DİRENDİĞİN KADAR
ABDULLAH AYDIN
Abaydinn42@hotmail.com
Canlılar; Doğa, Çevre şartları ve diğer canlılarla olan ilişkilerinde ne ölçüde dirençli, sezgileri ne kadar güçlü ise, yaşam alanında da o ölçüde yer bulurlar.
İnsanlar diğer canlılardan farklı olarak, duygu, düşünce, bilgi ve eylem çeşitliliği avantajı ile daha geniş bir hayat alanına sahiptirler. Bilgiyi, iletişimi ve tepkiyi geliştirdikleri oranda da yaşam alanları genişlediği gibi, yaşam standartları da genişlemekte ve gelişmektedir…
Direniş bir hak arama yöntemidir; İnsani, Hukuki ve Demokratik bir haktır.
Direnişler zaman zaman sözlü, zaman zaman yazılı, kimi zaman da fiziki olabilir; Siyasi olabilir, Sosyolojik olabilir. Demokratik çerçevede oluşturulacak direnişler mutlaka Hukuki temele ve gerekçelere oturmalıdır.
Toplumsal yararlara, Hukuki temellere, Demokratik teamüllere uymayan direnişlerin varacağı sonuç karmaşadır, kavgadır. Haklı temellere oturmayan, kavga ve gürültüyle elde edilen kazanımlar topluma yarar getirmeyeceği gibi, kalıcı da olmazlar…
Direnişler genelde egemenlere, sömürgecilere ve yaptırım gücü olan kurumlara karşı yapılır. Yaşadığımız ortamda bizim direnme hakkımız var mı? Var! Hem de sayılamayacak kadar çok konuda var. O halde direnmek zorunda olduğumuz noktalar nelerdir?
Her türlü Hukuki haksızlıklara, Hukuk dışı, Demokrasi dışı baskılara karşı…
Hırsızlığa, rüşvete, haksız kazanca, kamu makamları ve yetkilerinin çıkar yolunda kullanılmasına…
Türkiye’yi yağmalayan ve yağmalatanlara karşı…
Yolsuzluğa, yoksulluğa, yasaklara, yalana, yılgınlığa ve yobazlığa karşı…
“Çok net söylüyorum, benim evlatlarım böyle bir yolsuzluğa karışsın, bir saniye yanımda tutmam, evlatlıktan reddederim” dedikten sonra: Oğullarını ev temizliği için uyaranlara karşı…
“Biz bu milletin yöneteni değil, hizmetkârıyız” demesine, politik girişinde parmağındaki yüzüğü göstererek “ siyasi hayatımda bundan başka servetim olursa benden hesap sorun” demesine rağmen, geldiğimiz tarihte Dünya’nın en zengin siyasetçilerinden biri olduğu söylenenlere karşı…
Ülkede egemen kılınmaya çalışılan din taassubuna, dini motiflere kamu yönetimine sokmaya çalışanlara ve Arap geleneklerini Din diye yutturmaya çalışanlara karşı…
Yönetenlerin, yurttaşlar arasında taraflı davranışlarına; toplumu sizden bizden diye ayıran siyaset hokkabazlarına karşı…
Ülke Hukukunu allak bullak edenlere, Hâkimlerin, Savcıların, Mahkemelerin tarafsızlığını ortadan kaldıranlara ve ülkeyi her türlü haksızlığın yaşandığı karanlık bir dehlize çevirenlere karşı…
Fırıldak gibi dönen, mevki ve menfaat peşinde, ikbal peşinde koşan, “Harun gibi geldiler, Karun oldular” demesine rağmen, bir müddet sonra Karun’lara sığınan ilkesiz siyasetçilere karşı…
Cumhuriyetin ekmeğiyle büyüyüp makam, mevki ve servet sahibi olup, bağımsızlık mücadelesine, Cumhuriyete, Devrimlerine ve Lâikliğe karşı savaş açanlara, dindar Anayasa peşinde koşarak Ortaçağ karanlığına selam gönderenlere karşı…
“Osmanlı’dan sonra Türkiye’de bir zulüm tarihi oldu” diyen, künyesinin başına Profesör yazılmış gerçeklerden uzak zavallı inkârcılara karşı…
Terörü kışkırtıp besleyen, her türlü lojistik desteği veren Uluslar arası silah tekelleri ve onları koruyan yapılara… Hem silah ticaretinden büyük kazançlar sağlayıp, hem de yalandan ‘Barış’ çağrısı yapan sahtekârlara karşı…
Ülkemizde ve Dünya’da akan kana, kaybolan canların yaşam hakları ve gelecek kuşakların barış ve refah içinde yaşamaları için sürekli haykırış ve direniş gereklidir…
İnsan ve Yurttaş hakları için, haksızlıklar ve yalanlar, taraflı uygulamalara karşı, toplumumuzun ve ülkenin istikbali için direnmek Hukuki bir haktır, İnsani bir görevdir. Direnme hakkını kullanmayanlar, nemelâzımcılar, aptal aptal seyredenler yurttaşlık ve insanlık haklarından vazgeçmiş veya başkalarına devretmiş demektir… Ancak direndiğimiz kadar hayat bulabiliriz…
Yazımızı Fatih Sultan Mehmet’in Beş Yüz Elli yıl önce söylediği bir sözüyle bitirelim: “Kadıyı satın aldığın gün, Devlet ölmüş demektir”.
Kendimizi de, Devletimizi de Hukuk içinde yaşatmak asli görevimiz olmalıdır!