İKİ DEV-İKİ SÖZ ve CÜCELER
ABDULLAH AYDIN
‘Devlet Adamı’ olmanın yolu, öngörü sahibi olmak, olayları, Tarihi ve geleceği doğru okumaktan geçer.
Türkiye Cumhuriyeti yola çıkarken, Devlet Adamlığı konusunda hayli şanslı iken, çok partili, çok darbeli, dışa bağımlı sözde Demokrasi dönemimiz bu konuda pek şanslı sayılmaz.
Türkiye neden böyle, ikide bir birileri kafamıza neden vuruyor? Halkımız neden yoksul, gençlerimiz neden işsiz? Üniversitelerimizde neden bilim üretilemiyor? Terörü neden önleyemiyoruz? Dış ilişkilerimiz neden bu kadar başarısız ve bozuk? Dünya’da neden yalnızlaştık?
Bu sorulara cevap bulabilmemiz için, iki gerçek Devlet Adamının sözlerini doğru yorumlamamız gerek;
Atatürk diyor ki: “Bu toprakların haini de, Kahramanı da boldur.”
İ.İnönü’de: “Büyük Devletlerle yakın dostluk, Ayı ile yatağa girmeye benzer.” diyor.
Hayatlarının büyük bölümünü savaş alanlarında, toplumsal mücadelelerde ve siyaset alanlarında geçiren iki büyük insanın bıraktığı bu kılavuz sözler, ne yazık ki çok partili, darbeli, kalkışmalı, muhtıralı dönemin çoğu cüce yöneticilerince yeterince algılanmamış anlaşılamamıştır.
FETÖ kalkışmasından sonra iki kelime çok kullanılır oldu; “kahraman ve vatan haini.” Bu iham ve tanımlamalar kişilerin fiili ve duygusal bağlarına göre değişebilir. Sıfatlandırılanlar, değişen süre içinde farklı taraflarca farklı tanımlanabilirler. Ancak, rahatsız edici hareketler sonrasında da çok keskin, duvar örücü tanımlamalardan kaçınmak, geleceği daha doğru ve insani örgülemek açısından yararlı olabilir.
Doğal yaşam, ferdi ve toplumsal hayat Yin Yang rozeti gibidir. Her şey karşıtları ile bütünleşir ve değer bulur. Artı eksiyi içinde taşırken, eksi de artıyı içinde taşır, kötülülük ve iyiliğin iç içeliği gibi. Toplum da karşıtlıklarıyla ilerlemesini sağlar…
İşte O dev insan Atatürk, tespit, teşhis, deneyimlerini birleştirerek, kulaklara küpe olması gereken o sözü söylemiş olmalı. Son Yüzyılımız ihanetler ve kahramanlıklar arasına çalkalanıp durmuştur, günümüzde de bu durum devam etmektedir. Evet: bu ülkenin haini de, kahramanı da oldukça bol. Yıllardır yaşadıklarımız bu tespitin doğruluğunu kanıtlıyor…
Türkiye, İkinci paylaşım savaşı sırasında ve sonrasında uyguladığı ve karşılaştığı politikalar sonucu, tercihler yapmak zorunda bırakılmıştı. Özellikle Stalin’in Kafkas ve Boğazlar politikasının Türkiye açısından ürkütücü talepler taşıması, tarafsız kalmaya çalışan Türkiye’yi Batı sömürgeciliğinin kucağına itmiştir. İsmet İnönü’nün ifadesinde yer bulduğu gibi, Türkiye Ayıdan kaçmaya çalışırken Emperyalist Çakalların, Sırtlanların içine düşmüştür.
NATO üyeliğinden sonra da Amerikan Silah tekellerine hizmet eder duruma düşmüş ve en yakın komşuları ile birlikte yaşama şansını kaybetmiştir…
Dilimize doladığımız ‘Hain-Kahraman’ sarmalından nasıl kurutulabiliriz? Kötülükler olmasa hainin yapacağı iş kalmayacağı gibi, kahramanlara da ihtiyacımız kalmayacak. Kötülüklerin önlenmesi ise Hukukun üstün kılınması, işlerin ehline teslim edilmesi, eşitlik, Adalet ve Özgürlüklerin sağlanması, her yurttaşın yaşam emniyetinin sağlanmasından geçiyor.
Çözümü kolaylaştırmak için, ülke ve Dünya gerçeklerinin doğru değerlendirilmesi gerekir. Sorunların çözümünde izleyeceğimiz yol, sonuçlar üzerinden değil, ‘nedenler’ üzerinden açılırsa yararlı sonuçlar alabilir, çözüme ulaşabiliriz. Sorunların çözümünde ‘sonuçlar’ üzerinden hareket edip ortadan kaldırmaya çalışırsak, ancak elimize ‘hasar sonuçlarından’ başka bir şey geçmez.
Her türlü kaynağa sahip olmamıza rağmen sorunlarımızı niçin çözemiyoruz? Çünkü Bilime ve Hukuka inanmıyoruz! Toplumumuzu çağın gereği doğrultusunda eğitemiyoruz! İşi ehline vermiyoruz! Toplumsal yararı değil, kişisel yararı düşünüyoruz! Bilimsel ve teknolojik araştırma ve üretim yapmıyoruz! Dinsel inançları Devlet işleyişine bulaştırıyoruz, bir inancı Devlet ve toplum yaşamımızda egemen kılmaya çalışıyoruz! Uluslar arası ilişkilerde teslimiyetçi ya da öteleyici davranıyoruz! Yurttaşın seçme ve seçilme tercihlerinde yalanı ve gerçek dışılığı hareket noktası kabul edip, seçmeni kandırıyor, doğru tercih yapmasını engelliyoruz!
Günümüz Türkiye’si yönetsel doğrultuda pek şanslı değil. Türkiye Altmış yıldır bilimi elinin tersiyle iten Arkaik ve Ortaçağ artığı düşüncelerle yönetilmeye çalışılıyor. Toplum çöl hikâyeleri ile uyuşturulmaya, uyutulmaya çalışılıyor. İnanç ve etnik ayrılıklar sürekli kaşınıyor ve Türkiye bir türlü kendini toplayamıyor.
O zaman şu soruyu kendimize soralım: Kabahat kimde? Nazım’dan alıntı yaparak söyleyelim; Kabahat sende, bende, onda, bizde kardeşim!
Ülke yönetimini altmış yıldır Devlerden alıp cücelere teslim edersen varacağın sonuç işte böyle bir karanlıktır, bataklıktır!
Unutma ki; bu bataklıktan çıkmak, bu karanlığı yırtmak, aydınlık Türkiye’nin önünü açmak ellerimizdedir! Yeter ki gözünü aç, aklını kullan ve gücünü birleştir!