BİZİM DEMOKRASİ
ABDULLAH AYDIN
Anayasalar doğrudan yurttaşlara değil, Yasalara, yasalara bağlı kurumlara ve bu kurumların yönetenlerine hitap eder. Yurttaşların da yasa hükümlerine uyma zorunlulukları vardır.
Anayasa Mahkemesi, AKP’nin dayatma Anayasa değişikliğinin bazı maddelerinin üzerindeki kıymıkları alarak, güya Anayasa denetimini tamamladı ve Halkoylamasına gidilebileceği beyanında bulundu ve görevini yapmış(!) oldu.
Mecliste hiçbir konu ve maddesinde Siyasi Partilerin anlaşamadığı, tek taraflı oylarla kabul edildiği için, Anayasa değişikliği toplumda beklendiği memnuniyeti yaratmadı.
Anayasalar, ülke sınırları içinde yaşayan tüm yurttaşların ortaklık antlaşmasıdır. Toplumsal bu antlaşmanın temelleri atılırken, belirli bir süre hazırlığa, geniş katılıma, yurttaşlar arasında, akademik çevrelerde, siyasi kurumlarda enine boyuna tartışmalara ihtiyaç vardır. Kısacası, Anayasa taslağı hazırlanırken, bir partinin tek aşçılı mutfağında değil, toplumun bütününün katılabileceği, geniş katılımla birçok aşçının fikrini söyleyebileceği toplum mutfağında hazırlanması gerekirdi. Bu yapılmadı, birilerinin “DEĞİŞTİRİN” buyruğu çerçevesinde alel acele değişikliğe gidildi.
Bizim Demokrasi anlayışımızda, pek fazla dile getirmediğimiz sakatlıklar var. Aynı meclis çatısı altında bulunan, aynı Anayasa ve yasalar üzerine yemin eden Parti ve Milletvekillerinin, ülke sorunlarının hiç birinde ortak anlayış ve yönleri yok. Bu anlayışsızlık, yasaların mecliste kabulünden başlayarak, uygulamada bazı çelişkilere ve kavgalara neden olmaktadır. Meclis çalışmalarının ve aldığı kararların yansımalarına göre, İktidara göre muhalefet, muhalefete göre iktidar yanlış yapıyor ve ihanet içindeler. Güya iktidar, bu zamana kadar yapılan tüm yanlışları düzeltmiş, Muhalefet ise, iktidara gelirse yapılan tüm yanlışları düzeltecek.
Siyasi hayatımız bu kısır eksen etrafında dönüp dururken, halk sorunlarının çözülmemesinin acı ve ızdırabını yaşıyor. Giderek çarpıklaşan siyasetimiz, halkımızın diğer uluslarla yarışmasının önüne engel teşkil ediyor. Yarım yüzyıl içinde, bizden çok çok gerilerde olan kimi ülkeler, Eğitimde, Sağlıkta, Ekonomide, Bilimde, Sporda fersah fersah önümüze geçtiler ve bize el sallar duruma geldiler.
Bizim siyasetimiz (Özellikle iktidarlar), ülkenin bütünüyle kendilerine tabi olmasını istiyorlar. Kamu görevlilerinin, hatta adli kurumların bile mutlaka kendi siyasi anlayışları çerçevesinde çalışmalarını istiyorlar. AKP iktidarı bu konuda Demokrasi ile Devlet yapılanması ile asla bağdaşmayacak uygulamalardan hiç sakınmıyor. Herhalde AKP, iktidarının sonsuzluğa uzandığını sanıyor.
Bizim siyasetimiz ekonominin de kayıtsız koşulsuz kendilerine bağlanmasını ve kendilerini desteklemesini istiyor. AKP iktidarı bu konuda gözü kara gidiyor. Kendi Devlet yapısını, Kendi Polis ve Askeri yapısını, kendi yargısını oluşturmaya çalışırken, kendi burjuvazisini ve sermaye sınıfını oluşturmayı da ihmal etmedi. AKP’ye rampa etmeyen sermaye grupları çeşitli yöntemlerle ya devreden çıkarıldı, ya da sindirildi.
AKP iktidarına bunlar yetmiyor elbette. Basın ve görsel yayın organları da büyük oranda hizaya getirildi ve ‘Yandaş Medya’ denen yapı oluşturuldu. Yandaş medya ‘İktidarın her yaptığı doğru ve hukuka uygundur’, ‘muhalefetin bu ülkeye hiçbir yararı yok, muhalefet olmasa da olur’ durumuna geldi.
İktidara göre Üniversitelerin bilim üretmesine, bilim adamı yetiştirmesine ne gerek var; iktidarın icraatlarını desteklesinler, övsünler istiyor. Yeter mi? Yetmez. Siyasetin dışına düşen yandaşlarımı de istihdam etmeyi ihmal etmesinler! Yeterli olup olmamalarına pek bakmasınlar; onların bizim partinin adamları olduğunu unutmasınlar!
İktidara geldikten sonra Devlet politikası diye bir şey kalmıyor. Varsa da, yoksa da ‘bizim partinin’ görüşleri, düşünceleri geçerli olsun isteniyor. Bu davranış ve uygulama biçimi, siyasetimizin Demokratik kalıcı bir anlayışımızın, program anlayışımızın olmadığını gösteriyor.
Siyasetimizde atmasyon ve palavra adeta egemenlik kurmuş durumda. Yetkili bir siyasetçi seçmen kitlesini karşısında görünce (Kitle biraz da coşkuluysa) yapmayacağı iş kalmaz. O boyutlarda mahir, becerikli ve etkilidir ki; adeta gökteki yıldızları bile seçmenin ayaklarının altına serecekmiş gibi davranır. Ne yazık ki; biz gariban seçmenler de bu martavallara inanır, umutlanır ve siyasetçiye her türlü desteği veririz.
Bizim siyasetimizin sosyolojik temeli yoktur, tek ayaküstünde yürümeye çalışmaktadır. Sosyolojik farklılıkların örgütlenemediği, farklı düşüncelerin farklı siyasi örgütler aracılığıyla seslendirilemediği siyasi yapılanma Demokratik olamaz, toplumun bütününe hizmet edemez. Nitekim toplumdaki gelir ve yaşam standardının giderek emekçiler aleyhine bozulması, gelir göstergelerindeki açının büyümesi, ülkedeki artı değer paylaşımında da eşitlik ve paralellik olmadığını gösteriyor. Bu çarpık gösterge, ülkemizin geleceğinde ortaya çıkacak sosyal hastalık ve çatışmaların mikrobunu içinde taşıyor. Siyaset bu tehlikeyi görmezden geliyor.
Son Anayasa yapımı ve arkasından gelen söz dalaşı, siyasetimizdeki karmaşanın, benmerkezciliğin, Demokrasi dışı taleplerin ve Demokrasiye inançsızlığın elle tutulabilir bir örneği. Bütün çabasını (Fiziki ve ruhi) iç çatışmaya ayıran bir toplumdan, diğer toplumlardan geri kalmasından başka nasıl bir sonuç beklenilebilir?
Bütün olumsuzluklarına rağmen, toplumuz hâlâ siyasetten bir şeyler bekliyor. Umutla, umutsuzlukla!
Abdaydin42@hotmail.com