Öncelikle, yazımda böyle bir başlık kullandığım için, tüm insanlardan ve Tıp biliminden özür dilerim. Konuyu halk diliyle yazıya taşımanın daha uygun olduğunu düşündüğümden böyle bir başlığı seçtim!
Delilik, kişilerin isteyerek seçmediği bir durum olmadığı gibi, sadece kişilere özgü bir durum da değildir… Kişilerde yaş durumuna göre farklı şekillerde görülebildiği gibi, toplumlarda da görülebilmekte ve zaman içinde şekil değiştirebilmektedir… Özellikle geri kalmış toplumlar ve kişilerdeki bu durumu, kimileri, küçük düşürme, karalama ve hakaret anlamında kullanmakta ve karşısındakine üstünlük sağlama eğilimi göstermektedir…
Bayramlar, Festivaller, Karnavallar çok kişiye ve toplumun tümüne hitap eden eğlence günleridir. Bir günlüğüne, iki günlüğüne de olsa, bireyleri ve toplumları dertlerinden uzaklaştırıp, hayata daha pozitif bakmalarını amaçladığı gibi, dostlukların, birlikteliklerin de pekiştirildiği günlerdir…
Darbelerin ülkemize hediye ettikleri olumsuzlardan biri de, ara günler birleştirilerek, dini bayram izinlerinin Dokuz güne kadar uzatılmasıdır. Çalışanlar için cazip görünse de, sonuçları itibariyle felâket olarak kabul edilebilir…
Tatil yapmak veya yakınlarını görmek için yola düşenler, zamanı kullanmak zorunluluğundan dolayı, yollarda adeta ölüm kervanları oluşturmaktadırlar. Ancak acı sonuçlara rağmen, yöneten ve yönetilenlerden fazla şikâyet gelmemekte, herkes bu durumu normal karşılamaktadır…
Ülkemiz uzun yıllardan beri terör belâsı ile uğraşmaktadır. 12 Eylül darbesinden önce belirli oranda sınıfsal bir görüntü veren terör, darbeden sonra şekil değiştirmiş, dinsel ve etnik yapıya dönüşmüştür… Bunlara, otomobil sayısının artışına paralel olarak trafik terörü de eklenmiş ve acılar daha da katlanılmaz duruma gelmiştir… Son otuz yılda Kırk Bin yurttaşımızı terör olaylarında kaybedip, ulus olarak üzülürken, aynı süre içinde trafik kazalarında kaybettiğimiz Yüz Binden fazla yurttaşımızın ölümünü (Trafik kazaları ile öldürülmelerini) olağan karşılıyoruz ve görmezden geliyoruz…
Geçtiğimiz şeker (Ramazan) bayramında yaşadıklarımız korkunç ve ürkütücüdür. İki yüz civarında ölü, bin civarında yaralı ile bayramı noktaladık. Hiç kimse iki yüz kişinin öldüğü (öldürüldüğü) bin kişinin yaralandığı (ağır yaralılardan ölenler de olabilir) toplumsal bir eylemi makul ve masum gösteremez, böyle fiili bir durumu bayram olarak takdim edemez...
Dokuz günlük bayram izninin bilânçosunu çıkaracak olursak, bu iş için birkaç defter tüketmek zorundayız. Kaç ailenin ocağına ateş düştü? Kaç çocuğumuz öksüz ve yetim kaldı? Kaç Ana-Baba Kızını, Oğlunu kaybetti? Kaç Ana-Baba torununu, Gelinini, Damadını kaybetti? Kaç insanımız Ninesini, Dedesini kaybetti? Ya geride kalanlar! Onların yaraları nasıl sarılacak, onların ruhi tahribatları nasıl onarılacak? Yaralılardan kaçı sakat kalacak?
İşin ekonomik yanı da var. Tahrip olan araçların ekonomik değeri, iş günü kaybının bedeli, sakat kalacak olan yurttaşlarımızın ömür boyu iş gücü kayıpları ve bakım giderleri ne kadar olacak? Bu bilânçonun mutlaka çıkarılması gerek… Sakat kalacak insanlarımıza gerekli toplumsal destek verilebilecek mi, gerektiği kadar rehabilite edilecekler mi? Bu soruya olumlu cevap bulmak hepimizin görevi olmalıdır…
İşin bir başka acı yönü; ülkemiz isminin şu veya bu türlü terör hareketleri ile birlikte anılma ve özdeşleşme tehlikesidir. Böyle giderse, resmi olmasa da, ülkemiz uluslararası tecride uğrayacağı gibi, ekonomik kaybı taşınamayacak boyutlara ulaşabilir. Özellikle Turizm sektörü zarar görebilecek, dış yatırımları da sekteye uğratacaktır.
Ülkemiz uzun yıllardan beri delilik hastalığı tablosu yaşıyor. Siyasal, etnik ve dinsel terör yaşadık ve yaşıyoruz. Ekonomik hastalıklarımız devam ediyor. Sosyal farklılaşma giderek hız kazanıyor. Eğitim sistemimizi, sağlık sistemimizi doğru bir yola sokamıyoruz. Kamuya personel alımında, Üniversiteye öğrenci alımında bile delilik alâmetleri gösteriyoruz, yüzümüze, gözümüze bulaştırıyoruz. Dış politikamız zikzaklar çiziyor, balon gibi havada uçuyor, nereye konacağı, nerede patlayacağı belli değil. Dış Politikamız tutarlı ve rasyonel değil, ülke çıkarları doğrultusunda yürütülemiyor. Yerleşik kurumlarımız yerle bir edilmiş, toplumsal güven dibe vurmuş durumda. Herkes birbirinden şüpheleniyor, korkuyor!
Sosyal genetiğimizde biraz delilik var galiba! Sakin ve suskun görünüyoruz, ama hırlaşmaktan da geri durmuyoruz. Barışa en çok ihtiyacı olan bir bölgede yaşamamıza rağmen, barışın inşası konusunda yeterli diplomasiyi hayata geçiremiyoruz. Savaş kelâmını duygularımızdan silemiyoruz, övünç vesilesi olarak kullanıyoruz.
Yetersizliklerimizin faturasını çığ gibi sorunlarla boğuşmakla ödüyoruz ve deliliklerimize yeni delilikler ekliyoruz.
Bu kadar delilik bize yeter de artar bile. Akıl ve bilim yoluna girmenin zamanı geçmeden, aklımızı başımıza devşirmenin saati gelmedi mi?