Türkiye öteden beri Dış Politika konusunda konumunun ve öneminin gereğini yerine getirebilmiş ve sonuçlarını alabilmiş değil. Günümüzde de aynı zafiyet ve açlık devam etmekte, çoğu haklı olduğu konularda bile sonuç alamamaktadır… Cihan Devleti Osmanlı’da olduğu gibi! Osmanlı’nın gerileyiş ve yıkılış dönemlerini irdelediğimizde, Dış Politikadaki kadrolaşma ve yetersizliklerin yıkılışın önemli nedenlerinden biri olduğunu görürüz. Osmanlının dış politikasının tümden azınlıklara bırakılmış olması ve kurucu asli unsurun Devlet yönetim ve kamu hizmetinden uzak tutulması yıkılışının temelini oluşturan politik yanlışlık olmuştur. İmparatorluk olmasına karşın, Dünya siyaset ve kültürünün oluşmasına iz bırakan yeterli etkide ve yönlendirmede bulunamamıştır…
Yönetim ve denetim altına aldığı topraklara kendi etkisini, kültürünü ve politikalarını götürmek şöyle dursun, kendisi, işgal ettiği ülkelerin kültür baskısına maruz kalmıştır. Bunun en somut örneği: köken kimliğinden, dilinden, yazısından, kimi inançlarından ve giyim şeklinden bile vazgeçmiş olmasıdır…
Yıkılan Dünya İmparatorluklar tarihini incelediğimizde karşımıza ilginç b ir sonuç çıkıyor. Tarih sahnesinden kaybolan hiçbir İmparatorluk Osmanlı İmparatorluğu kadar kötü miras bırakmamıştır. Padişahların ve şehzadelerin yaşadıkları kimi yerlerde, avluları aile mezarlığı olarak kullanılan birkaç Caminin dışında, özellikle Anadolu’da hiçbir sosyal bırakıtları yoktur. Eğitim, Sağlık, Sanayi, Ekonomi, dış politika ve Hukuki alanlarında, toplumun lehine olacak hiçbir eserleri yoktur… Osmanlı’nın bıraktığı miras, yüz binlerce insanın kanı ve canı bedeli zorla kurtarılmış yoksul bir ülke, yetim çocuklar, cahil bırakılmış bir halk ve son taksiti 1954 Mayıs ayında ödenen 107,5 Milyon altın Osmanlı lirası borçtur…
Son yıllarda, özellikle AKP kaynaklı bazı mahfillerde Osmanlı özlemi belirginleşmiş ve bazı AKP yöneticileri de değişik söylemlerle ‘İmparatorluk’ özlemlerini dillendirir olmuşlardır. Dış İşleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, “Milli egemenlik hâkim kılınırsa, cihan devleti kurmamıza kimse engel olamaz” diyor. Cihan Devleti şöyle dursun, şayet Davutoğlu ve hükümeti gerçek anlamda milli egemenliği bu ülkede hâkim kılarlarsa (bu konuda ellerini kimse tutmuyor)tarihi görevlerini bihakkın yerine getirmiş ve bu ülke halkına en büyük hizmeti yapmış olurlar…
Ahmet Davutoğlu bilmelidir ki, “Milli Egemenlik” siyasi çoğunluk tahakkümü değil, ülkede yaşayan her yurttaşın tüm insani haklarını sonuna kadar kullanması ve bu ülkenin kaderinde söz ve karar sahibi olmasıdır…
Yaşadığımız topraklar, Dünya üzerinde barışa en fazla ihtiyaç duyulan bölgededir. Ne yazık ki; bölgemiz Dünyanın en kavgalı ve barıştan en uzak bölgesi olup, Emperyalizmin av alanı gibidir. Türkiye bunun bilinciyle hareket etmek ve tüm komşularıyla barış içinde olmak zorunda olmasına rağmen, neredeyse tüm komşularıyla sorunludur. Haklı olduğu davalarını bile hiçbir plâtformda doğru dürüst savunamamaktadır. Kendini Dünya egemeni sayan bir sömürgecinin ileri karakolu gibi davranışlar göstermektedir. Bu noktada İsmet İnönü’nün bir sözünü hatırlatmakta yarar var: İnönü diyor ki; “Büyük devletlerle dost olup yakın ilişkiye girmek, Ayı’yla çuvala girmeye benzer”. Biz NATO’ya girmekle zaten ayıyla çuvala girmiş bulunuyoruz ve Ayı’nın ne zaman bizi boğazlayacağını da bilemiyoruz…
Dünya insanlığının ve politikalarının geldiği bu noktada, devlet hayatı içinde özlemli yaklaşımlara ve kişisel hayallere yer yoktur. Günümüzde ‘Cihan Devleti’ Şeyhülislâm fetvalarıyla, Padişah emelleriyle, Devşirme Ordularla, Neslin deden marşlarıyla, Yeniçeri kılıcı sallamakla, hurafelerle uğraşmakla, savaş talanı ganimetlerle kurulmuyor. Bilim ve teknoloji üretmeyen, yoksullukla boğuşan tapıyla kurulmuyor. Üstelik günümüzde Cihan Devleti olmaya da gerek yok!
Günümüzün Cihan Devleti, büyük ordulara sahip olmak, sağa sola saldırmak, insanlığın ve doğanın tüm zenginliklerini sömürmek, Emperyalist olmak değildir! Dış politikan Cihan Devleti olmaya, sana bağımlı ülkelerin sadakati yeterli mi?
Günümüzün Cihan Devleti, Yurttaşını söz ve karar sahibi yapmış, hukuku egemen kılmış, eğitim ve sağlık hakkından herkesin eşit ve karşılıksız yararlandığı, işsizin ve yoksulluğun olmadığı, herkesin yarınlarından endişe duymadığı ve güvenceye alınmış, Devletle yurttaşın barışık olduğu, eşit yurttaşların yaşadığı bir Devlet yapısıdır…
Devlet yönetenin, siyasetçinin görevi yurttaşa gaz vermek, olmaz hayallere yönlendirmek değil, ülke ve Dünya gerçeklerini yurttaşına iletmek ve onunla omuz omuza vererek, ülkeyi daha güzel ve güvenli yarınlara taşımaktır…
Sayın Ahmet Davutoğlu’na sorup cevap bekleyelim: Senin hayallerinle bizim ve Dünyanın gerçeklerini nerede buluşturuyorsunuz?