ZIPIR KÜSTAHLIĞI
ABDULLAH AYDIN
İkisi de Osmanlı Subayı, kimi zaman saraya yakın, kimi zaman uzaklar… İkisi de Kurtuluş Savaşı örgütleyicisi ve bizzat savaşanı… İkisi de bağımsızlıkçı… İkisi de Cumhuriyeti kuranlardan… İkisi de Ulusalcı, ikisi de Devrimci…
Osmanlı’nın son kırk senesine ve Cumhuriyetin ilk yarım yüz yılına tanıklık etmiş Atatürk ve İsmet İnönü, her iki dönemde yaşadıkları ve tanık olduklarıyla acı bir kanaate varıyorlar ve utanılacak gerçeği dillendirmek zorunda kalıyorlar. Ve “Bu ülkenin kahramanı kadar da haini var” diyorlar. Şuna inanıyorum ki; Atatürk ve İnönü bu sözü söylerken içleri acımıştır, gözleri yaşarmıştır. Aynı zamanda, bu kadar yoğun karşıtlık içinde Dünya’da emperyalizme ilk direnişi başlatmak, Cumhuriyeti kurmak, Devrimleri yapmak ve ümmetten bir ulus yaratmakla da haklı olarak gururlanmışlardır…
Böyle bir yazıyı neden kaleme aldın diye sorulabilir. Nedeni şu: Hürriyet Gazetesinin 13 Mart Çarşamba günlü baskısında, yıllarca bu gazetenin en üst sorumluluğunu taşımış ve ülkede ‘üst düzey gazeteci’ iltifatı görmüş Ertuğrul Özkök’ün köşe yazısındaki bir ifadeden oldukça rahatsız olduğum için yazma mecburiyeti hissettim.
Zaman Gazetesi yazarı Herkül Millas 12 Mart 2013 tarihli yazısındaki, Anayasada tanımlanması istenen ‘Vatandaşlık’ kavramının ‘Türk yerine, Türkiyeli’ olmaması gerektiğini, bir Rum’un kendisine’ Türk’ diyemeyeceğini belirtiyor.
Ertuğrul Özkök bu önermeyi çok beğenmiş olmalı ki, birilerinin ithamlarından da etkilenerek “Türklükten istifa etmemiş olsam, yazının altına şaaaak diye imza atardım” diyerek olaya balıklama atlıyor ve hemen ekliyor, ama ne yazık ki ben Haymatlos’luğu seçtim!
Ertuğrul Özkök’ün çok beğendiği ve şaaak diye imzalayacak etkiyi aldığı Rum kökenli Türk yurttaşı, Zaman Gazetesi yazarı Herkül Millas’ın 12 Mart 2013 tarihli o makalesinden kimi pasajları buraya aktaralım:
“Kaldı ki ‘Türk kelimesine tepkili olan birinin ‘Türkiyeli’ ye de tepkili olması gerekmez mi? Bu derecede aşırı duyarlılıkların çözümünü dilde değil, başka alanlarda aramak gerek. Vatandaşlık anlamında ‘Türk’ kelimesi bazı tepkiler doğuruyorsa, bunun nedeni kelimenin kendinde değil, Türk Devletinin ve kısmen toplumunun da uygulamalarındadır. Her vatandaşın geçmişini Orta Asya’ya bağlamak, başka etnisitelerin varlığını görmezlikten gelmek, hatta bastırmak, Türkçe dışında başka dilleri yasaklamak veya aşağı görmek, vatandaşlar arasında dil, din veya köken temelinde ayrımcılık yapmak… Bütün bunlar ’Türk’ ve ‘Türklük’ adına yapıldığından tepkiler doğmuştur. Tersi olsaydı, yani ‘Türk’ kelimesi gerçekten kapsayıcı bir uygulamanın simgesine dönüşmüş olsaydı, yani yalnız lâfta veya Anayasa’da bir cümle olarak kalmasaydı bu gün ‘Türk’ kelimesi sorunlu olmazdı.”
“Sorunun çözüm yolu, yine Anayasal vatandaşlığın içinden geçiyor.”
“Türkiyeli kelimesini kullanıp bağnaz, ayrımcı ve ırkçı ‘Türklük’ yapılacaksa tabii ki birileri ‘Türk/Türkiyeli’ derken kendini mutlu hissetmeyecektir.”
Böyle diyor Herkül Millas.
Herkül Millas’ın kendi şartlarından hareket ettiğini zannettiğim eleştirilerin ve önermelerin bir kısmına katılmamak mümkün değil. Şöyle etrafımıza baktığımızda, hemen hemen yaşamın her anında ve her toplumsal katman ilişkilerinde dışlama ve ötekileştirme yaşadığımız inkâr edilemez. Birlik içinde çeşitliliğe ve çok sesliliğe tahammülümüz yok. İnanç anlayışımızda da karşımızdakine tahammül edemiyoruz…
Tanımlamalarda adları ön plâna çıkararak insani bir yaşam kurmak pek olası değil. Ancak bir madde, bir oluşum hatta bir bina tanımlanırken temel yapı malzemesinin ve ana unsurun ismi ile tanımlanır. Bütün Dünya’da, kurulu devletlerin ve halkların isimlendirmeleri ve tanımlanmaları böyledir; temel unsurun ismi ile tanımlanması normaldir, bundan kimse gocunmamalıdır…
Bu ülkede yirminin üzerinde etnik kimlik var. Yurttaşlarımızın bu kimliklerini birbirlerinin karşıtı gibi algılamamalı, o kimliklerin dostluğunu geliştirmelidirler. Kimse ben köken olarak Türk’üm demek zorunda değil. Ancak Türk kimliğini ve Türk Vatandaşlığı tanımlamasını da rakip ve hedef olarak seçmemeliler, çoğunluğun kökenine rakip olmamalılar…
Türk’lük/Türkiye’lilik tanımlamasında Rum kökenli yurttaşımızın gocunmasını anlayabiliriz. Ancak kimi basın mensuplarının bu ülke insanlarının genel kimlik konusundaki düşüncelerini anlamakta zorlanıyoruz. Bu ülkenin en büyük yayın organında 20 yıl gibi uzun süre Genel Yayın Yönetmenliği yapan, Yüksek Eğitim kurumlarında ders veren birinin ortaya çıkıp “Ben Türklük’ten istifa ettim” demesi, bazılarına karşı ironik bir tepki olsa da, geniş yığınlarca ters anlaşılabilir ve Ertuğrul Özkök’ü hedef haline getirebilir. Ertuğrul Özkök kendini bu sıkıntıya sürükleyen nedenleri ve kişileri çok açık biçimde topluma anlatmak zorundadır…
Hepimiz Haymatlos (Vatansız) olamayacağımıza göre, birlikte yaşamak zorunda olduğumuz bu ülkede, öyle anlaşılıyor ki, bazıları toplumumuzun iyi niyetli bakış ve davranışlarının örselenmesi pahasına Türk ve Türklüğü tartışmaya açarak zıpır küstahlığına sürükleniyorlar, ihanet çukuruna düşüyorlar. Kendileri, bu ülkede etkili yetkili yerlere gelseler de, galiba bazı şeyler değişmiyor, bir şeyler kişilerde baki kalıyor!