‘MEYDAN’ DA KAÇAK GÜREŞENLER!
Köşe yazarımız Birol Öztürk’, geçtiğiz günlerde gazetemizde ‘Özgürlük’ başlığı ile bir makale yazdı. Yazı okuyucuyu çevremizde gelişen olay ve olguları bu kavram ışığında sorgulamaya sevk ediyordu.
İzni ile yazısının küçük bir bölümüne göz atalım:
“(…) halkın doğru ve hızlı haber almasına, halkın aydınlanmasına katkı sağlayan basın, özgür müdür?
- Kemal ÇEKÜÇ Lütfen tüm dünya için düşünün, egemen zihniyetle çeliştikleri için kaç gazetecinin özgürlüğü elinden alınmıştır?”
- Aktüel bir olayı anımsadık.
Gelenek oldu! Hemen her konuda sorgulamadan, acaba’ demeden ayrışmaya, kamplaşmaya hazır bir toplumuz. Analitik düşünmeden; evet ya da hayır diyoruz, siyah ya da beyaz diyoruz. Saf tutuyor, daha da kötüsü biat ediyoruz.
İlinti kurmak için zorlanmaya gerek yok.
Ordu Belediyesinin yapacağı yeni hizmet binasının yapılacağı yere ilişkin temelde iki görüş var. Yerel basınımızda kaç gündür işleniyor. Bina buraya, eski yerine yapılsın, diyenler var, bir de ‘Hayır. Bu bina başka bir alana yapılsın, burası da kent meydanı ya da yeşil alan olarak düzenlensin’ diyenler var.
İktidarlar, (bu hükümet ya da yerel yönetimler olabilir) kendi hedefine uygun olarak kamuoyunu şekillendirme gücüne sahipler. Çünkü bunu sağlayacak enstrümanları her zaman vardır, yoksa da (bir şekilde) oluştururlar. Türkiye’de son on yıldır tanık oluyoruz buna.
İşte bu tarz, gömleğin ilk düğmesini yanlış iliklemektir.
Hani denir ya, gömleğin ilk düğmesini yanlış iliklerseniz, geri kalınını doğru ilikleme şansınız kalmaz. O hesap.
Muhalif- aykırı düşünceye gözünüzü, gönlünüzü kapattınız mı, saflaşma başlar. Süreç demokratik olmaktan çıkıp, manipülasyona, kavgaya, kamplaşmaya açık hale gelir.
Ne diyordu Birol Öztürk?
-Halkın doğru ve hızlı haber alması, aydınlanmasına katkı sağlayan basın özgür müdür?
Fikir özürlüğü, fikirleri ifade etmekle, paylaşmakla anlam kazanır. İstediğini düşünebilirsin, istediğine inanabilirsin ama bunu yazamazsın, yayamazsın, kamuoyu ile paylaşamazsın! Paylaşırsan, ağzının payını alırsın! Cezanı çekersin! O zaman bu yöntemin adı ‘demokrasi’, uygulamayı böyle yapan muktedirin ünvanı da ‘demokrat’ olmuyor.
Gazeteciliğin özünde muhalif olmak vardır. Bu kör, ideolojik ve kronik bir saplantı değildir.- Toplumda azınlık bile olsa farklı görüşleri savunabilmektir. Gerektiğinde yerel ya da genel egemen güçlerle ters düşmektir.
- Biz kamu görevi niteliğindeki görevimizin ilkelerini biliyor, ona göre davranıyoruz, davranmalıyız.
Benim anlamadığım, şehrin yönetim şekli ve belediyecilik uygulamalarına yönelik olarak söz hakkına direkt ya da endirekt sahip olan Ordu’daki sivil toplum kuruluşlarının (STK) tedirginliği ve ürkekliği; neredeyse ‘aman beni karıştırma’ diyerek suya sabuna dokunmaktan kaçınmaları.
Mesleki ya da sivil toplum örgütü kavramının çapı, vizyonu daha geniş değil midir ?
Konuya birinci dereceden müdahil olabilecekler bile neden bu kadar ketum?- Susmak ve suya sabuna dokunmamak GAZETECİ olarak bizim mesleğin doğasında yok.
Sadece yazdıklarımız ve yaptıklarımızdan sorumlu değiliz.
Yazmadıklarımız ve yapmadıklarımızdan da sorumluyuz.
STK’lar da öyle!