21. YÜZYIL : BARBARLIK ÇAĞI
Birol Ertan
Uluslararası Strateji ve Güvenlik Araştırmaları Merkezi (USGAM) için 21. yüzyılın ilk yıllarındaki olaylardan yola çıkarak bir fütüroloji yapmam istendiğinde, bu yazı ortaya çıktı. Gerçekten de 21. yüzyıla gelinmeden başlayan ve 21. yüzyılda şiddetlenen yeni bir Çağ’ girmiş bulunuyoruz. Bu çağın adı,
Barbarlık Çağı’dır.
Barbarlık kavramını kullanmak çok tehlikelidir. Çünkü, bu kavramın ilk kullanılışı, aslında barbarlığın bir türüdür.
Eski Yunan’dan başlayarak kendilerinden olmayanlara ve bazı dönemlerde de Türklere verilen isim olan Barbar kavramı, bir tür ötekileştirmelerden birisi olarak kullanılmıştır. Ancak kavram, zaman içinde tarihsel köklerinden ayrılmış ve “uygarlaşmamış” ya da “vahşi” anlamında kullanılmaya başlamış, gündelik hayatta da sıkça kullanılır olmuştur. Kavramları kimsenin tekeline bırakmamak için dilimize yerleşen bir kavramı kullanmaktan çekinmedim. Ancak, bu kavramın içeriği konusunda da uzun bir giriş yapmayı gerekli görüyorum.
Bu yazıdaki Barbar ve Barbarlık kavramı, “uygar olmamak”, “vahşi” ve “ilkel” olmak durumlarını anlatıyor.
“Barbar” kavramı, Antik Yunan’da “Yunan olmayanları” tanımlamak için kullanılıyordu. Antik Yunan’da Barbar, eski Yunanca dışındaki dillerde konuşanlara verilen isim olup anlaşılmaz ses, kuş sesleri (bar-bar) çıkaranlar anlamında kullanılmıştır. Aristophanes’in Kuşlar eserinde, bu kavramın kullanıldığını görmekteyiz. Romalılar ise Barbar kavramını, elinde hiçbir tahrik edici sebep bulunmamasına karşın, sırf zarar verecek güce sahip olduğu için zarar veren topluluk ya da uygarlıklar için kullanmıştır. Barbar, Orta Çağ Avrupa’sında Hıristiyan olmayanlara verilen isimdir. Ayrıca, "vahşi", "yabani", "ilkel" ve "uygarlaşmamış" kelimeleriyle anlamdaş olarak da kullanılmıştır (http://tr.wikipedia.org/wiki/Barbar).
Türk Dil Kurumu (TDK) internet sitesinden bakarsak, Barbar kavramı, Fransızca “Barbare” sözcüğünden türetilmiştir. TDK’na göre Barbar, uygarlaşmamış kavim ve topluluklara verilen addır (http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.50b7ca3ff13d75.38075455 ).
“Barbarlık Çağı” kavramını ilk kullananlardan birisi değilim. 2002 yılında kaybettiğimiz 20. yüzyılın önemli düşünürlerinden birisi olan Fransız filozof ve yazar Michel Henry (Michel Henry konusunda bakınız; http://en.wikipedia.org/wiki/Michel_Henry), “Barbarlık” isimli eserinde, Barbarlık Çağı’nı yaşadığımızı ilk seslendirenlerden birisidir. Henry, insanlık tarihinde ilk kez bilgi ve kültürün birbirinden ayrıldığını vurgulayarak bilimin canavarlaştığını, yaşamı dünyamızdan kovduğumuzu ve modernliğin beşiği kabul edilen Avrupa'dan kültürün dışlanarak ideolojilerin insanin yok oluşuna övgüler yağdırdığını vurgulayarak insanlığın medyatik evrene sığınarak olan bitene gözlerini kapamaya çalıştığını iddia etmişti.
Michel Henry’nin kitabı, Türkçede 1996 yılında yazıldı. Aradan geçen zaman içinde yaşanan olaylar, küresel emperyalizmin Barbarlık Çağı’nı gerçek anlamda yaşama geçirmeye başladığının bolca kanıtlarıyla süslenmiş durumda.
Michel Henry gibi Barbarlık Çağı yaşadığımızı ifade eden çok az sayıda yazar ve düşünür bulmak mümkün. Bu düşünürlerin ya da yazarların çoğunun felsefeci olmaları ise asla tesadüf değildir. Çünkü felsefe, dün ile bugünün düşüncelerini karşılaştırarak gelecek konusunda kestirimler yapmak için en uygun disiplinlerden birisidir.
“Barbarlık Çağı” kavramını bir kitabın ismi ya da bir yazının başlığı olarak görmek konusunda fazlaca örnek yok. Bunlardan birisi, “Geç Barbarlık Çağı” isimli iki ciltlik eseriyle Oktar Türel’dir. 1979-2010 yılları arasında kaleme aldığı önemli yazılarından oluşan Geç Barbarlık çağı kitabında Türel, özellikle Türk ekonomisinde 1980 sonrası yaşananlara ilişkin önemli değerlendirmeler yaptığı kitabının ismini “Geç Barbarlık Çağı” olarak koymuştur.
Bu yazıda kullandığım anlamda “Barbarlık Çağı”, küresel emperyalist güçlerin Doğu Bloku’nun yıkılması ile girdiği yol haritasını işaret ediyor. Bu yol haritası, 11 Eylül saldırıları ile başlayıp Afganistan ve Irak işgali ile süren, daha sonra Arap Baharı ismiyle Libya’nın işgaline uzanan, bugün ise Suriye’deki iç savaşa ve İran’a yönelik baskıları işaret eden bir süreci ifade ediyor.
Soğuk Savaş döneminden sonra dünya, vahşi ve saldırgan bir kapitalizm ile karşılaştı. Bir bloğun ortadan kalktığı dönemde, zafer kazanan taraf olarak kapitalizmin ya da ideolojik anlamda kullanırsak liberalizmin daha özgürlükçü ve katılımcı, adaletli bir düzen yaratmak için önemli fırsatlar elde ettiği düşünülürse, gelişmelerin tam tersi noktada olması karşısında hepimiz şaşkınlık içindeyiz. Bunun nedenleri ayrı bir yazının konusu olabilir, ancak dünyanın bir anda kutuplaşma atmosferinden çıkıp ulus-devletlerin ve halkların vahşi bir emperyalist saldırı ile karşılaşması karşısında yeni bir Orta Çağ dönemine girildiği düşüncesine kapılmamak olanaklı değildir.
İnsanlık tarihinde temel olarak iki çağın var olduğunu ileri süren Gün Zileli, bu iki çağın Barbarlık Çağı ve Uygarlık Çağı olduğunu, Barbarlık Çağı’nın yağmalamaya, Uygarlık Çağı’nın ise sömürüye dayandığını (http://www.yayinkolektifi.com/zileli-yenicag.html) iddia etmişti. Bugün geldiğimiz noktada, tarihin tersine döndüğü izlenimi veren gelişmeler yaşıyoruz. Sömürüye dayanan egemen güçlerin küresel iktidarı, işgal, savaş ve yağmalama noktasın gelmiş durumda. Hal böyle olunca da Barbarlık Çağı’na geri mi dönüyoruz diye sormadan edemiyoruz.
21. yüzyıla girdik ve yeni yüzyılda çok daha insani, adaletli ve özgürlükçü bir dünya bekliyorduk. Ancak, dünyada beklenmeyen gelişmeler yaşanmaya devam ediyor. Ülkeler işgal ediliyor, milyonlarca masum insan, suçsuz kadınlar ve çocuklar acımasızca katlediliyor. Bütün bunların Müslüman coğrafyasında yaşanması ise hiç de tesadüf sayılmamalıdır.
21. yüzyıla nasıl girdik? 21. yüzyıla; bölgesel çatışmalar, iç savaşlar, işgaller, koyunlaştırılmış kitleler, eğitim ve sağlık alanında özelleştirmeler, adaletsizliğin her alanda yaygınlaşması, gelir uçurumlarının artması ile birlikte girdik.
Her alanda yıkım yaşıyoruz. Ne var ki, bir sürprizle karşılaştık: Yıkım, öncelikle Küresel Düzen Kurcuları tehdit etmeye başladı. Yaşlanan nüfus, üretimden kopmuş ekonomi, başka ülkelerin doğal kaynaklarını yağmalamaya dönük güç ilişkileri, para oyunları ile ayakta tutulan ekonomiler, artan işsizlik, silahlanmaya ayrılan yüz milyarlarca dolarlık israf ekonomisi ile Oyun Kurucu ülkeler olan ABD ve Avrupa ülkelerinde küresel bir kriz ortamına çoktan girilmiş durumda. Bu küresel krizi atlatmak için bölgesel çatışmalar, savaşlar, işgaller, başka ülkelerin doğal kaynaklarını yağmalamak gibi alternatif çözümler bulmaya çalışan Küresel Oyun Kurucu ülkeler, krizden bir türlü çıkamıyor. Hatta, küresel ekonomik kriz her geçen gün derinleşiyor.
İlahi Adalet, küresel oyun kurucuların yarattıkları krizde boğulmalarının kaçınılmaz olduğunu gösteriyor. İşte bu noktada, dünyayı bir kaosa, kargaşaya, şiddete ve savaşa sürüklemekten çekinmedikleri için 21. yüzyılın Barbarlık Çağı olması da kaçınılmaz görünüyor.
21. yüzyıla, Barbarlık Çağı’na Hoş Geldiniz !