerli yazılarda belli ediyor." Behçet Necatigiil'in de belirttiği gibi, Can Akengin hemen bütün şiirlerinde hece ölçüsüne ve uyağa sıkı sıkıya bağlı kalır. "Bir Çotanak", "Paryanın Türküsü", "Çakıl Toplayan Deli" gibi birkaç şiirinde ölçüden uzaklaşmayı yeğler, ama uyaklı söyleyişten ayrılmaz: ÇAKIL TOPLAYAN DELİ ller tutarsız gönlümü hayalinle sara, yamaya Kıyıdan Taş toplayarak gidiyorum kıyıdan Batlama'ya Vapursuz limanda dönen martı hıçkırıkları Nemli kumsalda saman mırıkları Mercan kırıkları Yamaçlarda, tepelerde dağlarda Ürperdi, tiftiklendi Tutuşan batının kızıl havı Ve göklerin suya vuran tavı CAN AKENGİN *** Can Akengin'in şiirlerine tema olarak seçtiği konuların başında genellikle kadınlar gelir. Kadın sevgilidir; ama çevresinde "hicran" halesiyle gezerler. Aşk kadar ayrılığı da büyütürler güzellikleriyle. Şairin kadınlara bakışında ortaya çıkan acı ve mutsuzluk, hiç kuşkusuz yitirdiği nişanlısının unutula mayışından kaynaklanmaktadır. Şairin sık sık kullandığı bir tema da doğadır. Özellikle deniz, dağlar ve akşam saatleri! Doğanın derin bir gözlemcilikle betimlenerek şiire sokulması, başarılı dizelerin de kaynağıdır. *** KÖYDE BİR AKŞAM Sönüyorken uzaklarda kıpkırmızı bir güneş Dönüyordu tarlalardan erkek, kadın birer eş Irmaklardan gümüş gibi şakırdayan bu sular Akıyordu birleşerek değirmene öteden Can Akengin şiirlerinde eleştiriye de sıkça yer verir. Bu eleştiriler genellikle toplumsal konulara ve yanlış insanlara yöneliktir. Yergi alanında gözle görülür bir başarıya ulaşan şairin dizeleri birden o romantizmini, yumuşaklığını yitirir, öfkeyle dolar: AYNADAKİNE Halkçı mı otlakçı mı? ben de bilmem necisin Tos vurana tas veren adamların çeçisin* Ne dümendeki dayı, ne de bir hamlecisin Ey dosta dünden çömez, düşküne imecesin CAN AKENGİN *** BİR ANTRAK Devran ne düzenli oyun Belli belirsizdir eki Saydığına, deme "soyun" Tiksindirir içindeki Ağa çalar, ırgat oynar Sahne kızgın saç üstüdür Isa denlü yüreğin var Ey Can, yerin haç üstüdür CAN AKENGİN *** Hakkında yazılanlar Can Akengin'in 1942'de ölümünden sonra Giresunlu dostları, saptayabildikleri şiirlerini ve gazete yazılarını bir araya getirerek bir kitap yayımlarlar. Çeşitli yıllarda da Giresun Halkevi'nin AKSU adlı yayın organında dostları ve tanıştığı sanatçılar onun hakkında çeşitli anılar ve yazılar yayımlarlar: "Can, hissin zincirlerini en sağlam bir şekilde kavramakla birlikte aynı zamanda lisanın züppelik taraflarına kaçanlardan da değildir. O, Türkçeyi en uygun şekilde telaffuz eden, kullanan ve ona layık olduğu yeri veren bir şairdir. On beş yıl önceki Can'dan dinlediklerimizi bugünkü cereyanlar önünde ilk safa sıralananlar arasında görmekle bugünkü Can'ın evvelki Can'la hiç de farklı olmadığını mükemmel bir surette seçebiliyoruz." Enver Konanç. "E. Cem (Eflatun Cem Güney) aynı zamanda Giresun'umuzun en sevdiği bir şair siması olan rahmetli Can Akengin'le de tanışmış, bana söylediğine göre, Can'ın neşretmekte olduğu bir dergide bundan 20 - 25 sene kadar önce şiirler yayımlamıştır. Gezgin ruhlu Can, bir gezisinde Sivas'a uğradığı zaman orada, E. Cem Bey'in folklorla uğraştığını "Canımız İçin: Yazan: Behçet Kemal Çağlar Aylar varki yazı masamın bir ucunda turuncu bir kitap duruyor. Üstünde çok sevdiğim bir şair arkadaşın resmi. Bana hem bir sanat değerini, hem bir arkadaşlık vefasını hatırlatıyor. Saim. Bozbağ'ın Ölen şair arkadaşı Can. Ahenginin şiirlerinden meydana getirdiği kitap . . (*) Yıllarca evvel, bir güzel yaz günü, Yeşil Giresun'a kavuşmuştum. Bir iki gün içinde Giresun tabiatı ve Giresun dostluğu beni bağrına bası vermişti. Hakkı Mahir, Nuri Çimşid, Saim Bozbağ. .. Hemen kaynaşı vermiştik. bir akşam Giresun'un Kalesinden eş-sîz akşamını seyre çıkarken Saim Hozbağ, bana ilk defa Can'dan bahsetmiş ondan bazı mısralar okumuş, hayatını anlatmıştı: Aşıklığı şairliğinden, şairliği aşıklığından üstün, görülüyordu. Hem şair ve aşık olmağa, hem uslu, mazlum şehirde pineklemek onun kârı değildi. O, ruhunun cihadını tamamlamak için dağlara düşmüştü. Alucra'daki bir kulübede konaklıyor, değirmen arklarında yıkanıyor, arada bir Giresun'a gelip göğnünden kopan mısraları dostlarının hafızasına emanet edip gidiyordu. Bîr gün kendisini de tanıdım. İri, güzel bir yüzü, koyu, biraz kıvırcık saçları, cefa ile çizgilenmiş geniş bir alnı vardı. Susup gülerken de konuşuyor, bakıp konuşurken de susuyordu. Anasından sair doğmuş insanlardandı.'' *** Başkasının güzel bulduğu şiirlerini öykülerini duyuyor ve çıkarmakta olduğu bir dergi için yazı hususunda yardımda bulunmasını istiyor. O da bunun üzerine ona birkaç şiir vermiş imiş. Ve ondan sonra bir daha da Can Bey'le görüşmek nasip olmamış. Eflatun Bey, bu hatırayı naklederken Can için: 'Ateşli, halkiyatla uğraşan bir gençti.' demişti. Ve Çan'ın şiirlerinden kendisine okuduğum zaman da: 'Bu ve bunun gibi Anadolu'nun gerçek değerlerini ortaya çıkaracak münekkitler bizde yetişinceye kadar hazineler çok kimselere saklı kalacaktır.' diye yerinmişti." M. Mustafa Çaldağ. "Giresun'a gelmeden önce Can Akengin'i bilmiyordum, bu benim kabahatim. Giresun'da ölümünden altı yıl sonra, şahsiyetinin her cephesiyle onu yaşayan bir insan gibi tanıdım. Bu tanımadan çok memnunum." Behçet Necatigil. "... Muhitte efsaneleşen hayatı, bazılarının belki hoşuna gitmiyor ve hor görülüyordu- Bunlar, şairi anlayamayan ve maddi düşünen kimseler olabilir. Halbuki maddi bakımdan bir Can zaten yaşamıyordu. O, maddesiyle bir hiç, fakat ruhiyle büyük bir sanatkardı. Ve denilebilir ki, tamamen manevi bir alemde yaşıyordu. Onun kalbine erişip de hayranı olmamak bence mümkün değidir. (...) O, dünyada hırs ve cahtan tecerrüd eden, aşk, his ve sanat gibi en ince maddelerden kurulmuş tahtı üstünde senelerce hüküm sürmüş bir kudretti. Şimdi ise çok özlediği ebedi hayatı yaşamaktadır." Muzaffer Akgün (Lüleburgaz Yargıcı). "Giresun tarihine 'Ref'i'den sonra karışan Akengin Can, bize milli şiirin mahalli ifadelerle çerçevelediği orijinal örneklerini sundu. Milli vezin daha bizde hakim değilken o yazıyor ve kalem tecrübelerini yapıyordu. Fakat o zaman muhafazakar bir zümre onun yazılarını 'Bir handei istihza' ile karşılıyorlardı. Çünkü onlar, Can'ın görüş ve duyuşuna ulaşamamışlardı." Rahmi Korkut Öğütçü. "... Bir akşam Giresun'un kalesinden eşsiz akşamını seyre çıkarken, Saim Bozbağ, bana ilk defa Can'dan bahsetmiş, ondan bazı mısralar okumuş, hayatını anlatmıştı. Aşıklığı şairliğinden, şairliği aşıklığından üstün görülüyordu. Hem şair ve aşık olmaya, hem uslu, mazlum şehirde pineklemek onun kârı değildi. O, ruhunun cihadını tamamlamak için dağlara düşmüştü. Alucra'daki bir kulübede konaklıyor, değirmen arklarında yıkanıyor, arada bir Giresun'a gelip göğnünden kopan mısraları dostlarının hafızasına emanet edip gidiyordu. Bir gün kendisini de tanıdım. İri, güzel bir yüzü, koyu, biraz kıvırcık saçları, cefa ile çizgilenmiş geniş bir alnı vardı. Susup gülerken de konuşuyor, bakıp konuşurken de susuyordu. Anasından şair doğmuş insanlardandı. (...) Kendi tabiriyle (tışının dört ucunu sele vermiş) bir kalenderdi. Genç yaşında kaybettiği sevgilisine yanıyor, dağların karlarına yanan başını dayıyor, eski volkanların kraterlerinde biriken göllerde serinliyordu. (...) Sanatkarı tek kelimeyle tarif etmeye kalksak 'tedirgin'den daha iyi kelime bulamayız. Can bir tedirgindi. Gönlünün havasına uymakla kalmamış, göğnü ile sözbirliği edip başıyla savaş açmıştı. Bu savaşta öldü. 'Şehidi bade' olan eski şairler vardır; bu, ondan ziyade 'şehidi aşktır. Kendini kalenderliğe fazla bırakmasa, sanatına coşkunluk kadar ölçü de koymağa vakit bulabilseydi, bir büyük şair olacaktır. Ne yapsam, onun için soğuk kanlı bir tenkit yazmama, ukalaca hükümler vermeme imkan yok. Onu Giresun'la birlikte, Giresun dostları arasında her zaman sevecek ve anacağım." Behçet Kemal Çağlar. *** Şiirlerinden ve düzyazılarından örnekler: EY DOST Ruh: Özde nur, gözde menşur, kadehte şuur Dimyat Çin'de... Yeter rinde evindeki bulgur Kanıp gerçek bezme gelmek dilersen ey dost, Aynayı kır, takvimi yırt, saati durdur. CAN AKENGİN *** BİR YOLCUDAN Dama attım hırs pabucunu Sele verdim dışın ben dört ucunu Gönlümle girinip gurbet hurcunu Dağlılar içinde iç'imi yaptım Kalsam da bu yolda kemikle deri Hiç vahlamam... çünkü bir derbederim Yoğura yoğura küçük feneri Güneşten güçlünün biçimi yaptım CAN AKENGİN *** BİR YOLCUYA Yürü... yürü yoruldukça dayan için için vınlayan telgraf direklerine Onların fincan fincan eklerine Uydursan da adımlarını Yine bulamazsın yarını, Kal iyisi mi En kesimi: Kal bu handa Yâr değil, yurt değil, salt mezar var Yarından bu yana CAN AKENGİN *** ASIL GÜCÜME GİDEN Sağlıyorsa ne gam Dermanım yumak gibi. Ben ölümden hiç korkmam: Ölüm yumak gibi Değerlidir, tatlıdır. Ölüler sıhhatlidir Asıl gücüme giden Ayrılmaktır sevgiden Demem bir can için, hık Tanrım, ona el sürme! Burda hiç uzlaşmadık Orda olsun küstürme Çözmeyelim bu suçu Sana varıyor ucu Diledin dünya çattın Yoklan bizi yarattın Bunlar... belki de iyi Fakat niçin sevgiyi Senden büyük yarattın? Sağlıyorsa ne gam, Dermanım yumak gibi Ben ölümden hiç korkmam, Ölüm uyumak gibi. Değerlidir, tatlıdır, Kadavra sıhhatlidir Asıl gücüme giden Ayrılmaktır sevgiden. CAN AKENGİN *** GİRESUN TERENNÜM EDİYOR Kızgın ufuklar soğumuştu. Yıldızlar; güneşin (eskin iğneli ziyasiyle kamaşan, görünmeyen gözerini şurda, burda, tek tük açıyorlardı. 'Kaldırımda' çabuk çabuk giden güvezi yazma, mendili şişkin bir adamdan başka kimse yoktu. Her fırtınada örnek değiştiren kumsal, zarif, seyrek oymalarını çevire çize, sandalsız, tenha, yorgun uzanıyor; 'Ali Bey Konağı' harabesinde dirsek verip 'Pa-şadede'de şöyle, bir fatihalık meksediyor. Sonra hafif, rüyamsı bir dönemeçle 'Çıtlakkale' içlerine doğru serilip eriyordu. Deniz bir göl hamuru donukluğu ile renksiz ve hareketsizdi. 'Batlama' koyunda kabara genişleye 'Boztekke' sırtlarını yığıp yaptıktan sonra 'Şehitlik' yamaçlarının ulu ağaçlarıyla sorguçlanarak 'Dikmen' otağını kurduktan sonra dünyanın hiçbir yerine nasip olmayan güzellikler, kavranılmaz inceliklerle 'Ayvası!1 burnunda tükenen emsalsiz dekordan, şiir, mana sillinmiş; acem sitampleri gibi gölgesiz, ölgün susuyordu. (...) Masallarda methini işittiğimiz iri, şahane mücevherler gibi, sihirli mavimtrak kıvılcımlarla ışıldayan akşam yıldızı kadar yalnız, bu ak benekli suskun tepelere o derece yakındı ki: Korkmuyor mu? Üşümüyor mu? diye, elimde olmayarak düşündüm. Baktım ki, hicran... Benim, bunca senedir hâlâ bir isim bulup da veremediğim irsi, şifasız hicranım yine damla damla sızmağa, sızıldamağa başlıyor, hemen döndüm. Limanda vapur vardı. İskele kaynaşıyor, karıncalanıyor, çarşı, kovanlar gibi uğul-duyordu... Pencereleri şen elektrik ışıklariyle perdeli, yüksek kargir hanlardan uc veren hakal katarları bu ılık akşam posarığında yassı, tıklım tıklım çuvallariyle, hiç görülmemiş bir halata benziyordu. (...) Tavşan kulaklı, tıknaz çaparlar da kendilerine bu fındık çuvallarından nisbetsiz güverteler kurarak birer birer, bodur bodur açılıyordu. Bir ışık-buhar sağnağı halinde takırdayan dev cüsseli frenk vapuruna rampa olup boca etmek için... Hamalların, yüke, yorgunluğa kafa tutan sırnaşık yarenliklerine hayran olarak... Mavunacıların en çetin hamlelere bile bana mısın demeyen kalaşlı, yakamozlu şakalarına imrenerek, bilmem ne kadar dolaştım. (...) Evet, Giresun'un şu göz alan, gönül avlayan güzelliklerini sezmek için, sezip de anlatamamak, kelimelerin kifayetsizliğinden, yavanlığından üzülmek, tıkanmak için uzun seneler ondan ayrı düşmek, hasretini çekmek lâzımdı. Yad ellerde kızgın, düşman çemberle kuşatılmış seneler... Hayata, haysiyete saldıran rnedetsiz, çaresiz istila seneleri geçirdiniz mi? Vapur ilanlarında 'Giresun' ismi geçtikçe sevgiliden bahsedilmiş gibi sarardığınız demler oldu mu? Söyleyiniz, söyleyiniz... Sayısına parmaklarınızın yetişemediği kadar çok, gurbet yıllarını, tahammül dağlayan sıla hummalanyla yana içlene geçirdiğinizi hatırlayabiliyor musunuz? İşte ey okuyucu, benim şu anda neler hissettiğimi, nasıl heyecanlarla kendimden geçtiğimi anlamak için bütün bu ateşler, bütün bu acılarla kıvranmış olmak, yıpranmış olmak lazımdır." (1926) Kaynak;(giresun.com) *** Kaynak;(mkysoft.com) İZLERDEKİ ŞEBİNKARAHİSAR ''............... İncelememizi 1926 yılında Giresun Işık Matbaası tarafından yayınlanan bir mecmuadan hareketle gerçekleştirdik. Elimizde bir cildi –12 sayı- bulunan bu mecmuanın 13-24. sayılarını araştırarak Şebinkarahisar’ın o yıllardaki kültürel zenginliğini bir açıdan sunmaya çalışacağız. İZLER Mecmuası İzler mecmuası 1924-26 yıllarında Giresun Işık Yurdu tarafından çıkarılan bir mecmuadır. Bazı ekonomik ve sosyal olaylar nedeniyle ileri-geri aksamalar olsa da genellikle on beş günde bir çıkarılmıştır. Kültür-Sanat edebiyat ağırlıklı bir dergidir. Çoğu sayılarında spor sayfası bulunmaktadır. Son sayfa reklamlara ayrılmıştır. Bu sayfada, Giresun’da ticari faaliyet yürüten kişilerin verdiği reklamlar, vapur seferleri, satılık gayrı menkuller, Giresun’a gelen gazete ve dergilerdeki ilgili tanıtıcı yazılar, sürücü kursu programı ve tanıtımı yer almaktadır. Dergide Giresun merkezli yazılar olduğu gibi ,çevre ilçelerden, illerden hatta İstanbul’dan, Sivas’tan gönderilmiş yazılara da rastlanmaktadır. Bu yazılar felsefe, tarih, edebiyat ağırlıklıdır. Sayfalar arasında Şebinkarahisarlı şairlere de rastlanmıştır. Yine Şebinkarahisar’a daha fazla yer ayrılan seyahat notları yer almaktadır. Çalışmamız, bu şiirlerin ve seyahat notlarının kamuoyuna duyurulmasını amaçlamaktadır. Bu vesileyle araştırmacılara kaynaklık edecek bir malzemenin ortaya koyulması düşünülmektedir. İzler Mecmuasının künyesinde ilk on yedi sayıda sahibi Cemil Hüseyin olarak belirtilmektedir. Aynı yerde idare müdürü olarak Nuri Ahmet Çimsit’in adı geçmektedir. 18. sayıdan itibaren künyede sahipleri olarak Ak Engin, Nuri Ahmet, Cemil Hüseyin’in adı yer alır. Okuyucu mektupları sayfasına dikkat edilir ve yazar kadrosuna bakılırsa dergi geniş bir alanda ilgiyle takip edilmektedir. “Işık Matbaası-Giresun” adresinde basılmaktadır. Anadolu’nun İyilik ve Güzellik İzleri alt başlığıyla okuyucuya seslenmektedir. Mecmuanın 1-12. sayıları I. cilt, 13-24. sayıları II. cilt olarak düşünülmüştür. .........'' Yukarıda ''İZLERDEKİ ŞEBİNKARAHİSAR'' başıklı yazısında, Dr. Nazım ELMAS' ın yazdıklarından anladığımıza göre; Can Akengin ''AK ENGİN'' adıyla İZLER Mecmuasının 18.sayısından sonra; mecmuanın sahipleri arasında yer almaktadır. *** 19 NİSAN 1942' DE KAYBETTİĞİMİZ ŞAİRİN, ADINI YAŞATMAK İÇİN; Giresun' da şairin adı verilen;''Giresun Can AKENGİN Sanat Galerisi'' mevcuttur. |