HAYALLER VE GERÇEKLER

Abdullah AYDIN

 

 

Abdaydin42@Hotmail.com

 

                İnsanların, geleceğe yönelme ve başarma azmini en fazla dürtükleyen duygu ’Hayal’ etme hassalarıdır. Hayal, arzuların ve hedeflerin zihinsel plânlamalarıdır.

            Hayal, insan yaşamının hedefindeki kuytuların aydınlanması, istikbal yollarına zihinsel taş döşemesidir.

            Hayal aynı zamanda, kişide kendi kendine moral ve umut motivasyonudur, kişisel zihni uyarı (doping) yapmasıdır.

            Kişilerin hayalleri olduğu gibi, toplumlarında hayalleri vardır. Her toplum, eşit dağıtılan bir hukuk sistemini, herkesin yaralanabildiği Sağlık ve Eğitim sistemini, gelişkin bir Teknolojiyi, insanlarını koruyan bir üretim tüketim ilişkisini, saygın bir Dış Politikayı, can ve mal güvenliğini, her yurttaşı kapsayan bir Sosyal Güvenlik Sistemini hayal eder.

            Hayal eder de, her toplum ve her kişi hayallerine ulaşabilir mi?  Bu soruya ‘Evet’ dememiz, günümüz Dünya sisteminde pek mümkün görünmüyor. Ancak çabaların devam etmesi umutlarımızı sürekli kılıyor, müspet düşüncelerimizi geleceğe taşıyor…

            Hayal etme, hayal kurma nedenlerinin başında ihtiyaçlar gelir. Kişiler ve Toplumlar bir şeylere ihtiyaç duyuyorlarsa, o hayali gerçekleştirmek için mutlaka bir çabanın içine girerler.

            Hayal edilen, ister iyilik, ister kötülük olsun, içinde geleceğin iyi veya kötü tohumlarını, filizlerini de taşır. Atatürk’de hayal ediyordu, Hitler de. Hayal iyi de olsa, kötü de olsa, gelecekte gerçeklerle karşılaşacak, geçerliliği ve değeri o zaman anlaşılacaktır. Ulusal Kurtuluş Savaşı sonuçları ile Nazi Almanya’sının vardığı sonuçlar gibi…

            Son aylarda Hükümet çevrelerinde, Başbakanda, Dışişleri Bakanında ve bazı Basın organlarında çağımızla pek örtüşmeyecek hayallerin oluştuğunu gözlemliyoruz. Başbakan, Ortadoğu, İslâm Coğrafyası liderliğine oynarken, yeni bir Osmanlı peşinde koşar gibi görünüyor. Hatta yandaşlarca Dünya liderliği havası pompalanıyor. Hayaller elbette heyecan ve ruhsal haz verici. Ama unutulmaması gereken ve hepimizin bildiği bir husus var ki, geçtiğimiz yüzyılda kaç imparatorluğun akıbetlerinin ne olduğu, Tarih sahnesinden neden kayboldukları asla göz ardı edilmemelidir…

            Şimdilerde yeni bir Anayasa hayali peşinde koşuyoruz. Yeni Anayasa gerekliliği konusunda toplumsal bir talep araştırılmış değil. Yeni Anayasa ile neyin amaçlandığı meçhul. Toplumsal mutabakat konusunda yeterli uğraş gösterilmiyor. Yapım aşamasında bile bencillik ve ilkesel boşluklar var…

            İlk TBMM’nin yaptığı 1921 Teşkilât-ı Esasiye Kanununu hariç tutarak, Cumhuriyet dönemimiz, olmaması gereken sayıda Anayasa yaptı ve hiçbirinden yeterince tatmin olmadı. Ne kadar çok madde yazılmışsa o kadar çelişki ve arıza ortaya çıktı.

Yaptığımız ve değiştirdiğimiz Anayasalarımıza yeterince toplumsal, Hukuki ve Demokratik öz taşıyamadığımız için Anayasalarımızla kavga ettik ve sık sık değiştirmek zorunda kaldık…

            1924, 1961 ve 1982 yıllarında üç kez Anayasa yaptık, yine de yeni bir Anayasaya ihtiyaç duyduğumuz anlaşılıyor.                                                                                                    1923 de bütün Ulusun emekleri sonrası oluşturulan Cumhuriyetin yaptığı 1924 Anayasasıdır ki; bu Anayasada 1928, 1931, 1934, 1937, 1937 tarihlerinde beş kez değişikliğe gittik.

            1961 de yaptığımız ilk darbe Anayasamız, kısmi Demokratik sunumlarda bulunsa da, kimimize göre halkımıza dar geldi(!) kimimize göre de bol(!) geldi ve onu da 1961, 1970, 1970, 1971, 1971, 1973 ve 1974 yıllarında yedi kez değiştirmek zorunda kaldık.

            1982 yapılan ve halkımızın korku belâsı %92 oy oranıyla onayladığımız ikinci darbe Anayasamızı da beğenmedik ve onu da 1987, 1993, 1995, 1999, 1999, 2001, 2001, 2002, 2004, 2005, 2005, 2006, 2007, 2007, 2008 yıllarında on yedi kez değiştirdik.

            Yaptığımız Anayasaların tümünü üç kez ve çoğu maddelerini onlarca kez değiştirdik de ne oldu? Türkiye son anayasamızda da yazdığı gibi “Lâik, Demokratik, Sosyal bir Hukuk Devleti” mi oldu? Olmadı. Bu gidişle olması da zor… Yasalar Anayasaya uygun değilse, uygulayıcılar Demokratik Hukuk sistemini yeterince özümsememişlerse, Anayasayı değiştirmek pek işe yaramıyor…

            Hayallerle gerçekler her zaman ve her zeminde uyuşmayabilir, çakışmayabilir. Bu durum dikkate alınarak, toplumla kurulacak iletişimde gerçekler dikkate alınmalı, toplumun tüm birey ve kurumları elden geldiğince olayın içine katılmalıdır…

            Yeni yapılacak Anayasa, Türkiye’nin varlık nedenlerini ve varoluş gerekçelerini mutlaka saklı tutmalıdır. Toplumsal mutabakat oluşmadan yapılacak Anayasa, bir yıl bile geçmeden sıkıntılar yaratacaksa, o süslü hayallerin, kronikleşmiş hayal kırıklıklarına dönüşmesi kaçınılmazdır.

            Parlamentomuza düşen görev, Anayasa yapımında tüm halkın ve kurumların fikir gücünü seferber edip işin içine katmak ve çağcıl tüm insani hakların ve temel Hukukun korunmasını sağlamak olmalıdır…

            Güney Afrika’da Vuvuzela öttürmeyi hayal etmek hoş bir duygu, ama Dünya’nın, ülkemizin ve halkımızın ilişki ve yaşam gerçekleri ile yüzleşmek, boğuşmak ve başarmak, Vuvuzelayı öttürmeyi hayal etmek kadar kolay olmadığı da bir gerçek…

 

 
 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.