Adnan YILDIZ: İADE-İ İTİBAR

Halbuki aynı Seyyid Rıza 1912 yılında Osmanlı tarafından da idama mahkum edilmiş ve affedilmişti. Bu husus her nedense sözkonusu çevrelerce pek gündeme getirilmez. Çünkü asıl amaç Seyyid Rıza’nın itibarlaştırılmasından öte Cumhuriyetin itibarsızlaştırılma

 

İADE-İ İTİBAR

Adnan Yıldız

Son yıllarda sıkça gündem meşgul eden kavramlardan bir tanesi de iade-i itibar kavramıdır. Son örneği Tunceli (Dersim) ayaklanmasını başlatan Yukarı Abbaslı Aşiretinden Seyyid Rıza’dır.

Bazı  çevreler mecliste Seyyid Rıza’ya iade-itibarının kazandırılması yönünde teşebbüslere de başlamışlardır.

Yani 1937 yılında Seyyid Rıza’yı idam eden Cumhuriyet hesapta Seyyid Rıza’nın itibarını elinden almış ve iade etmeliymiş. Halbuki aynı Seyyid Rıza 1912 yılında Osmanlı tarafından da idama mahkum edilmiş ve affedilmişti. Bu husus her nedense sözkonusu çevrelerce pek gündeme getirilmez. Çünkü asıl amaç Seyyid Rıza’nın itibarlaştırılmasından öte Cumhuriyetin itibarsızlaştırılmasıdır.

 

Bu durum uzun yıllardır da devam etmektedir.

Mesela Demokrat Parti 1950 yılında iktidara geldiğinde partinin kurucusu Celal Bayar’ın ilk yaptığı işlerden birisi de 1926 yılında Mustafa Kemal’e suikast davasından idam edilmiş olan Cavid Bey’in yeri saklanan mezarını Cebeci Asri Mezarlığına taşıtmak olmuştu. Böylece aynı fikri zemine mensup Celal Bayar tarafından Cavid Bey’e itibarı iade edilmeye çalışılıyordu. II: Meşrutiyet döneminin Maliye Nazırı Cavid Bey İttihat ve Terakkinin liberal kanadındandı. Cumhuriyet döneminde adem-i merkeziyetçi liberal Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının parti programını da Cavid Bey hazırlamıştı. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası Şeyh Sait ayaklanmasının kışkırtıcısı sayılarak 1925 yılında kapatılmıştır. Celal Bayar’ın Cavid Bey’e itibar kazandırmasının ya da Seyyid Rıza, Şeyh Said v.s gibi şahıslara da günümüzde birilerinin itibar kazandırmaya çalışmasının arka planında ise Cumhuriyetin, küresel sermaye güçlerinin çıkarlarının önünde engel olan bir fikri zeminde inşa edilmesi bulunmaktadır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 18 Eylül 1920 Türkiye Büyük Millet Meclisinde okuduğu ve 18 Kasım 1920 tarihinde oy birliği ile kabul edilen "Halkçılık Beyannamesi"bu zeminin ispatıdır. Bu beyanname şu şekildedir.

“Emperyalist devletlerin, devlet ve milletimizin hayatına açıkça kastetmeleri neticesinde meşru müdafaa için toplanan Türkiya Büyük Millet Meclisi, şimdiye kadar muhtelif vesilelerle açıkça ve zımnen ilan ettiği maksat ve mesleğini bir kere daha cihana arz için bu beyannameyi yayımlamaya lüzum görmüştür.

Türkiya Büyük Millet Meclisi, millî sınırlar dâhilinde hayat ve bağımsızlığı temin ve hilâfet ve saltanat makamını kurtarmak ahdiyle teşekkül etmiştir. Dolayısıyla hayat ve bağımsızlığını yegâne ve mukaddes emel bildiği Türkiya halkını emperyalizm ve kapitalizm tahakküm ve zulmünden kurtararak, irade ve hâkimiyetinin sahibi kılmakla gayesine ulaşacağı kanaatindedir.

Türkiya Büyük Millet Meclisi, milletin hayat ve bağımsızlığına suikast eden emperyalist ve kapitalist düşmanların tecavüzlerine karşı müdafaa ve bu maksada aykırı hareket edenleri cezalandırma azmiyle kurulmuş bir orduya sahiptir. Emir ve kumanda salahiyeti Büyük Millet Meclisi’nin manevî şahsiyetindedir.

Türkiya Büyük Millet Meclisi, halkın öteden beri maruz bulunduğu sefalet sebeplerini, yeni vasıtalar ve teşkilât ile kaldırarak yerine refah ve saadet ikame etmeyi başlıca hedefi sayar. Dolayısıyla toprak, maarif, adliye, maliye, iktisat ve vakıflar işlerinde ve diğer meselelerde içtimâî kardeşlik ve yardımlaşmayı hâkim kılarak, halkın ihtiyaçlarına göre yenilikleri ve tesisleri vücuda getirmeye çalışacaktır. Ve bunun için de siyasî ve içtimai ilkelerini milletin ruhundan almak ve tatbikatta milletin itiyat ve ananelerini gözetmek fikrindedir.

Dolayısıyla Türkiya Büyük Millet Meclisi, memleketin idarî, iktisadî, içtimaî, bütün ihtiyaçlarıyla alâkalı hükümleri peyderpey incelemeye ve kanun şeklinde tatbik mevkiine koymaya başlamıştır. Ve minallahü’t-tevfîk. (18 Kasım 1920)

Beyannamede en dikkat çeken husus ise “emperyalizm” ve“kapitalizm” kavramlarına sıkça yer verilmesidir. Bu durum Mustafa Kemal Atatürk’ün düşünce yapısının ipuçlarıdır. Çünkü Mustafa Kemal Atatürk, Ziya Gökalp ve Ömer Seyfettin gibi aydınların ülkemizde temsilciliğini yaptığı Tesânüdcülük (Solidarizm) fikrinin taraftarıdır.

Solidarizm Avrupa’da Emile Durkheim, Alfred Fouillee, Charles Gide, Paul Cauwes, L. Bourgeois gibi düşünürlerin öncülüğünü yaptığı bir fikir akımıdır. 19. yüzyılda kapitalizmin doğurduğu toplumsal sorunlara liberal ve sosyalist düşüncelerin tek başlarına tutarlı bir çözüm getiremeyeceği temeline dayanmaktadır. Solidaristler Liberalistlerin, “Laissez faire, laissez aller, laissez passer" yani “bırakınız yapsınlar, bırakınız gitsinler, bırakınız geçsinler” şeklinde formüle ettikleri prensipleriyle adaleti bir kenara attıklarını düşünüyorlardı. Buna karşılık sosyalistlerin kurmaya çalıştıkları sistemin de insanın özgürlüğünü bütünüyle yitirmesine yol açacağını ileri sürmekteydiler.

Bu eleştirileri doğrultusunda, bir üçüncü yol arayışına giren solidaristler, Fransa’da Radikal Parti çevresinde etkinlik kazanmışlardı. Radikal partinin dayandığı iktisadi akımların ideolojisi ise 1896’dan sonra teşekkül etti. O zamana kadar partinin belirli bir iktisadi felsefesi yoktu. Bu tarihte radikal-sosyalizmin önemli şahıslarından L. Bourgeois’nin “Yeni Mecmua/Nouvelle Revue”de yazdığı yazılar “Solidarizm” adıyla kitaplaştırıldı. Bu fikirler partinin iktisadi beyannamesi haline geldi.

Solidaristler, hür girişim ve mülkiyetin dokunulmazlığına gölge düşürmeden liberalizmle sosyalizm arası bir "orta yol" arayışındaydılar. Kısaca özetleyecek olursak; ekonomide devlet müdahaleciliğini öneren, sosyal mevzuatı gündemine alan, toplumsal yaşamda sınıf çatışmasının faydasız olduğuna inanan, çelişkiden arınmış, uzlaşma esasına dayalı organik dayanışmayı (tesânüd) benimseyen, laik eğitimi savunmaktaydılar. Nitekim bu ideoloji temelinde kurulan Fransız Üçüncü Cumhuriyetinde 1885'ten 1907'ye kadar çıkartılan yasalarla; basın özgürlüğü, ücretsiz ve zorunlu eğitim, dernek kurma özgürlüğü, laiklik ve toplantı özgürlüğü gibi geniş halk kitlelerini doğrudan ilgilendiren temel konularda önemli adımlar atılmıştı.

Ziya Gökalp’in Fransa’daki adıyla çıkardığı “Yeni Mecmua”da yaymaya çalıştığı bu fikir akımı Tanzimat sonrası “serbest ticaret” adıyla kapitalizmin hâkim kılınmasının ülkeyi getirdiği yıkım ve sömürgeleşme, karşısında çare arayan bazı Osmanlı aydınlarını Solidarizme yöneltmişti. Böylece liberallerin yandaşı olduğu İngilizlerin başını çektiği emperyalist politikalara karşı bir direncin tohumları Osmanlı topraklarında atılmaktaydı. Milli Mücadeleyi başlatan ve sonucunda Cumhuriyeti kuran kadroların çoğunluğunun düşüncesi de bu yöndedir. Ve Cumhuriyet bu temeller üzerine kurulmuştur. Cumhuriyet’in kurulduğu yıllarda devlet eliyle solidarist düşünürlerin birçok kitabının yayınlanmış olması bu açıdan dikkat çekicidir.

Ancak 1940’ta Fransa’nın Almanya tarafından işgaliyle solidarizmin siyasi temsilcisi konumunda olan Fransa’da 3. Cumhuriyet’in yıkılması bonucunda Türkiye’de de Solidarizm, büyük taraftar ve sempatizanlarına rağmen etkinliğini kaybetmeye başlamıştır. Dünya ise bir tarafta liberal-kapitalistlerin başını çektiği ABD, diğer tarafta sosyalizmin siyasi temsilcisi SSCB arasına sıkıştırılmıştır.

Dünyadaki bu gelişmenin Türkiye’deki en belirgin yansıması ise İttihat Terakki’nin liberalist-kapitalist kanadından olan Celal Bayar’ın önderliğinde kurulan Demokrat Parti’nin 1950’de iktidara gelmesi olmuştur. İşte Celal Bayar’ın ilk icraatlarından birisinin, uzun süre yeri gizli tutulan Cavid Bey’in mezarının Cebeci Asri Mezarlığı'na taşıtması bu açıdan ilginçtir.

Bu süreç, aynı  zamanda İslâmî bir tabir olan ve tarih boyunca “Batı-Emperyalizm”  ile mücadelenin simgesi durumundaki “gazi” unvanının artık bütünüyle unutturulacağı bir döneminde başlangıcıdır. Gazi unvanıyla anılan “Mustafa Kemal” ismi, yerini artık bütünüyle “Atatürk” ve “Atatürkçülük” tabirine bırakmıştır. Atatürkçülük ise yeni bir yorumla yeni bir ideoloji olarak sunulmaya başlayacaktır. Ama aslında olanlar, Türkiye’nin Abdülhamid öncesindeki Tanzimat Dönemi siyasetine geri döndürülmesidir. Ülke, Anglo-Saksonların başını çektiği liberal-kapitalist dünyaya eklemlenme sürecine sokulmuştur. Kısacası bu yıllardan sonra Türkiye’ye biçilen yeni görev, kapitalist sisteme “çevre ülke” olmaktır. 

Gelinen bu yeni dönemde, emperyalizmle mücadele gibi ifadeler artık söz konusu değildir. Bu söylem, kurulan yenidünya sisteminde alternatif olarak sunulan “sosyalistlere” tahsislidir. Diğer taraftan Batının adeta kutsandığı ve idealize edildiği bir döneme girilmiştir. Bu değişim öylesine güçlü ve kökten olmuştur ki, iktidar ve muhalefet birbirlerine zıt gibi görünseler de çoğu noktada müttefik olabilmektedir.

Günümüzde de bu durum devam etmektedir.

Seyyid Rıza’ya iade-i itibar veya Anayasadan Türklüğün çıkartılmaya çalışılmasında hem iktidar hem muhalefet içerisinde ittifak halinde olanlar gibi.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Güncel-siyaset Haberleri