Cumhurbaşkanına açık mektup
FETÖ ile mücadelede bu üç isme dokunulamamasına şaşıyorum
Sayın Cumhurbaşkanım,
Ülkemiz yakın tarihin en sıkıntılı dönemini yaşıyor. Çevremiz ve hatta içimiz adeta yangın yeri. Bu yangının acil olarak söndürülmesi gerekiyor.
Bunun için hepimize ağır sorumluluklar düşüyor. Ama en çok da size…
Hayatı, bir anlamda, araba kullanmaya benzetirim. Hep önüme bakarım. Ama ara sıra dikiz aynasına da göz atmak kaydıyla…
Yine öyle yapmak istiyorum. Önüme bakıyorum. ABD’nin FETÖ’yü darbeye ittiğini ve Türkiye’yi istediği gibi yönetmek istediğini görüyor ve kendimi doğal olarak sizin yanınızda konumlandırmak istiyorum. Ama dikiz aynasına göz attığımda, bir yandan BOP eş başkanlığınızı; diğer yandan jeopolitikderinlikten yoksun, öngörüsüz, ABD’ye koridor inşa etme olanağı sunan, 3 milyon vatandaşını beslemek zorunda kaldığımız harap edilmiş Suriye’yi görüyorum. Bulantı yaşıyorum…
Önüme dönüyor ve FETÖ’yle mücadelenin eksiksiz yapılması gerektiğine ve bunun için sizinle birlikte olmanın zorunluluğuna odaklanıyorum. Dikiz aynasına baktığımda, bu caninin sizden önce de bir geçmişi olmasına rağmen sizin sunduğunuz çok geniş imkânlar yüzünden devleti ele geçirdiğini görüyorum. Onunla yaptığınız yakın işbirliği sonucu, yargının, devlet kurumlarının ve özellikle TSK’nın genetiğiyle oynandığını ve 15 Temmuz darbesine giden yolun taşlarının katkılarınızla döşendiğini anımsıyorum. Sis bulutu içinde kalıyorum.
FETÖ İLE MÜCADELEDE BU ÜÇ ZATI MUHTEREME DOKUNULAMAMASINA ŞAŞIYORUM
Bu bağlamda, Özel Yetkili Mahkemeleri kaldırırken elindeki Ergenekon ve Balyoz davalarını tamamlama hakkını bu haysiyet cellatlarına bıraktığınızı unutamıyorum.
Balyoz sanıkları TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonuna üç defa “bizi de inceleyin” diye dilekçeyle başvurduğunda kaale bile alınmadıklarını hatırlıyorum.
“Türkiye bağırsaklarını temizliyor” diyen Bülent Arınç’ın, 16 Temmuz sabahı uyandığında, "çeteyi yeni anladım"demesine hayıflanıyor; Türkiye’nin akciğerlerini söken bu cinayet örgütünün kim olduğunun yeni farkına varmasına/rol yapmasına acıyorum.
“Cemaat devleti ele geçirdi” iddialarına, Hüseyin Çelik’in “buna kargalar bile güler” dediğini; Balyoz Darbe Planı sahte, 2007 yılında piyasaya sürülmüş bir fontla yazılmış denildiğinde Sadullah Ergin’in Adalet Bakanı sıfatıyla “bunlar PR çalışması” nitelemesi yaptığını unutamıyorum.
Ancak FETÖ ile mücadele edilirken bu üç zatı muhtereme dokunulamıyor olmasına şaşıyorum(!)
“Üst akılın” FETÖ’den sonra son çare olarak devreye soktuğu PKK ile kararlı mücadeleniz cesaret veriyor ama devlet aklını silerek giriştiğiniz Açılım politikaları esnasında kamu güvenliği ve düzenini hiçe sayan anlayışınızı hatırlayıp donakalıyorum.
Arabayı çarpmamak için yeniden önüme dönüyorum. Sizin ve özellikle Başbakan Binali Yıldırım’ın konuşmalarından umutlanıyor, çok benimsemediğiniz ortak akıl üretme gayretine dönüş diye seviniyor; ancak aceleyle verilmiş TSK düzenlemelerini dikiz aynasında görünce, bu politikalarla mı sıkıntılı dönemi atlatacağız diye kendimi sorgulamaktan alıkoyamıyorum. Zamanlaması baştan aşağı yanlış bir uygulama görüyor, ister istemez bir arka plan sorgulamasına yöneliyorum. Kışlaların bu denli acele edilerek boşaltılmasını da, şehir içinde muharip birlik barındıran kışla olmamasını savunan bir kişi olarak benimsemiyorum.
1. ORDU KOMUTANI DA ASKERİ LİSE MEZUNU
Önüme dönüyor ve yanınızda olmak istiyorum. Ama dikiz aynasında askeri liseler ile ilgili kocaman yanlışınız orta yerde duruyor. Önceki ve mevcut Genelkurmay Başkanlarının sivil lise mezunu oldukları için darbeci olmadıklarını ileri sürüyorsunuz. Bu açıklamanız hem bu iki komutanın 15 Temmuz kalkışmasına giden yolda üslendikleri olumsuz rolleri görünmez kılıyor hem de darbenin önlenmesinde önemli bir payı olduğunu düşündüğüm 1. Ordu Komutanı’nın Kuleli Askeri Lisesi 1972 mezunu olduğu gerçeğini göz ardı ediyor.
Askeri lise, sivil lise tartışmasına hiç girmek istemiyor ve çok gereksiz buluyorum. Ama 15/16 Temmuz gecesinin İstanbul’da, Kara Kuvvetleri bazında bilebildiğim beş kahraman albayından dördünün askeri lise mezunu, birinin sivil lise mezunu olduğunu hatırlatmak istiyorum. Eğer o gece İstanbul’da daha çok kan dökülmediyse... Maltepe’deki 2. Zırhlı Tugay Komutanını derdest Hançeri Sayat ve Erkan Olgay albaylar (ikisi de tuğgeneral olmuştur) ve onların emirlerine uyanlar sayesindeydi. Her iki arkadaşımızın da askeri lise mezunu olduğunu hatırlayalım diyorum.
Aynı şekilde Topkule’deki 66. Mknz. Tugay’dan da daha çok tankın dışarı çıkmasını engelleyen Albay Sait Ertürk’ün askeri lise, Albay Davut Ala’nın sivil lise mezunu olduğunu bilelim istiyorum. Birincisi şehit, diğeri gazi olan bu iki muhterem arkadaşımızı neden bu tartışmanın tarafları yaptığınızı anlamıyorum. Oysa biri canını, diğeri bedeninden parçalar verdi alçaklara karşı direnerek…
Kuleli Askeri Lisesi mezunu olmakla övünen şehit Albay Sait Ertürk’ün ruhunu incitmeye hakkımız var mı, diye soruyorum.
Ömrünün üç yılını bu devletin Balyoz aptallığı yüzünden hapishanede geçirmek zorunda kalan, o gece ve gündüzü uyumadan geçiren ve bu arkadaşlarıyla iletişim halinde, alçak çete mensuplarına karşı mücadelesini uzaktan ama etkili olarak sürdüren Albay Nedim Ulusan’ın da askeri lise mezunu olmaktan övünç duyduğunu biliyorum.
İMAM HATİPLİ DARBECİLERİ NEREYE KOYACAĞIZ
Askeri liseleri kapatırken, ortaokul seviyesine kadar indirilen İmam Hatip Liselerinin darbeci mensuplarını nereye koyacağız? Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan uzaklaştırılan 3 bin civarında kurum mensubunun sanırım en az yüzde sekseni İmam Hatip Lisesi mezunu değil midir? Ya o haysiyet celladı hâkim ve savcıların, birisi açıklasa da hangi okul kökenli olduğunu öğrensek! Her İmam Hatipliyi masum ya da bunlara bakarak darbeci görmek ne kadar yanlışsa, askeri liselerin darbeci ürettiği tezi de o kadar yanlıştır.
Sayın Cumhurbaşkanım,
Gelinen nokta iflas noktasıdır. Ama orada takılıp kalmak istemiyorum, kimse de istemiyor. Çünkü bu badireye seyirci kalma lüksümüz olmadığı gibi, çıkış yolu bulmak gibi bir sorumluluk omuzlarımıza çökmüştür. Bunun için aklı başında olan herkese görev düşüyor. Bu yolu açmak da size... Bunun için sade, basit ama zor bir yöntem var… Liyakati merkeze koymak ve sorun çözme becerisini devreye sokmak.
Bunun nasıl yapılacağı önemli ölçüde sizin göstereceğiniz ferasete bağlıdır. Bunun için sadece size oy verenleri değil, herkesi kucaklamanızı sizden bekliyoruz.
Cumhuriyet ve kurucularıyla kavga etmek bir yana onun herkesi hukuk karşısında eşitleyen felsefesine sahip çıkmanızı bekliyoruz.
Herkesin inancını kendisiyle Allah arasındaki bir ilişkiye indirgemesinin gerekliliği ortadadır. Bunun siyasal bir örgütlenme için yapı taşı olarak ele alınamayacağını ilke olarak benimsemenizi ve taraftarlarınıza benimsetmenizi bekliyoruz.
Her dediğinize “evet” diyen ve size ve ülkenin geleceğine zerrece katkısı olmadığı açığa çıkmış bazı danışmanlarınızı da etrafınızdan uzaklaştırmanızı, gerçeğin sadık bekçilerine çevrenizde yer vermenizi bekliyoruz.
TBMM’yi gerçek hüviyetine kavuşturma iradesini sergilemenizi bekliyoruz.
Bunları yapmadığınız takdirde, benim gibi düşünen milyonları ikna edemeyeceksiniz. Ve ülkenin çökme tehlikesini giderek büyütecek ve muhtemelen ilk altında kalan da siz olacaksınız! Çünkü deniz bitti…
Saygılarımla.