Behice Boran’ı, tam 26 yıl önce bugün 10 Ekim 1987’de yitirdik
Behice Boran ve Osmanlı tezleri
Oğuz Oyan
Behice Boran’ı, tam 26 yıl önce bugün 10 Ekim 1987’de yitirdik. Boran’ın bilimsel katkılarının az bilinen bir alanını gündeme getirerek, onu anmak üzere Bilim ve Sanat dergisinin 1987 Aralık sayısında bir makalem yayımlanmıştı: “Behice Boran’ın feodalizm ve Osmanlı toplum yapısı tahlilleri”. Şimdi bu makalemden bazı alıntılarla Behice Boran’ı bir kez daha anmak ve eserlerine olan ilgiyi yeniden beslemek istiyorum. (Bu makalenin tümüne ulaşmak isteyen okurları, daha kolay bulabilecekleri Feodalizm ve Osmanlı Tartışmaları (İmaj Yayıncılık, Ankara, 1998) başlıklı kitabımın 129-139. sayfalarına yönlendiriyorum).
“Haftalık YÖN dergisinin 50. ve 51. sayılarında yayınlanan iki bölümlü makale Behice Boran’ın önemini bugüne kadar yitirmeyen yöntem ve tarih analizleri olarak önümüzde duruyor. YÖN dergisinin 28 Kasım ve 5 Aralık 1962 sayılarından tastamam 25 yıl (bugün itibariyle 51 yıl, OOyan) sonrasına, günümüze, güncelliğini yitirmeden ışık saçabilmek ender araştırmacıya nasip olmuştur herhalde. Sözkonusu makalenin önemi sadece zamanın aşındırmalarına karşı dirençle karşı koymasından kaynaklanmıyor; 1960’larda yoğunlaşan ‘Osmanlı toplumu ve hakim üretim tarzı’ tartışmalarına ilk hareketi vermesinden ve izleyen tartışmaların ortalama düzeyini genelde aşmasından kaynaklanıyor.
“(…) Behice Boran, Prof. Cahit Tanyol’un eleştirilerine yanıt vermek için kaleme aldığı (ama bu arada, Ö. L. Barkan’ı da eleştirmekten geri kalmadığı) YÖN’deki ‘Metod Açısından Feodalite ve Mülkiyet’ başlıklı makalesinin birinci bölümünü ‘Marksist metot nedir’ sorusuna ayırmakta ve ‘gerçeklere dayanmayan, gerçeklerle beslenmeyen kavramlar boş kalıplar haline gelirler ama genel kavramlarla sistemleştirilmemiş gerçekler de bir olgular yığını olmaktan öteye geçemez’ demekteydi.
“Emeğin yeri ve durumuna göre başlıca üç tip üretim sistemi ayırt edilebileceğini ifade eden Boran, toprağa bağlı serf emeğine dayalı feodal üretim ve mülkiyet ilişkilerini şöyle tanımlıyor: Genellikle ‘serf’ kelimesiyle adlandırılan toprağa bağlı emekçinin gerek hukuki, gerekse fiili durumu katiyen kölenin durumu değildir. (…) Serfin toprak üzerinde bir intifa (yararlanma) hakkı vardır ve beye karşı mükellefiyetlerini yerine getirdiği müddetçe bu hak ondan alınamamaktadır. Böyle toprağa bağlı ve toprak üzerinde topluca tanınmış bir takım haklara sahip sınıfın mevcudiyeti toprakta tam mülkiyet hakkının hiçbir sınıfta olmaması, toprak mülkiyetinin bir ‘haklar hiyerarşisi’ halinde ‘serf’ ile ‘senyör’ sınıfı ve senyör sınıfı içinde de kademe kademe bölünmesi durumunu yaratmıştır. (…) İdari-askeri görevler karşılığı beylere toprak, toprağa bağlı tarım emekçileri ve ürünleri üzerinde belirli haklar tanınıyordu. Emekçilerin belirli toprak parçalarına nesiller boyu bağlı kalmaları ve gerek bu toprakların, gerekse kendilerinin idaresi aynı şahsın elinde bulunması, bu tip toplumlarda sınıflararası münasebetlere ister istemez ‘şahsi’ bir vasıf kazandırıyordu. Şimdi bu özetlediğimiz toplum sistemi, feodal tip dediğimiz toplumdur ve yukarıdaki vasıflar Batı’nın mahalli derebeyliği kadar bizim merkezi Osmanlı İmparatorluğu için de doğrudur; buna dayanaraktır ki Osmanlı İmparatorluğu feodal tipte bir devlettir diyoruz (…) Batı’daki feodalite ile Osmanlı İmparatorluğu, ‘feodal tip’ toplumun iki değişik örneği -variant’ı-dır.”
1987 tarihli makalemizin son paragrafıyla bitirelim: “Osmanlı’nın temel karakteri itibariyle feodal bir toplum olduğunun anlatılabilmesi bugünün de öncelikli bir meselesi olarak önümüzde durmaktadır ve bu, bugün, dünden daha kolay değildir. Ama zaten bilimin zaferleri uzun sürede kazanılır”.