FRANSA :
21. Yüzyılda Çürümüşlük Örneği
Doç. Dr. Birol Ertan
Fransa, yarı-başkanlık sistemiyle yönetilen bir AB üyesi ülke olarak 63.7 milyon nüfusuyla ekonomik olarak Avrupa’nın Almanya’dan sonra en güçlü ülkelerinden birisidir. Katolik nüfusun ağırlıkta olduğu Fransa’da % 5-10 arasında Müslüman nüfus bulunduğu tahmin edilmektedir. Fransa, Akdeniz’e komşu olmak dışında Atlantik Okyanusu ve Manş Denizi ile bağlantılıdır.
Avrupa ülkeleri arasında ırkçı hareketin gelişip iktidar olmasına en uygun ülkelerden birisi olan Fransa’da yapılan 2002 seçimlerinde % 11.3 oy alan ırkçı Front National, 2007 seçimlerinde % 4.3 oy alarak büyük güç kaybına uğrasa da geçtiğimiz günlerde yapılan kantonal seçimlerin ilk turunda, parti liderliğini babası Jean Marie Le Pen’den devralan kızı Marie Le Pen ile seçimlerde büyük başarı kazanmıştır. Son kantonal seçimlerin ilk turunda Fransız Devlet Başkanı Sarkozy’nin partisi Ulusal Cephe (UMP) % 17, Bayan Marie Le Pen liderliğindeki Milliyetçi Cephe (Front National) %15 oy almıştır. Sosyalistlerin % 25 oy oranı ile birinci olduğu seçimlerden sonra yapılan yorumlarda, Bayan Marie Le Pen liderliğindeki ırkçı parti Front National’ın (Ulusal Cephe) sağda birinci parti olabileceği, gelecek Başkanlık seçimlerinde de ırkçı partinin adayı Bayan Le Pen’in Başkan seçilebileceği dile getirilmektedir.
Fransa, bir yandan ırkçı partinin hızlı yükselişi ile gündeme gelirken, diğer yandan Libya saldırısı ile de dünyanın gündemine oturmuştur. Libya’ya emperyalist saldırının öncülüğüne soyunan Fransa, Türkiye’nin NATO’yu devreye sokma çabalarına ABD’nin destek vermesi sonucu ikinci plana itilmiş gözükse de ilerideki günlerde neler olacağını hep birlikte göreceğiz.
Son dönemde gerek iç siyasi sorunlar ve gerekse ekonomik tıkanma tehlikesi nedeniyle dış politikada etkin bir konumda yer alma uğraşısı içine giren Fransa, bir yanda AB içinde etkin bir güç olma uğraşısı içindeyken, Libya saldırısı ile emperyalist yayılmacılık eğilimleri içinde olduğunu da göstermiştir.
Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkan ve “sözde” uygarlaşmanın ve çağdaşlığın geldiği son aşama olarak önümüze konan Fransız “medeniyeti”, aslında dar ulusal çıkarlara dayalı ikiyüzlü iç ve dış politikanın örneği olarak kendine bile yabancılaşmış, ırkçılığın hızla yükseldiği bir çürümüşlük örneğini yansıtmaktadır.
Sömürgeci geçmişiyle dünyaya insan hakları ve demokrasi dersi vermeye kalkışan bir ülke olarak Fransa, Cezayir’de milyonlarca Müslüman katlederek adeta bir soykırım örneği sergilemişti. Cezayir’de gemilerle top ateşine tutarak on binlerce masum insanı birkaç saat içinde katleden Fransız sömürgeci anlayışı, bir yandan bugün batı tarzı demokrasi savunuculuğu yaparak diğer yanda ise dar çıkarları uğruna yeni sömürgecilik peşine düşerek ikiyüzlülüğünü bir kez daha sergilemektedir.
Fransa’nın 1945 Mayıs’ında Setif kentinde yaklaşık 50 bin Cezayirliyi üç beş günde nasıl katlettiğini hatırlayanlar, yangından mal kaçırır gibi gerçekleşen Libya saldırısına şaşırmamışlardır. Cezayir’i 130 yıldan fazla acımasızca sömüren Fransız sömürgeciliği, bu süre boyunca 1,5 milyondan fazla Cezayirliyi acımasızca katletmiştir. Cezayir soykırımını gerçekleştirenler, bugün asılsız Ermeni soykırımı iddialarıyla Türkiye’yi suçlamaktadırlar.
İbrahim Selamet’e göre, Afrika kıtasındaki Fransız soykırımı, yalnızca Cezayir ile sınırlı kalmamıştır. Sömürgeci geçmişiyle insan hakları ve demokrasi havariliğine soyunan Fransa, “Fransız Milletler Topluluğu” içinde yer alan Benin, Burkina-Faso, Cibuti, Çad, Gabon, Gine, Kamerun, Komor Adaları, Moritanya, Nijer, Senegal ve Tunus’ta da soykırımlar yapmıştır (http://www.turkpartner.de/Yazarlar/ISelamet/IkyFrn.htm ).
İç politikasında dış politikayı malzeme olarak kullanan, politikacılarının kimliksizliği ve kişiliksizliği ile dünyaya örnek olan, sahte Ermeni iddialarını 400 bine yakın Ermeni’nin oyunu almak için pişirip pişirip iç politika malzemesi yapan, Girit’teki Türk katliamı dâhil olmak üzere her konuda Türk düşmanlığını kanıtlamış Fransızlar, kendi ülkelerinde gettolara hapsettikleri Kuzey Afrikalı göçmenlere karşı uyguladıkları dışlayıcı, ırkçı ve insanlık dışı uygulamaları hiçbir zaman değiştirmemişlerdir.
Uluslararası alanda yeni bir oyuncu olmak adına Afrika’da sömürgeciliğe soyunan Fransa, geçtiğimiz günlerde Kıbrıs Rum kesimi ile yakın ilişkiler kurarak Kıbrıs adasında bir Fransız üssü edinebilme uğraşısı içine girmiştir. Şimdilik bu konuda sonuç alma olasılığı yoktur.
Bugün ırkçı hareketlerin yükseldiği en önemli Avrupa ülkelerinden birisi olan Fransa, kendi ülkesinde gettolara hapsettiği vatandaşlarına Avrupa nimetlerini kullandırmamak konusunda çok kararlı davranmaktadır .
Fransa deyince, yukarıda açıkladığımız sömürgeci geçmişi ve ikiyüzlü dış politikasının hatırlanması gerektiğini düşünüyorum.