ANTİK KARADENİZ KAVİMLERİ NE OLDU?
Anadolu’da tarihi süreç içinde pek çok kavim görülmüş ve bu kavimler çeşitli medeniyetler kurmuşlardır. Bulunduğumuz coğrafyanın adı, Romalılar zamanında doğu bölgesi anlamına gelen “Thema Anatolica” diye anılmış, zamanla Thema Anatolica isminin yerini sadece Anatolica almıştır. Müslüman Türklerin burayı yurt tutmalarıyla birlikte bu kelime değişerek “Anadolu” şekline dönüşmüştür.
Anadolu, coğrafi bakımdan üç tarafı denizlerle çevrili bir yarımadadır. Anadolu’da en eski çağlardan beri geldiği bilinen kültür geleneği, buraya daha sonra gelen bütün kavimleri etkisi altına almış ve birbirinden etkilenen bu kültür zinciri, peş peşe kurulan devletlerle yüzyıllar boyunca günümüze kadar taşınmıştır.
Anadolu’da tarihi süreç içinde kurulmuş devlet ya da derebeyliği gibi yapılanmaların dışında, burada kendilerine has kültürel özellikleri olan halklar da yaşamışlardır. Örneğin Hititler bir devlet olarak organize olabilmişler, fakat onlarla çağdaş olan Kaşgalar, Hititler gibi devlet kuramamışlardır.
Anadolu’da devlet kurmaktan uzak bu tür kavimlerin sayısı az değildir. Yunanlı Ksenophon, M.Ö. 400 yılında yazdığı “Anabasis” adlı eserinde Karadeniz kıyılarında farklı kültürleri ve yaşam tarzları olan kavimlerden bahseder.
Karadeniz Bölgesi’nde etkili olmuş ve devlet organizasyonu içine girebilmiş Hititler, Firigler, Amazonlar, Kimmerler, İskitler, Persler, Sasaniler, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular ve Osmanlılardan başka bu uygarlıklar karşısında eriyip yok olan, bir başka ifadeyle asimile olan sayısız kavim vardır.
M.Ö. 400 yılında Karadeniz sahilinde yaşayan bu antik kavimlerden bazıları şunlardı:
Kolhiler, günümüzdeki Trabzon civarında yaşayan yarı göçebe bir kavimdi. Trabzon (Trapezus) bir Helen kolonisi olan Sinophe’ye (Sinop) bağlı bir koloniydi. Bu koloniler, Helenler tarafından kurulmuş küçük şehir devletleri gibiydi. Başlarında en büyük koloni kenti olan Sinop’a bağlı bir vali bulunurdu. Çevrelerinde yaşayan yerli halkı vergiye bağlamışlar, karşılığında onların güvenliklerini sağlama sözü vermişlerdi.
********
Antik kaynaklarca aktarılan son derece sağlam tarihsel kayıtlar ve tanıklıklar, birçok gerçeği ortaya çıkarmaktadır. Örneğin M.S. 6. Yüzyılda Doğu Karadeniz’i gezip, elde ettiği bilgi ve gözlemlerini kaydeden Bizanslı tarihçi Agathias, “Lazika’da yerleşik olanlar, eskiden Kolhiler olarak bilinirlerdi ve bu Lazlar ile Kolhiler aynı halktır” diye görüp araştırdıklarını kesin bir dille ifade etmektedir. (Antik Çağlarda Doğu Karadeniz-Ahmet Mican Zehiroğlu, İstanbul 1999)
Aynı dönemin bir başka Bizanslı yazarı Lydus da Kolhilerin keten dokumacılğı yaptıklarını, Pers İmparatoruna her yıl yüz genç kız ve yüz genç erkek gönderdiklerini belirtir.
Ksenophon’un Kolhiler olarak tanıttığı bu insanlar, Helenleri tuzağa düşürmüşler ve terk ettikleri köylerde bol miktarda zehirli bal (deli bal) bırakarak Helenlerin kitle halinde komaya girmelerine neden olmuşlardır. Helenler, ölümcül bir etkisi olmayan bu balın etkisinden ancak üç dört gün sonra kurtulabilmiş ve yollarına devam etmişlerdir.
Kolhiler, kendilerini ziyaret eden ya da saldırmalarından korktukları kendilerinden güçlü kimselere konukseverlik armağanı olarak öküzler, arpa unu ve şarap verirlerdi.
Bu yöredeki bir başka kavim Drillerdir. Ksenophon bu kavimden bahsederken; “ Bu halk, dağlık ve ulaşılması güç bir bölgede oturuyordu ve Karadeniz’in en savaşçı halkıydı” demektedir. (Ksenophon -Anabasis)
Mossynoikler, Giresin, Bulancak ve Piraziz civarlarında yaşarlardı. Ağaçtan evler yapmada çok ustaydılar. En yüksek tepede ya da kalede kralları otururdu. Kale, Mossynoikler ülkesinin en yüksek yerinde bulunan ve “anaşehir” dedikleri şehrin önündeydi. Mossynoikler bu kale yüzünden birbirleriyle sık sık savaşırlardı. Kaleyi kim ele geçirirse tüm Mossynoiklerin efendisi sayılıyordu. Dağın tepesindeki kulede bulunan kralları (orada oturur, halk tarafından ortaklaşa beslenip bir zarar görmemesine dikkat edilirdi) kulesinden ayrılmak istemezdi.
Mossynoiklerin babadan oğula geçen ekmek dolu ambarları ve ayrıca buğday, özellikle kızılca buğdayla dolu kiler gibi korunaklı kışlık yiyeceklerini biriktirdikleri depoları vardı. Ayrıca tuzlanarak küplere bastırılmış yunus balığı eti, çanaklarda yunus yağı bulunurdu. Mossynoikler bu yağı Helenlerin zeytinyağı kullanması gibi kullanırlardı. Ambarlarda yassı ve dilimsiz pek çok ceviz vardı. Başlıca besinleriydi bu. Kaynatıp, ekmek gibi pişiriyorlardı. Şarapları da vardı. Sertliği yüzünden biraz kekreydi. Su katınca hafif hoş kokulu bir şarap oluyordu. Topluluk içinde çiftleşmek onlarca ayıp sayılmıyordu. Farklı bir ahlak anlayışları vardı. (Ksenophon-Anabasis)
Orta Karadeniz bölgesindeki bir başka kavim Khalyblerdi. Fazla kalabalık bir halk olmayan Khalybler, Mossynoiklerin boyunduruğu altında yaşıyor, özellikle demir işçiliği ile geçiniyorlardı. Khalyblerin demircilikteki ustalığı bütün bölgeye yayılmıştı.
Tibarenler, günümüzdeki Ordu kenti çevresinde yaşıyorlardı. Tibarenlerin ülkesi, çok daha düzdü. Deniz kıyısındaki şehirleri daha az tahkim edilmişti.
Tibarenlerin topraklarında Sinope kolonisi Kotyora vardı.
Karadeniz Bölgesi’nde biraz daha batıya gidildiğinde Paphlagonia bölgesi denilen günümüzdeki Orta ve Batı Karadeniz bölümünde yine dilleri Helen dili olmayan Paphlagonialılar otururlardı.
Bütün bu antik kavimler, M.Ö. 350 yıllarından itibaren başlayan Helenistik dönemle birlikte yok oldu.
Helenistik dönem, eski Yunan uygarlığının Büyük İskender zamanında bütün Avrupa ve Ortadoğu ülkelerini etkisine alması ve antik Anadolu halklarının “Helenleşmesi” sonucunu doğurdu.
Neydi eski Yunanlıları çağdaşlarından ayıran önemli özellikler?
Kuşkusuz Helenlerin (Yunanlıların) tekniği, toprağın ve işyerlerinin verimini büyük ölçüde artırdı ve diğer antik kavimlere karşı üstünlük sağlamalarına ve zenginleşmelerine neden oldu. Yeni bir aristokrat sınıf oluştu. Bu sınıfın demokrasisi sadece kendilerineydi. Öteden beri var olan kölelik düzeni daha da yaygınlaştı. İnsan pazarları kurulmaya başlandı. Bu durum, ilk çağ ve orta çağda yaşamış hemen bütün kavimlerde görülüyordu. Zenginliklerin artması yerli seçkinlerin işine yaradı. Bunlar, fetihler sırasında kurulan şehirlerde Helenleşmeyi sağladılar. Ticaret ve ayrıcalık yeni kurulan bu koloni şehirlerinde hep onların oldu.
M.Ö. 334 yılında Büyük İskender’in (356-323) Asya seferi başladı. Bu sefer yaklaşık on yıl sürdü. Bu zaman dilimi içerisinde İskender önüne gelen bütün devletleri ve derebeylerini yok etti. Hindistan’a kadar bütün Asya’yı ülkesine kattı. Kendisini dünyanın imparatoru yapmak kararındaydı. Komutanları kendisine artık dünyanın sonuna geldiklerini fethedecek başka ülke kalmadığını söyleyerek seferi sonlandırmasını istediler. Büyük İskender, dönüş yolunda M.Ö. 323 yılında Babil’de ateşli bir hastalığa yakalanarak öldü. Öldüğünde 33 yaşındaydı.
Büyük İskender’in ölümünün ardından kurduğu imparatorluk yıkıldı ama yapmış olduğu fetihler Helen (Yunan) dünyasını tamamen değiştirdi. Binlerce Helen onunla veya ondan sonra almış olduğu topraklara yerleşti. Anadolu’da ve hatta Mısır, Suriye ve İran’da Helen dili konuşulan krallıklar kuruldu. Doğu ve batının kültür ve bilgi birikimi birleşip etkileşmeye başladı.
İskender’in ölümü “Helenistik dönem” denilen yeni bir dönemi açmıştır. Bu dönemin ayırt edici özelliği, birbirinden çok farklı ve karışık toplulukların ve onların uygarlıklarının birbiriyle karışarak yeni bir potada, dili Helen dili olan yeni bir oluşum meydana getirmesidir. Bu dönemde Helenlerin barbar ülkesi olarak adlandırdıkları Pontus (Karadeniz kıyıları) Kapadokya ve Paphlagonia bölgelerindeki yerel halklar yönetim ve Pazar dilini elinde bulunduran Helenler karşısında yerel dil ve kültürlerini koruyamadılar. Tamamen asimile oldular. Helenistik dönemle birlikte artık Anabasis’in yazarı Ksenophon’un kitabında bahsettiği ve barbarlar dediği antik Karadeniz kavimlerinin esamesi kalmamıştı. Artık onlar da kendilerini “Helen” diye adlandırıyorlardı.
Sonuç olarak; üretim araçlarını ve onun yapılandırdığı kültürel yapıya egemen olan güçler, tarih boyunca kendi kültürlerini antik halklara kabul ettirdiler.
İlk ve orta çağda ticaret ve pazar dilini eline alan topluluklar diğerlerini kendilerine dönüştürdüler.
Antik Anadolu kavimlerinin hazin bir şekilde tarih sahnesinden silinmesi bu olsa gerek.