DİYARBAKIR SAHNESİ
ABDULLAH AYDIN
Ab.aydinn42@Hotmail.com
Tiyatro kültürü ülkemizde pek gelişmemiş olmasına rağmen, son yıllarda siyaset adamlarımızın oynadığı çok sayıda oyun seyreder olduk. Son seyrettiğimiz oyun Diyarbakır sahnesindeydi. Senarist ve yapımcı her ne kadar ABD ve AB olsa da, baş aktör bizdendi ve bu bize, yıllarca belleğimizden silemeyeceğimiz acı anılar ve hiç de istemediğimiz sonuçlar doğurabilir görüntüdeydi…
Türkiye, Güneydoğu ve Diyarbakır’ı bir şeylere hazırlama toplantısı izlenimi veren, sözde “Barış Mitingi” oyunundaki Protokol ilginçti. Böyle önemli ve Türkiye’nin can damarına basan bir konuda çözüm arayanlar, Devletin ciddiyetini ve samimiyetini gösterip, bu ülke insanlarını inandırmak gibi bir görevleri olduğunu unutmuş görünüyorlar…
İş, ilgililerce o kadar ciddiye alınmış ki(!) Diyarbakır’daki, güya çözüm arayışı gösterisindeki Devlet Protokolü de o kadar ciddi idi(!) Devleti temsil ettiğine inanmak istediğimiz bu tiyatro protokol tribünü, bir Başbakan karısı, bir Bayan Milletvekili, iki etnik temelli türkücü, yabancı bir aşiret ağası, bir ağlama memuru Başbakan yardımcısı ve Yurtdışına kaçmayı kahramanlık sayanları temsilen, Ahmet Kaya’nın hayalî varlığından ibaretti… Protokolde, Türkiye’deki Kürt kökenli yurttaşların anasını ağlatan Feodaliteyi temsilen neden bir Aşiret Ağası, Bir toprak ağası, bir tarikat şeyhinin olmadığını ise, doğru konuşmak gerekirse anlayamadım. Yani çözüm Protokolü bana göre noksan idi(!) Eğer bu ‘Devlet Protokolü’ değilse, Başbakan’ın orada görüştüklerinin T.C. tarafından kabul edilir resmi sıfatları nedir? Görüşmelerden sonra resmi bir protokol imzalanmış mıdır, antlaşmada hangi maddeler vardır? Bu ülke insanlarının herhalde bunları bilme hakkı olsa gerek…
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın konuşmasını hazırlayanlar, konuşma metinlerini daha çok duyguları gıdıklayan doğrultuda hazırlıyorlar. Hakkını yememek lâzım, Tayyip Erdoğan’ın hitabet gücü oldukça yüksek, dolayısıyla bu tür yazılımları kürsülerde iyi pazarlıyor. İyi pazarlıyor da; gerçekler ve amaçlar hep gerilerde kamufle ediliyor, saklı kalıyor…
Tayyip Erdoğan iyi bir lâf pazarlayıcı olsa da, konuşmaları çoğu zaman güç hastalığının etkisiyle kendi içinde çelişiyor, söyledikleri birbirini tutmuyor. Diyarbakır’daki konuşmasında bölgeyi “Kürdistan” olarak tanımlarken, hemen akabinde “Tek Devlet, Tek Millet, Tek Vatan, Tek Bayrak” sloganını haykırıyor. Bu slogan Türkiye’nin bütünlüğünü betimlerken, Başbakan hangi Kürdistan’dan bahsediyor? Şayet bu topraklar üzerinde Kürdistan var ise, Türkiye’nin sınırları nerede başlıyor, nerede bitiyor? Başbakan, bu sorulara doğru cevapları bulması gereken mevkide olduğunu unutmamalıdır… “Kürdistan” tanımlaması, aynı zamanda bir mülkiyet sahipliğini de içeriyor… O zaman sormak gerekiyor: Başbakan’a göre Kürdistan’ın mülkiyeti kime ait? Başbakan coştukça çelişiyor, birkaç hafta evvel kesinlikle ‘ adli af yok’ derken, Diyarbakır’daki konuşmasında affın olabileceğinden bahsediyor. Bu lâf Med Cezirinde hangi çıkarların beklendiği de bilinmeyen sır değil…
Görüşmelerden sonra en doğrusunu Ahmet Türk söyledi. “Barzani yabancı bir ülkeye değil, kendi topraklarına geldi” diyerek, gelecek amaçlar için bir ön bilgi vermiş oldu. Türkiye’yi yönetenlerin bu açıklamaya da bir cevapları olması gerek! O saçmalayan dillere cevap verilmeyecekse ve orası Kürdistan’sa, tekrar soralım: tapusunun kime ait olduğunu bilmek hakkımız değil mi?
Diyarbakır’da, seyredenlerin çok büyük çoğunluğunun tüylerini ürperten bir Tiyatro sergilendi. Bu gösterilerle bir şeylerin temeli atıldı. Bu temel atma senaryosunu uzak diyarlarda yazıp yönetenlerin yanında, uygulayanlar ‘yerli ve bölgesel işbirlikçiler mi acaba?’ diye düşünmekten de kendimizi alamıyoruz…
Bu oyun Meddahlık mı, Orta oyunu mu, Tuluat mı, Pandomim mi, komedi mi, Trajedi mi, Drama mı? Bu Ulus, bu oyunun adını koysun ve ona göre bilet alsın!