BU BİR KPSS HİKAYESİDİR

Anadolu köylüsü çiftçi çocuk, ilköğretimi tamamladı. Babası okuyup okumayacağını sordu. “Okuyacağım baba dedi, tüm arkadaşlarım liseye giderken ben gitmeyeyim mi?” Toydur bizim oğlan, genç adayı bir ergendir. Ağaç yaş değil artık, bir kalıba şekle sokmak

BU BİR KPSS HİKAYESİDİR

SEN EY GÜZEL EĞİTİM SİSTEMİMİZ;

Bir sistemin var. Ve bu sistemle yetiştirdiğin insanlar üniversitede okuyor, mezun oluyor. Peki, mezuniyet yeterli oluyor mu, ne mümkün… Yeni sınavlar, yeniden sınavlar…

Eğittiğin genç vatandaş orta yaşlarına geliyor, sen ona ille de (alanınla ilgili olmayan) “sınava gir, başarılı olursan seni yetiştirdiğim alanında istihdam edeyim” diyorsun. Verdiğin eğitimden mi kuşkun var, tatmin mi olamıyorsun? O eğitimi sen veriyorsun, tatmin olamıyorsan bu senin kusurundur. Türk evladını neden cezalandırıyorsun?

Belki diyeceksin “onca talebem var. Her birini nasıl istihdam edeyim. Mecburen sınava tabi tutuyorum.” Madem öyle, neden kendisinden faydalanmayı düşünmediğin bir güruh türetiyorsun. Elde olanla baş edemediğin halde neden yeni üniversiteler açıyorsun. Gençlerin yıllarını kendinde hapsettikten sonra “sana ihtiyacım yok” diyorsun. Türk evladını neden cezalandırıyorsun?

Belki diyeceksin, “benim amacım istihdam etmek değil, insan yetiştirmektir.” O halde şimdi sana anlatacağım BİR KPSS HİKÂYESİ var. Gör bak, yetiştirdiğin insanın halini, belki insafa gelirsin…

Türkiye cumhuriyeti vatandaşı ve Türkiye’nin eğitim sistemi. Bu çerçevedeki hayat sergüzeşti oldukça dramatiktir, dokunaklıdır ve kesinlikle abartı yoktur. Hikâyemizde gençlerimiz kendinden çok şey bulacaklardır maalesef. Hikâyemiz başlıyor.

*    *   *

Bizim toprak kokan Anadolu köylüsü çiftçi çocuk, ilköğretimi tamamladı. Babası okuyup okumayacağını sordu. “Okuyacağım baba dedi, tüm arkadaşlarım liseye giderken ben gitmeyeyim mi?”

Toydur bizim oğlan, genç adayı bir ergendir. Ağaç yaş değil artık, bir kalıba şekle sokmak zordur. Meslek liselerine ve beceri gerektiren mesleklere ilgi duymuyor. Arkadaşlarıyla beraber lise hayatına başlıyor. Lise bittiğinde edindiği hayat tecrübesi kalem, kitap defterdir. İş hayatına atılabilecek bir becerisi yoktur. Çaresiz tek çıkar yol üniversite hazırlığıdır diyerek özel bir kursa yazılmak istiyor. Okul eğitimi üniversiteyi kazandırmada yeterli olmuyor sonuçta. Çiftçi baba mecburen ikna oluyor. Babamızın cüzdanı el vermese de vicdanı bir imkân buluyor, kazandırana kadar özel eğitim kursunda okutuyor. Hatta çocukları için şehirde de bir ev tutup oraya taşınıyorlar. Bizim delikanlı nihayet bir üniversitenin falanca bölümünü kazanıyor.

Güzelim üniversite yılları çiftçi babamız için çok çetin geçti, fakat evlatları bunu hiç bilmedi. Çiftçi ailemiz çok sıkıntı çekti ama artık biricik evlatları kendi ayakları üzerinde durabilecekti. En az 23 yıllık özlem vuslata erecekti. Göğsünü gere gere etrafına “benim oğlum öğretmen olmuş” diyebilecekti. Lisans, formasyon, tezsiz derken okul bitiyor, ama dert yeni başlıyordu.

Bizim delikanlı artık üniversite mezunu. Avam tabirle “kazık kadar adam olmuştu”. Artık baba parası yemeyecekti herhalde. Fakat şu KPSS yok mu, sevincimizi kursağımızda bıraktı. İyi de çalışmıştı, iyi de puan almıştı ama atanamadı. Birkaç KPSS tecrübesi geçti böylece. Acaba dedi, “başka bir iş mi yapsam?” Günlerce yeteneklerini irdeledi, uzman olduğu bir mesleği yok, iş kuracak sermayesi yoktu. Bir ara çaycılık yapmaya karar verdi, fakat babası: “ben seni bunun için mi okuttum” deyince hevesi kırıldı. “Bari askerliğimi çıkartsam aradan” dedi sonra... Baba parasıyla askerlik biraz zor geldi ama tezkere sevinci unutturdu her şeyi. Askerlik de bitmişti artık. Hayat aşamalarını devam ettiriyordu ama delikanlı halen kendi ayakları üzerinde duramıyordu.

Askerlik dönüşü ilkokul mezunu sınıf arkadaşıyla karşılaştığı günü unutmadı hiç. Hal hatır sordular bir birlerine. Diyor ki arkadaşı: “Ben bir koleksiyoncuda çalışıyorum, dikiş ustasıyım. Allaha şükür iyi de kazanıyorum. Evimi barkımı kurdum, evlendim. Bir de idarelik arabam var, çoluk çocuk geçiniyoruz işte. Ee… sen ne yaptın, okudun bitirdin, nerdesin ne iştesin” Bizimkisi gizli gizli bi yutkundu: “Bizim iş sakat kardeşim, KPSS’de Türkiye birincisi oldum, fizik okudum, sözelin canına okudum ama atama yok.  Bekliyoruz işte, belki seneye… nasip diyelim. “ Bu görüşmeden sonra sokağa çıkmaya da cesareti kalmadı. Kimsenin hal hatır sormasını istemiyordu artık.

Yazık değil mi, sevgili dostlar. Eğitim sistemimiz bakın bizi nasıl yetiştiriyor, bize neler öğretiyormuş. Bir insan nasıl tüketilir, bir insana nasıl kıyılır, bir insana nasıl değer verilir? Her şeyi öğreniyor insan…

Sorun bitmedi. Bizim delikanlı okurken katkı ve öğrenim kredisi almış. Şimdi mezuniyetinden iki yıl geçmiş. Milyarlarca tutar borcu var. Akşamı çıkartacak harçlığı yokken şimdi bu borcu nasıl ödeyecekti. Dolambaçlı ifadelerle babasına duyursa mı acaba… Ama çok oluyordu, çiftçi babasına destek olacağı yerde bunca yük verirli mi? “Yok yok, yazık adama, harçlık istemeye yüzüm yok, borcumu öde nasıl derim,” diye düşünüyor. Sonunda kararını veriyor: “boş ver gitsin, faizi eklensin napalım. Bir gün çalışır para kazanırsam yavaş yavaş öderim.” Halı altına süpürülen bu karar ile rahatlatıyor kendini.

Bir gün bizim delikanlı fena halde hastalanır, gönül hastalığı, aşk müptelası olmuş meğer. Gönül bu ya hesap kitap bilmez. Bir güzele vurulmuş. Kavanoz yuvarlanmış misali kendi gibi okumuş işsizlerden bir kıza kapılmış. Hem de onun da kredi borçları el değmemiş halde, faize binmiş. Hadi hayırlısı, bi atansalar en azından biri atansa düzelecek her şey.

Kız da haldaş olunca anlıyor bizimkinin halinden… Masrafsız yerlerde dolaşıyorlar, simitle çekirdekle eğleşiyorlar. Ama mutlu bir yuva hayalini dilden düşürmüyorlar çaresiz. Bu hayallerin cesaretiyle nihayet niyetler büyüklere açılıyor. Kız tarafı onay vermemede diretiyor, “kızım nasıl geçinirsiniz çocuğun işi yok.” Kız annesini ikna etme çabasında “ama anne çocuk çok iyi biri, inanın çocuğunuz gibi seveceksiniz. Okumuş, kültürlü bir insan.” Fakat bütün bunların bir anlamı yok, işsiz olunca delikanlı. Kültür, edep para etmiyor.

Delikanlı tarafında da benzer sorunlar var. Ama annemiz bastırıyor. “şu üç günlük dünyada oğlumuzun mürüvvetini görmeyecek miyiz bey, benim kenarda biriktirmişliğim üç-beş kuruş var. Bu yavrucakları baş göz edelim bey. Yaşı 30 olmuş ne zaman evlenecek bu çocuk.” Annemizin bu teşebbüsü bizim delikanlıyı nasıl da mutlu etmiştir. Çiftçi babamız gönlü baş göz etmekten yanadır. Aklını da o yöne meyletmenin çıkar yolunu düşünmektedir. Bir heves de var sonuçta. Bu yüzden kaba saba bir hesap yapar ve çok düşünmeden karar verilir. Kız tarafına gelmeler gitmeler uzun sürer, gönül yolları tuz buz olur. Nihayet gönülsüz bir karar ile nikâh kıyılır.

Daha yeni evlenmişlerdir. Kira verecek durumları olmadığı için baba evinde kalıyorlar. Bundan daha kötüsü daha bir ay geçmemişti ki taze gelinimiz hastalandı. Hastaneye götürdüler haliyle fakat sigorta yok, tedavi ateş pahası. Eşinin hastalığına mı yansın, çulsuzluğuna mı? Delikanlının boynu bükük, ama aslan gibi babası omzuna dokunuyor: “Merak etme evlat bir hal çaresini buluruz.” Delikanlı sevinmedi bile bu desteğe “Eyvallah” dedi içinden, ama içi buruktu. Ah diyordu içten içe “aaaahhh devlet baba

Yazık değil mi, sevgili dostlar. Eğitim sistemimiz bakın bizi nasıl yetiştiriyor, bize neler öğretiyormuş. Bir insan nasıl tüketilir, bir insana nasıl kıyılır, bir insana nasıl değer verilir? Her şeyi öğreniyor insan…

Bu son olay fena sarstı delikanlımızı. Günlerce gezdi dolaştı bir iş bulayım diye, boynu büküktü. Artık gururdan eser yoktu. Sonunda bir iş buldu. Özel bir eğitim kurumunda çalışacaktı, stajyer olarak. Maaş yok ama sigortası yapılacaktı. Fakat işini iyi yaparsa seneye asgari ücretle çalışabilecekti. “Çok şükür” dedi sonunda. İşe başladı. Sabah akşam kurumdan çıkamaz oldu. Yorgun argın geliyordu evine. Bir akşam “eyvah” dedi ta içinden, kimsecikler duymadı ama delikanlının içi gümledi. Hanım kızımızın bir sürprizi varmış, kayın ebeveynlerden gizli söyledi kocasına: “biliyor musun ben hamileyim.” Hanım kızın gülen gözlerinde bir gramlık karanlığa tahammül edemezdi: “sahi mi söylüyorsun kız. Oh ne güzel haber bu” deyip, ağladı sevincinden, ağladı kederinden… “ne güzel haber” dedi dili, gönlü yara içinde. O sırada televizyonda haberler başlamıştı. Bayan bir spiker konuşuyordu: “Yarın KPSS başvuruları başlıyor…”

Yazık değil mi, sevgili dostlar. Eğitim sistemimiz bakın bizi nasıl yetiştiriyor, bize neler öğretiyormuş. Bir insan nasıl tüketilir, bir insana nasıl kıyılır, bir insana nasıl değer verilir? Her şeyi öğreniyor insan…

*   *   *

“Burada her şey olur, burası Türkiye.” Artık bu tür ifadeleri literatürümüzden kaldırmanın zamanı gelmedi mi? Neden Türkiye’de güzel şeyler olmasın. Cahit Sıtkı’nın ömrün yarısı dediği vakit kadar emek veren okumuş işsizlerin emeklerini daha çok incitmeyin.

Yazının Tamamı için tıklayınız

http://www.beyazkivilcim.com/haberdetay.asp?ID=918

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Güncel-siyaset Haberleri