NEDEN UZLAŞAMIYORUZ…
Keşke mümkün olsa da herkese biraz tarih, biraz sosyoloji, biraz psikoloji-sosyal psikoloji ama mutlaka iyi bir ahlak-etik eğitimi verebilsek.
Neden mi? Nedeni gayet basit.
Toplum olarak en basit konularda bile ortak aklı bulmayı, uzlaşmayı ve anlaşmayı beceremiyoruz.
Aslında böyle bir arzumuz da yok. Aksine her şeyi, her konuyu bilek güreşi olarak görüp kendi iddialarımızın veya savunduklarımızın mutlak doğru olduğunu düşünen hatta daha da ileri giderek söyleyeyim,doğruyu karşımızdakiler söylediği zaman ona karşı sırf karşımızdakiler söyledi diye karşı çıkan,yanlışı biz söylediğimiz veya bizim sevdiklerimiz söylediği zaman onun yanlış sayılmayacağına, onda bir keramet olabileceğine inanan anlaşılmaz bir toplumsal yapımız var.
Bu yüzdendir ki yüz yıllık ama basit sorunlarımızı bile ortak aklı bulup ortak tavrı sergileyerek çözemiyoruz. Çözemediğimiz mevcut sorunlara yeni sorunlar ilave olmaya devam ediyor ve bir çok konuda bırakın huzuru ve refahı yakalamayı, ferdi ve toplumsal travmaları yaşıyoruz.
Her akşam, hele hele her salı akşamı TV ekranlarını izlerken dinlediğimiz siyasilerin birbirleri için kullandıkları üslup sayesinde Türk dilinin argo ve küfüre ilişkin ürettiği ne kadar kelime veya deyim varsa tekraren hatırlıyoruz. En önemlisi bu sayede evdeki küçükler de argo ve küfür dillerini bir güzel geliştiriyorlar.
Halk arasında çokça konuşulan ve İmam böyle yaparsa diye başlayıp cemaat de şöyle yapar diye biten bir tekerlememiz var. Aynen o hesap,bu üslup bozukluğu tüm toplumsal ilişkilerimizin temel değişmezi halinde.
Aslında bunu yadırgamamak da lazım.
Zira bizim toplumsal hayatımızın her evresinde bir üslup sıkıntımız var. Sevginin, merhametin, uzlaşmanın, barışmanın, affetmenin, kucaklamanın, gerektiğinde karşı tarafa hak vermenin ötelendiği, buna karşılık, cezanın, korkutmanın, bastırmanın, sevgisizlik ve merhametsizliğin öne çıkarıldığı bir üslup geleneğimiz var.
Örnek mi istiyorsunuz.
Evde kaç ana baba çocuklarını şu veya bu şekilde azarlama veya korkutma-cezalandırma yerine, affetme, sevgiyle kucaklama ve güzellikle teşvik tarzını uyguluyor. Camide vaaz verenlerin yüzde kaçı cehennemden daha çok cenneti, cezadan daha çok merhameti, sevgiyi ve affı anlatıyor. Mahkemedeki hâkim veya savcıdan, karakoldaki polis veya amire, herhangi bir resmi kurumdaki etkili veya yetkililere kadar yüzde kaçı karşısındakini güler yüzle karşılayıp güler yüzle gönderiyor.
Görüldüğü üzere bizim asıl sıkıntımız bu yanlış ve bir türlü düzeltmeyi beceremediğimiz toplumsal alışkanlıklarımızdır.
Onun içindir ki en ufak meselede bile uzlaşamıyoruz. Bırakın uzlaşmayı, karşımızdaki bizi eleştirdiği veya fikirlerimize katılmadığını belirttiği zaman hemen tahammülsüzlük gösterip ağzımıza geleni söylüyoruz.
Çünkü uzlaşma kültürümüz yok.
Çünkü nefret ve öteleme kültürümüz, sevgi ve kucaklama kültürümüzün daha önünde.
Çünkü uzlaşarak birlikte mutlu yaşama kültürü yerine bizim gibi düşünmeyen veya yaşamayanları bastırarak bize tabi kılmaya çalışma kültürümüz daha baskın.
Çünkü geçmişten ders alarak geleceğe yürüme kültürümüz zayıf.
Ve dolayısıyla akıl ve duyguları birlikte kullanma kültürümüz olabildiğince geri.
Bütün bunlar böyle olunca ne olacaktı yani. Başka türlüsü mü olacaktı.
………
Üslup çoğu zaman asıl söylenen veya yapılanın önüne geçer bilirsiniz.
Onun içindir ki gelin önce şapkalarımızı (gerçi şapka kullanan da iyice azaldı ama) önümüze koyarak şu üsluplarımızı düzeltmeye çalışarak işe başlayalım.
Göreceksiniz bir müddet sonra birçok şey kendiliğinden düzelmiş olacaktır.