YAZMAK MI ZOR OKUMAK MI?
ABDULLAH AYDIN
Dünya’daki tüm ülkelerde her insanın ihtiyacı olan ve insani yaşamanın şartı haline gelen ‘Yazmak ve Okumak’, kimi ülkelerde en tehlikeli ve zor uğraşlara dönmüş bulunuyor. Üzülmek gerekir ki, ülkemizi de bu sınıf ülkeler arasında sayabiliyoruz…
O hale geldik ki: kalemi elinize aldığınızda beyaz sayfanın üzerini kapkara bir yasak ve günah perdesi kaplıyor, egemenlerin ve gerici despotların heyulası gözlerinize parmak sokar gibi önünüzü kapatıyor, karartıyor…
Duruyorsunuz, sağınıza solunuza bakınıyorsunuz, kaleminizi birkaç kez bırakıp tekrar alıyorsunuz… Yazıp yazmamakta tereddüt içindesiniz… Kimi kelimeleri yutuyor, birkaç kez yazıp siliyor, konuyu rotasına bir türlü oturtamıyorsunuz… Bu zorluklara rağmen yazmak gibi bir sorumluluğunuz var ve yazıyorsunuz.
Yazın dilinin, özellikle genele hitap eden yaygınlıkta ise, diliniz daha sade ve temiz olmak zorundadır. Sözcükler ince elenip sık dokunmalı, kirlilikten ve kirletmekten uzak durulmalıdır. Kelimelerle karşınızdakini de, okuyucuyu da, kendinizi de tehlikeye atmamalı, hakaret ve yasal tehlikelerden korunmalı ve korumalısınız…
Siyaset dili ve Retoriği de, ülke ve Dünya’da yaşayan herkesi az çok ilgilendireceği için, yazın dili gibi aynı temizlik ve saflık içinde olmalı, içinden çirkin ve tehlikeli çeşitli anlamların çıkarılmasına, kitleleri ve kişileri rencide edici imalardan, yakıştırmalardan, hakaretlerden, uzak olmalıdır…
‘Böyle bir yazının gereği ne?’ diye sorulabilir. Bu soruya Tevfik Fikret’in bir şiirinin son mısraını anarak cevap bulmaya çalışalım.
Ne diyor Tevfik Fikret şirinin sonunda:
Heyhat, ben nevaib-i eyyamı inlerim!
Günümüz Türkçesiyle: Heyhat, ben kaza, bela, rezalet dolu günler için inlerim, üzülürüm!
Günümüzde bu sözlere ‘olmaz’ diyebiliyor muyuz? Hayır! O belaların tümünü günümüzde toplumca yaşıyoruz ve üzülüyoruz…
Yıllardır Devletin ve toplumun tepelerinde dolaşan biri diyor ki: “Biz Dindar ve Kindar nesiller yetiştiriyoruz”.
Hadi ‘dindar gençliği’ anladık da, ‘kindar gençliği’ ne yapacaksınız? Kimin üstüne salacaksınız? İçinizi kemiren kininizin, öfkenizin intikamını kimden çıkaracaksınız?
Kafasının içi gericilik ve yobazlık ihtirasıyla temizlenemeyecek ölçüde kirlenmiş, Gazetecilikten gelme olduğu söylenen bir AKP Milletvekili, kendilerine muhalefet edenlere “biz adamın dişini de, tırnaklarını da sökmesini biliriz” diyebiliyor.
Bir diğer çürümüş kafalı yandaş yalaka “biz adama etek giydirmesini de biliriz” diye salyalarını saçabiliyor.
Gazeteciliği köşe magandalığı sanan, nereden çıktığı belli olmayan iktidar yanlısı bir yalayıcı, beğenmedikleri için “istersek seni sinek gibi ezeriz” diye tehdit ediyor ve ortalığa korku salmaya çalışıyor.
İktidar yandaşlarından bir basın magandası, Özal’a ‘Puşt tezgâhı’ kurulduğu, Mevcut Cumhurbaşkanı için ‘Kasımpaşalının kucağa oturtulamayacağı’ gibi kirli bir dil kullanabiliyor ve bu dil muhataplarınca reddedilmiyor, kınanmıyor.
Bir diğer basın magandası ve tetikçi ise, ‘istesek sizi sinek gibi ezeriz’ diyebiliyor, kişileri hedef gösterebiliyor ve hukuki yönden hiç mi hiç sorgulanmıyor.
Bu kadar mı? Kitap yazacak kadar var da, özellikle, AKP Gençlik Kollar Başkanı olduğu söylenen ve Milletvekili olan biri sokak kabadayısı gibi davranıp gazete basabiliyor, gazetecilerin cesaretlerini ölçebiliyor, beğenmediklerine ‘dayak atmaktan’ bahsedebiliyor.
Siyaset dışı olması gereken bir yetkili, meydanlarda halktan ‘Beş Yüz yerli ve Milli Milletvekili’ isteme gafletini ve yanlışlığını gösterebiliyor. O kişinin anlayışına göre, demek ki Meclisimizde yabancı ve gayri milli Milletvekilleri varmış da haberimiz yokmuş!
Pervasızlık, hak, Hukuk tanımazlık, kabalık, cehalet kol kola girmiş her tarafımızı sarmış durumda…
Yurttaş, okuduğu gazeteye, kitaba göre değerlendirilip fişleniyor, Gazeteciler işlerinden kovduruluyor, tehdit ediliyor, dövdürülüyor…
Seksen milyonluk ülkede kitap satışları Üç-Beş binde, günlük gazete satışları İki-Üç milyonda kalıyor…
Böyle bir ülkede yazmak da, okumak da zorlaşıyor ve değerini kaybediyor.
Aslında kaybolan temel değer ülkenin ve toplumun geleceğidir. Varacağı nokta ise üçüncü sınıf bir ülke ve geri kalmış kalabalıklar.
Sizce Türkiye bunu hak ediyor mu? Etmiyor!1 Kasım seçimlerinde kendimizi Demokrasi kantarında bir kez daha tartacağız. Bakalım çağdaşlık ağırlığımız kaç okka, kaç dirhem!