ABDULLAH AYDIN:TÜRK-KÜRT

Memo Zin adlı yapıtı, üç-dört kişilik bir grup tarafından birkaç yılda ancak sonuçlandırabildiklerini ve yazın konusunda oldukça zorlandıklarını, Kürtçenin Alfabesinin olmadığını

KELİMELERİN BENZERLİĞİ  TÜRK-KÜRT

                                                                                                                  ABDULLAH AYDIN

                                                                                                                                                                                                                             Abdaydin42@hotmail.com

                Dünya"daki etnik yapılar incelendiğinde, halkların isimlendirilmesinde, TÜRK-KÜRT kelimelerinde olduğu kadar birbirinin aynı başka benzer isimler bulunamaz.

                Tek heceli bu adlandırma kelimeleri, baş ve son harflerinin karşılıklı değişimi ile aynı harflerden oluşuyor. Her ikisi de sert vurguya sahip olup, ünsüz harflerin hâkim olduğu kelimeler. Kısa ve kesik seslenişleriyle, asırlarca bu coğrafyaya egemen olan Arap ve Fars kültürünün etkisinin dışında kalmış, onların yayvanlığından kurtulmuşlardır.

                İlk bakışta aynı kültürden kaynaklanan kardeş kelimeler gibi duruyorlar. Ancak son yıllarda Kürtçenin sözelinde ve yazılımında, biraz da zorlamayla, Türkçe alfabede kullanılmayan X ve Q gibi harflerin varlığı savunuluyor ve kullanılıyor. Dil yapıcıları ve kullanıcıları, kendi alfabelerinde hangi harfleri, hangi kelimeleri, terimleri kullanmaları konusunda elbette sonsuz özgürlüğe sahiptirler. Bir lisanın içinde kullandığı harf sayısı ne kadar çoksa, dilin zenginliği de o ölçüde artacak demektir. Ancak: fazla zorlamak beklenen başarıyı getirmiyor.

                1970 li yılların başında okumuş olduğum, Kürt kökenli yurttaşlarımızca oldukça değerli kabul edilen, “Memo Zin” adlı aşk hikâyesi yazarının, kitabın önsözündeki açıklamaları (şayet okuduğum kitap orijinal baskısıysa) dikkatimi çekmişti. Yazar açıklamasında: Memo Zin adlı yapıtı, üç-dört kişilik bir grup tarafından birkaç yılda ancak sonuçlandırabildiklerini ve yazın konusunda oldukça zorlandıklarını, Kürtçenin Alfabesinin olmadığını, Eğitim ve Edebiyat dili olarak kullanılmasının zor olduğu notunu düşmüştü. Gerekçe olarak da; kelime sayısının az, primitif bir dil olduğunu, dar ve kırsal bir yaşam tarzına hitap ettiğini belirtmişti. Kullanılan diller, o toplumun her türlü üretim gücü ile geliştiği ve şekillendiği unutulmamalıdır. Elbette Kürtçe de gelişebilir.

                Çoğu kesim bin yıllık Türk-Kürt kardeşliğinden bahseder. Türk"lerin Anadolu"ya yerleşmelerinin başlangıcı, Malazgirt Savaşından çok daha öncelere dayanır. Malazgirt zaferi, Türklerin Anadolu"yu yurt tutmalarının "tapusunun çıkarıldığı" tarihtir. O yerleşmeler sırasında, bu gün bazılarınca "Kürt"lerin bölgesi" olduğu söylenen yerlerde kimler oturuyordu ve Türk"ler Malazgirt muharebesini gerçekte kimlere karşı yapmıştı? Malazgirt"te savaşan Alpaslan"ın ordularının içinde Kürt"ler de var mıydı, Türk-Kürt kardeşliği o zaman mı başlamıştı acaba?

                Günümüzde, Türk kökenli yurttaşlarımız bin yıllık kardeşlikten bahsederken, nedense, Kürt kökenli yurttaşlarımız bu terimi pek kullanmıyorlar. Acaba ifadeyi mi sevmiyorlar, yoksa kardeşliğimi benimsemiyorlar? "Kürt halkının Demokratik istekleri"nden bahsedenler durumu açıklarlarsa iyi bir hizmet yapmış olurlar.

                Açılım histerisine tutulmuş kimi çevreler ve AKP iktidarı, attıkları ilk adımda yanlışlığın içine düştüler. "Kürt açılımı" deyimiyle, yirmiden fazla dil ve lehçenin olduğu ülkemizde, anormal taleplerin ve çatışmaların yolunu açtılar. Hukuka, İnsan haklarına ve Demokratik bir ülkedeki özgür yurttaş haklarına dayalı açılımlar yerine, etnik bir terminolojiyle işe başladılar ve karşı konulması zor tepkilere neden oldular.

                Açılım sorunu gündeme geldikten sonra, Türkiye değişik bir Paradoks daha yaşıyor. Legal olduğunu ve Demokratik yollarla seçilerek meclise geldiklerini ve bir Parti (DTP) adı altında toplandıklarını ve Kürt halkının gerçek temsilcisi olduklarını söyleyen DTP, kendini illegaliteye itiyor. Halktan temsil yetkisi aldığını söylemesine rağmen, sorunların çözümünde Terör örgütünü ve be binlerce yurttaşın katilini referans olarak gösteriyor. Belli ki DTP kendi içinde bir kaos ve Paradoks yaşarken, Türkiye"yi de yaşadıkları açmazın içine çekmeye çalışıyor. DTP taleplerinde eveleme geveleme yaparken, terör örgütü PKK"nın ve hiç konuşamaması gereken Abdullah Öcalan"ın olmaz istekleri sorunu çözümsüzlüğe itiyor ve DTP bu plâtform üzerinden siyaset yapmaya çalışıyor.  Zımnen TBMM"nin yasallığını tartışmaya açıyor, çözümü yasa dışında arıyor!

                İnsanın ve ulusların yaşayabileceği en acı olay kardeş katili olmasıdır. İçinde kavgaya dönüşme olasılığı taşıyan bu açılım sorununa, bu ülke üzerinde yasal söz hakkı olan herkesin katkı sunması gerekiyor. Öneride bulunanlar aklı, mantığı ve gerçekleri görmezden gelmemeliler. Birlikte yaşayanların isimleri kardeş özellikler taşırken, duygular ve istekler kavga tamtamları çalmamalı, hiç kimse Türkiye"yi yönetenlerin yarattıkları zaaftan faydalanmaya çalışmamalıdır!...



ABDULLAH AYDIN
Abdaydin42@hotmail.com

Dünya"daki etnik yapılar incelendiğinde, halkların isimlendirilmesinde, TÜRK-KÜRT kelimelerinde olduğu kadar birbirinin aynı başka benzer isimler bulunamaz.
Tek heceli bu adlandırma kelimeleri, baş ve son harflerinin karşılıklı değişimi ile aynı harflerden oluşuyor. Her ikisi de sert vurguya sahip olup, ünsüz harflerin hâkim olduğu kelimeler. Kısa ve kesik seslenişleriyle, asırlarca bu coğrafyaya egemen olan Arap ve Fars kültürünün etkisinin dışında kalmış, onların yayvanlığından kurtulmuşlardır.
İlk bakışta aynı kültürden kaynaklanan kardeş kelimeler gibi duruyorlar. Ancak son yıllarda Kürtçenin sözelinde ve yazılımında, biraz da zorlamayla, Türkçe alfabede kullanılmayan X ve Q gibi harflerin varlığı savunuluyor ve kullanılıyor. Dil yapıcıları ve kullanıcıları, kendi alfabelerinde hangi harfleri, hangi kelimeleri, terimleri kullanmaları konusunda elbette sonsuz özgürlüğe sahiptirler. Bir lisanın içinde kullandığı harf sayısı ne kadar çoksa, dilin zenginliği de o ölçüde artacak demektir. Ancak: fazla zorlamak beklenen başarıyı getirmiyor.
1970 li yılların başında okumuş olduğum, Kürt kökenli yurttaşlarımızca oldukça değerli kabul edilen, “Memo Zin” adlı aşk hikâyesi yazarının, kitabın önsözündeki açıklamaları (şayet okuduğum kitap orijinal baskısıysa) dikkatimi çekmişti. Yazar açıklamasında: Memo Zin adlı yapıtı, üç-dört kişilik bir grup tarafından birkaç yılda ancak sonuçlandırabildiklerini ve yazın konusunda oldukça zorlandıklarını, Kürtçenin Alfabesinin olmadığını, Eğitim ve Edebiyat dili olarak kullanılmasının zor olduğu notunu düşmüştü. Gerekçe olarak da; kelime sayısının az, primitif bir dil olduğunu, dar ve kırsal bir yaşam tarzına hitap ettiğini belirtmişti. Kullanılan diller, o toplumun her türlü üretim gücü ile geliştiği ve şekillendiği unutulmamalıdır. Elbette Kürtçe de gelişebilir.
Çoğu kesim bin yıllık Türk-Kürt kardeşliğinden bahseder. Türk"lerin Anadolu"ya yerleşmelerinin başlangıcı, Malazgirt Savaşından çok daha öncelere dayanır. Malazgirt zaferi, Türklerin Anadolu"yu yurt tutmalarının "tapusunun çıkarıldığı" tarihtir. O yerleşmeler sırasında, bu gün bazılarınca "Kürt"lerin bölgesi" olduğu söylenen yerlerde kimler oturuyordu ve Türk"ler Malazgirt muharebesini gerçekte kimlere karşı yapmıştı? Malazgirt"te savaşan Alpaslan"ın ordularının içinde Kürt"ler de var mıydı, Türk-Kürt kardeşliği o zaman mı başlamıştı acaba?
Günümüzde, Türk kökenli yurttaşlarımız bin yıllık kardeşlikten bahsederken, nedense, Kürt kökenli yurttaşlarımız bu terimi pek kullanmıyorlar. Acaba ifadeyi mi sevmiyorlar, yoksa kardeşliğimi benimsemiyorlar? "Kürt halkının Demokratik istekleri"nden bahsedenler durumu açıklarlarsa iyi bir hizmet yapmış olurlar.
Açılım histerisine tutulmuş kimi çevreler ve AKP iktidarı, attıkları ilk adımda yanlışlığın içine düştüler. "Kürt açılımı" deyimiyle, yirmiden fazla dil ve lehçenin olduğu ülkemizde, anormal taleplerin ve çatışmaların yolunu açtılar. Hukuka, İnsan haklarına ve Demokratik bir ülkedeki özgür yurttaş haklarına dayalı açılımlar yerine, etnik bir terminolojiyle işe başladılar ve karşı konulması zor tepkilere neden oldular.
Açılım sorunu gündeme geldikten sonra, Türkiye değişik bir Paradoks daha yaşıyor. Legal olduğunu ve Demokratik yollarla seçilerek meclise geldiklerini ve bir Parti (DTP) adı altında toplandıklarını ve Kürt halkının gerçek temsilcisi olduklarını söyleyen DTP, kendini illegaliteye itiyor. Halktan temsil yetkisi aldığını söylemesine rağmen, sorunların çözümünde Terör örgütünü ve be binlerce yurttaşın katilini referans olarak gösteriyor. Belli ki DTP kendi içinde bir kaos ve Paradoks yaşarken, Türkiye"yi de yaşadıkları açmazın içine çekmeye çalışıyor. DTP taleplerinde eveleme geveleme yaparken, terör örgütü PKK"nın ve hiç konuşamaması gereken Abdullah Öcalan"ın olmaz istekleri sorunu çözümsüzlüğe itiyor ve DTP bu plâtform üzerinden siyaset yapmaya çalışıyor. Zımnen TBMM"nin yasallığını tartışmaya açıyor, çözümü yasa dışında arıyor!
İnsanın ve ulusların yaşayabileceği en acı olay kardeş katili olmasıdır. İçinde kavgaya dönüşme olasılığı taşıyan bu açılım sorununa, bu ülke üzerinde yasal söz hakkı olan herkesin katkı sunması gerekiyor. Öneride bulunanlar aklı, mantığı ve gerçekleri görmezden gelmemeliler. Birlikte yaşayanların isimleri kardeş özellikler taşırken, duygular ve istekler kavga tamtamları çalmamalı, hiç kimse Türkiye"yi yönetenlerin yarattıkları zaaftan faydalanmaya çalışmamalıdır!...

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.

Güncel-siyaset Haberleri