TEKEL işçisiyle dayanışma, bugün emek mücadelesinin en önemli platformudur. TEKEL işçisinin haklı mücadelesinin başarısı, tüm emek kesiminin hak ve özgürlük mücadelesinin başarısını belirler duruma gelmiştir.
TEKEL, tütün işçisi direnişinde haklı ama biraz gecikme yok mu |
Prof. Dr. OĞUZ OYAN/ CHP İzmir Milletvekili
Tütün/sigara konusunda Türkiye'nin gelişmiş ülke merkezli ulus-ötesi tütün tekellerinin çıkarına düzenlemeler yapması yeni değil. Birinci Özal Hükümeti'nden itibaren bu alanda ülke ve toplum çıkarlarını tamamen gözardı eden tavizler dönemi açıldı.
1984 yılında sigara ithalat yasağı kaldırıldı. Sigara ithalatı arttı. Daha sonra yabancı sigaraların dahilde üretilmesi nedeniyle sigara ithalatı azaldı ama bağımlılık artmaya devam etti. Tütün köylüsü ve işçisi tepki vermedi; hatta önemli bölümü oyunu ANAP"a verdi.
1989 yılında tütün ithalatı serbest bırakıldı. Sonuç: Tütün ithalatı hızla artarak 1999 yılında 50 bin tona yani aynı yılın 250 bin tonluk tütün üretiminin beşte birine ulaştı. (2009"da yerli üretim 85 bin tona gerileyecektir). 1999 ithalatının yaklaşık %80'i TEKEL'ce gerçekleştirildi. Yurtiçi sigara tüketimi artmasına rağmen, sigara üretimi için kullanılan işlenmiş yerli yaprak tütün miktarı geriledi. Köylü ve işçinin oyu ağırlıkla özelleştirmeci sağ partilere gitmeye devam etti.
1989-92 sürecinde yabancı sigaraların yabancı ortaklı özel sektörce dahilde üretilmesine olanak sağlandı. Sonuç: Türkiye'de üretilen sigara içinde ithal tütünün payı, 1989 yılında %6.7'den 1999 yılında %40'a ulaştı. TEKEL de yabancı menşeli Burley ve Virginia tipi tütüne dayalı Tekel 2000, Tekel 2001 gibi sigara üretimine girişti. Ama buna rağmen TEKEL'in yurtiçi sigara arzındaki payı 1984'ten itibaren düzenli bir şekilde azalarak 1999 yılında %70'e geriledi. Sigara bağımlılığından daha koyu bir dışa bağımlılık illeti toplumu yavaş yavaş uyuşturdu; ne üreticide ne tüketicide yeterli tepki oluşmadı.
Amerikan tipi tütünün daha fazla bağımlılık yaratıcı özelliği nedeniyle, iç tüketimde 1990'larda çok hızlı bir artış görüldü. Böylece, gelişmiş ülkelerde sigara pazarı gerilerken en hızlı genişleyen üçüncü dünya pazarlarından biri de Türkiye oldu ve tütün ve mamullerinin dış ticaretinde giderek ihracatçı ülke kimliğini yitirmeye başladı. 1995-99"da tütün ve sigarada 2 milyar 250 milyon dolarlık bir ithalat faturası ödendi. Ulus-ötesi tekellerin iştahı daha da kabardı, gözleri TEKEL'in %70'lik pazar payına dikildi. IMF'ye 9 Aralık 1999"de verilen Niyet Mektubunda tarımda tüm destekleme kurumlarının tasfiyesi veya özelleştirilmesi niyeti Türkiye"ye dikte ettirilmişti. 2000 ekonomik programının beklenen çöküşü üzerine dış kaynağa daha fazla sıkışan ve acze düşen 57. Hükümete dayatmaları kabul ettirmek kolaylaştı. Türkiye"de tütüncülüğü bitiren ve Türkiye'de tütün, tütün mamulleri ve alkollü içkilerde devlet tekeline son veren, TEKEL"in parçalanarak özelleştirilmesinin önündeki yasal engelleri kaldıran 4685 sayılı Tütün yasası bu gelişmelerin bir sonucu olarak 20.06.2001 tarihinde TBMM"de kabul edildi. Tütün çiftçisi ve işçisi hala olan bitenin tam farkında değildi.
Ama Ankara"da Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer vardı. Bir yandan dünya egemenlerinin truva atları olan IMF ve Dünya Bankası'nın dediğinden çıkmayı "vatana ihanet" veya ekonomik kriz nedeni sayan bir siyasetçi ve medya cenahı, diğer yandan ülkenin gerçek çıkarları... Sayın Sezer, 6 Temmuz 2001"de Türkiye için bir kez daha tarihi bir karar verdi ve bu kanunu onaylanmayarak TBMM'ye geri gönderdi. Bunun tam zıddında, özelleştirme pastasına gözünü dikmiş medya patronlarının IMF programı lehine sınır tanımaz tarafgirliği vardı; bu, Tütün ve Telekom örneklerinde bir hezeyan biçimini aldı. 7 Temmuz 2001'de, Hürriyet'ten Özkök yazısına "Adım adım kollektif intihar" başlığını atarken, Milliyet Gazetesi'nin birinci sayfadan bilmem kaç punto manşeti, "Ve Sezer tüy dikti" gibi nezih bir başlık taşıyordu. Mütareke dönemi basını bile herhalde bu kadar irtifa kaybetmemişti.
Hükümet cephesine gelince, DSP-MHP-ANAP koalisyonunun Başbakanı Ecevit"e göre, Cumhurbaşkanının kararı hukuki değil siyasi idi. Özelleştirme ve TEKEL'den sorumlu ANAP"lı Devlet Bakanına göre ise, Sezer'in tepkisi sosyal amaçlı idi; Tütün yasasını hazırlayan MHP"li Tarım Bakanı"na göre Türkiye"nin ekonomik gerçekleriyle bağdaşmıyordu. Sayın Sezer'in özenle hazırlanmış iade gerekçelerini anlamak isteyen yoktu.
Meclisin bu dönemdeki muhalif partileri, kapanan Fazilet Partisi"nin ardılları Saadet Partisi ve AKP ile DYP içtenliksiz muhalefetlerini sergiliyor; AKP"li Arınç"ın bugünlerde tekrar medyaya yansıyan kof kışkırtmacılığı türünden çıkışlar sadece iktidarı yıpratmayı amaçlıyordu. Bir sermaye partisi olan AKP, tam da bu dönemde yani 2001 yılında, bir işçi sendikasının yani TES-İŞ"in merkez binasında kuruluş çalışmalarını yapıyor ve TES-İŞ Başkanı ve şimdiki TÜRK-İŞ Başkanı da bu marifetleriyle övünebiliyordu. İşçi sınıfının kafasının karıştırılması, sınıf reflekslerinin köreltilmesi için bütün koşullar 12 Eylül"den bu yana bir araya getirilmişti.
Meclis dışındaki tüm sol/yurtsever bağımsız çevrelerden, bu arada bu dönemin Meclis dışında kalmış kitle partisi CHP saflarından ve sendikalardan yükselen uyarılara/tepkilere kulak asan olmuyor ve veto edilen Kanun Meclis"ten hiçbir değişikliğe uğramadan geçiriliyordu. Tarım ve tarımsal sanayideki bu tasfiye sürecini durdurabilecek tek şey, tarımsal üreticilerin, sektör çalışanlarının ve halkın tüm kesimlerinin güçlerini birleştirmeleri olabilirdi; ama bunun nesnel ve öznel koşulları oluşmamıştı.
2003"ten itibaren tüm zamanların en özelleştirmeci ve teslimiyetçi dönemi başladı. IMF"nin sözünden çıkmayan AKP döneminde 2003 sonunda TEKEL İçki İşletmeleri Nurol-Özaltın-Limak-TÜTSAB ortak girişimine (MEY İçki) 292 milyon dolara satıldı. Ama şirketin içki stokları 126 milyon doları buluyor ve işçilerinin kıdem tazminatı olan 32 milyon dolar da devlete yükleniyordu. Üstelik satılan şirketin TEKEL AŞ"ye 307 trilyonluk borcunun, devirden 9 gün önce tasfiyesi kararlaştırılıyordu! Bitmedi: YDK Raporuna göre, TEKEL İçki"nin genel müdürü devirden önce 100 trilyonluk hammadde alarak devleti zarara uğratıyor ve Kamu Etik Yönetmeliğine aykırı olarak MEY İçkiye genel müdür oluyordu! Alıcılar 2 yılı ödemesiz banka kredisiyle TEKEL İçkiyi devralıyor, iki yıl geçmeden yani ceplerinden para çıkmadan şirketin %90 hissesini 810 milyon dolara (yani toplam değeri 900 milyona) Texas Pacific Group"a satıyorlardı! Bu arada TEKEL"in tütün ve sigara işletmelerine ilk satış ihalesinde bir milyar 150 milyon dolarlık teklif veriliyor ama bu fiyat ancak işletmelerin stoklarındaki ürün değerine denk geldiği için satış gerçekleşemiyordu. Bu soygunlar olurken, TEKEL işçileri kendilerine emanet edilen toplumsal varlıkların kıymetinin henüz tam farkında değillerdi; 2007 seçimlerinde AKP"ye daha güçlü destek vermeye hazırlanıyorlardı.
2007 seçimlerinde her iki kişiden birinin ve her üç TEKEL işçisinden ikisinin oylarıyla iktidar olan AKP, pervasız özelleştirmeciliği için aldığı yeni vizeyle, TEKEL"in tütün ve sigara işletmelerini Haziran 2008"de 1,7 milyar dolara gene yabancı sermayeye pazarlıyordu. Üstelik ilk özelleştirme girişiminden farklı olarak, bu defa şirketin borçları ile çalışanların kıdem tazminatları yükü de devletçe üstleniliyordu. TEKEL işçisi bu peşkeşe dur demeye çalışıyor, sendikaları hukuk yollarını zorluyor ama henüz Kızılay"da eylem aşaması yaşanmıyordu.
***
Şimdi TEKEL işçisi 2009 Aralık ayından itibaren Kızılay"da. Çünkü 12 bin TEKEL işçisine verilen üretim sözü tutulmayarak (ki bu sözün tutulmayacağı belliydi) yaprak tütün işletmeleri de kapatılmış ve işçiler 4-C kapsamında asgari ücret düzeyinde geçici işçi statüsüne veya işi bırakmaya zorlanmışlardı. Keşke bugünkü mücadele kararlılığı TEKEL"in özelleştirilmesi öncesinde verilebilseydi diyebilirsiniz. Bu doğru. Ama tüm sorumluluk işçinin değil. Onların sendikal ve konfederal örgütlerinin sorumluluğu nerede? 1998 mitingi dışında (ki o da 30 bin kişilik katılımda kalmıştı) özelleştirmeye kitlesel tepki verilememesi; ama daha kötüsü, özelleştirmelerin yüzde 80"inin gerçekleştiği AKP döneminde suskun kalınması bir yetersizlik değil mi? AKP"nin kurucusu olmakla övünen sağ sendikacılar eşyanın tabiatına aykırı değil mi? Toplumu yanıltan, muhalefet ve iktidar davranışları farklı olan siyasi partiler mi daha az sorumlu?
Bununla birlikte, özelleştirme heyulasının yerli ve küresel güçlerin tam kadro kuşatması altında topluma dayatıldığı da unutulmamalı. Bu saldırıya tam cepheden karşı koyabilen ülke örneği görülmedi. Türkiye"de her şeye rağmen güçlü bir hukuk mücadelesi verilebildi. Bunda siyasi partilerin, sendikaların ve KİGEM"in çok önemli katkısı oldu.
Bugün bir aya yakındır büyük bir kararlılıkla direnen TEKEL işçilerini ve sendikalarını saygıyla selamlamak durumundayız. Kızılay"da eylem yapan TEKEL işçisi kendi özlük hakları üzerinden başlayarak başka mücadelelerin de bayraktarlığını yapar duruma geldi. Bir kere, kişisel hakların nasıl toplumsal haklara bağlı olduğunu gördü ve topluma gösteriyor. Buna bağlı olarak, ücret ve insanca yaşama mücadelesinin nasıl ayrılmaz bir biçimde kendi çalıştığı ve tüm toplumun ortak kamusal varlığı olan kurumların savunulması mücadelesinin bir parçası olduğunu gecikerek de olsa fark etti. Bu kurumların hangi bağımsızlık mücadelesinin kazanımları olduğunu yaşayarak anladı. Bu nedenle de Biz Cumhuriyetle doğduk anlamlı sloganını üretebildi. Böyle düşündükçe de bilendi, geçmişte kendisinin ve kendi sınıfının yanlış siyasal tercihlerde bulunduğunu daha derinden kavradı. Yaşamın gerçekleri ve eylem öğreticiydi.
İkincisi, eylem süreci iktidarın gerçek yüzünü sadece eylemciler bakımından değil tüm toplum açısından da gösteren bir dönüm noktası oldu. AKP iktidarının emek dostu olmayan yüzü, daha açık görülebildi; yolsuzlukların ve şaibeli özelleştirmelerin birer istisna değil, iktidar partisinin varlık nedeni olduğu anlaşılabildi; iktidarın teslimiyetçi yapısı kendini ele verdi. İktidar ilk kez toplumun geniş kesimlerine maskesiz haliyle görünebildi. Bunu sağlayan TEKEL işçisi bu nedenle hedeflediğinden çok daha büyük bir işi şimdiden başarmış durumdadır. Bu nedenle TEKEL işçisinin eylem kararlılığı, hızlı bilinçlenme süreci her türlü övgünün üzerindedir. Ama tam da bu nedenle TEKEL işçisi iktidarın hedef tahtasındadır. Bu nedenle iktidar partisi şimdi bu kararlı eylemi nasıl sabote edeceğinin peşindedir. 15-16 Ocak"taki kitlesel direnişin buna fırsat vermeyecek bir biçimde sonuçlandırılması bu bakımdan çok önemlidir.
Haberin tamamını okumak İçin aşağıdaki linki tıklayınız
http://www.habercek.com/index.php?option=com_content&task=view&id=16939&Itemid=61