Türkiyenin yeniden yapılanması DEMOKRATİK, LÂİK, SOSYAL BİR HUKUK DEVLETİ TEMELİNDE OLMALIDIR.
Bu öğeler dışında ve özellikle de dinsel temele dayalı ve devlet yapılanmasının tarihsel ve güncel gerçeklerle bağdaşmamızıdır.
Türkiyeyi çağdaşlaşma yolunda ilerletecek olan sistem Anayasamızda belirtilenler dışında herhangibir öğeye dayandırılırsa er geç çökmeye mahkûmdur.
Din esasına dayalı toplumsal örgütlenmelerin uygarlığın eriştiği günümüzdeki gelişmişliğinin gereksinimlerini kaşılamaktan ve onlarla uyuşmaktan tamamen uzaktır.
Dinler ortaya çıktıkları 2000 küsür yıl öncesinin tarihsel , sosyal ve coğrafi koşullarına göre düzenlenmiş görünmektedirler.
Nitekim , ne o tarihte ne de ondan önce veya sonra düzenli olarak kurulu bir ulusa ya da devlete gönderilmiş bir dine rastlamak olanaksızıdır.
Üstelik de bilinen ve 'SEMAVİ' olarak adlandırılan dinlerin hepsi de aynı bölgede yaşayan KAVİMLER 'e indirilimiştir.
Bu kavimler bir devlet şeklinde örütlenememiş topluluklar halinde dünyanın nisbeten çorak olan bir bölgesinde ortaya çıkmıştır.
Kendilerinden önce var olan impratorluklara ve kurulan uygarlıklara oranla bu bölgedeki kavimler herhangi bir uygarlıka sahip bulunmamakta, hepsi de putlara tapmaktadırlar.
Yaşamlarını çobanlıkla sürdürmekte ve cehalet içinde bulunmaktadırlar.
Bu koşullar altında bu kavimlere indirilen KUTSAL KİTAPLAR da onların bu nesnel yaşamlarını düzenlemeyi hedef almış bulunmaktadırlar.
Söz konusu kitaplarda sözü edilen CENNET bile onların gerçek yaşamlarının özlemini yansıtmaktadır.
Çölde bulamadıklarını bu kavimler CENNET te aramışlardır.
Bu durum bütün uluslar için geçerlidir.
Kuzeyliler için CENNET güneşli sıcak bir yerdir.
Yakındoğulular için yeşillikler arasında ağaçlar gölgesinde akan serin sulardır.
Kutsal kitapları iyice inceleyen bir kimse orada anlatılan CENNET ten o din mensuplarının bu dünyada hangi koşullar altında yaşamış olduklarını kolayca anlayabilir.
Belirtmek istediğimiz insanları kutsal kitaplara inanıp inanmamaları ile ilgili değildir.
Esas mesele o inançların günümüz devletlerinin yapılanmasına temel oluşturamayacağıdır.
O inançlarını ve yaşam biçimini korumak isteyenler olabilir.
Nitekim bir yandan petrol gelirleri ile her türlü çılgınlıkları yapabilen bazı ülke insanları ÇADIR da yaşamaktan bir türlü ayrılamamaktadır.
Bunu belki ayrı bir kiliğin kanıtı olarak yapmaktadırlar. Onu bilemeyiz. Ama çağdaş dünyada ÇADIR ın yeri olmadığı da bir gerçektir.
Çadırdan vazgeçemeyen bu topluluklar Osmanlı toprakları üzerinde İngilizler ve Fransızlar tarafından 20 nci yy ın başlarında kurulmuş yapay şeyhlikler, sultanlıklar ve krallıklardır.
Hemen hiçbiri çağdaş, uygar ve devlet yapısına sahip değildir.
Cumuriyet Türkiyesi nin böyle yapıya dönüştürülmesi olanaksızdır.
AKP nin yanlışı tarihin akışını ersine döndürebileceğini sanmış olmasıdır.
Gelişmenin geriye doğru değil ,temelleri doğru atılmış bulnan bir örgütlenmenin daha da ileri götürülmesi ile sağlanabileceğidir.
Türk toplumunu daha sağlıklı, daha kültürlü ve daha müreffeh bir düzeye çıkarmanın yolu bu doğru temeller üzerinde tarımda, endüstride, ekonomide, sağlık ve eğitimde yeniden bir yapılanmaya gitmekten geçmektedir.
Türkiyede tarımın yeniden yapılanmasının temel koşulu sağlam br toprak reformundan geçmektedir.Bu reform sosyalist bir reform sayılarak yıllarca imal edilmiştir.oysa kaitalist ülklerin hepsi toprak reformunu yaparak,derebeyliğe son vermek suretile gelişebilmişlerdir.Bizde ise hâlâ derebeylik ve aşiret düzeni eğemen bir durumdadır.Modern araçlarla girişilecek bir kapitalist tarım faaliyeti ise,ancak toprak reformunun gerçekleştirilmesi ile mümükn olacaktır. Topraksız köylü özgür olamaz.Toprak reformu nasıl sosyalist bir girişim sayılarak gerçekleştirilememişse, ağır sanayi de sosyalist ülklere özgü imişcesine engellenmiştir.Oysa bütü kapitalist ülkeler işe ağır edüstri ile başlamışlardır.DEMİR,ÇELİK veKÖMÜR endüstrinin vazgeçilmez öğeleri iken yabancı ülkeler ve yabancı danşmanlar yüzünden ülkemiz bu alanlarda ilerleyememiş ve ENDÜSTRİLEŞEMEMİŞTİR.
Günümüzde övündüğümüz OTOMOTİV SANAYİ NİN reklâmı bile :biz yapıyoruz,siz kullanıyorsunuz,şeklindedir.Endüstri olmayıca savaş endüstrisi de gelişmemiştir.Güçlü bir ordu ancak lona sürekli silâh ve mermi sağlayan bir endüstri ile mümkündür.Atatürk:İstikbal havalardadır' demişse de biz inadını onun başlattığı uçak sanayini bile terkedip,gereksinimizi yurt dışından sağlamahyı marifet saymışız.Biz İsviçreyi,Bankacılık ve turizm ve saat endüstrisi ile geçinen bir ülke sanırız.Oysa İsviçrenin tarımı da endüstrisi de vardır.Aslında tarımı ve endüstrisi olmayan hiçibir eonomi sağlam ve dayanıklı olamaz.
Türkiye bir yandan dünya çapında 36 dolar milyarderi yetüştürmekle övünmekte öbür yandan yatırımları için yabancı sermaye aranmaktadır.
Bu bir çelişkidir.
Devletçilik, ekonomiye müdahale bir zorunluluk olunca ABD hazinesi bankalara yardımdan çekinmemiştir.
İngiltere Özel bankayı devletleştirmiştir.
Yatırım için KAPİTAL 'in yerlisi de yabancısı da gelmiyorsa,bizim de yatırımı gereksinimimiz varda bunu devletin yapması ne ayıptır, ne de suçtur.
Özel sektöre körü körüne bağlı kalmaksa akıllık değildir.
Türkiye kalkınmak istiyorsa kendi kaynakları harekete geçmek zorundadır.
Eğitim son yıllarda uğratildığı yozlaşmalardan bir an önce kurtarılıp yenide lâik, çağdaş bir temelde yapılandırılmalıdır.
Eğitimsizliğimiz ilk okul öğrencilerinden milletvekillerine kadar uzanmaktadır.
BİLGİ ÇAĞI lâfla olmuyor.
Cehaletin ortadan kaldırılması ile oluyor. Çocuklarımızı,gençlerimizi hangi bilgilerle donatıyoruz?Sağlık, çocuk ve anne ölümlerinde pek mi ileriyiz.
Ya işçiler, sosyal güvenlik?
Yalnız kendilerini düşünen milletvekilleri ile sağlanabilir mi?