Siz, hiç on dört saat aralıksız çalışıp da, ‘Kabak Aşı’ ile karnınızı doyurmaya çalıştığınız oldu mu? Olmuştur elbet… Lezzeti ve lezzetsizliği orada tatmışsınızdır hiç şüphesiz.
Yemeye başlarken iştahla kaşıklarsınız, ama karnınız biraz doyar gibi oldu mu, iştahla kaşık salladığınız o yemek tatsızlaşmaya, ağzınızda çoğalmaya başlar…
Türkiye’de iktidarlar Kabak aşına benziyor. Başlangıçları oldukça iddialı, heyecanlı, iştah açıcı ve sevecenler, ama yıllar geçtikçe bu özelliklerinden uzaklaşıyor, heyecanları sönüyor, ekşiyor, kokuyor ve nobranlaşıyor; aynen AKP iktidarında olduğu gibi…
AKP iktidarı tadı kaçmış kabak aşına döndü. Toplumun büyük bölümünde mide bulantısına neden olacak kadar bozulmuş durumda. Başbakan olan kişi, kendisine, Hükümetine ve Partisine karşı olan her türlü muhalefeti şiddetle sindirmeye, yok etmeye çalışıyor. Muhalefet yokluğundan dem vuran Başbakan, rüzgârın yüzüne vurmasına, arının vızıltısına bile muhalefet diye sinirleniyor…
Hükümetin ranta dayalı Projelerine karşı, halkın haklı olarak tepki verdiği Taksim direnişine karşı verdikleri uyguladıkları polisiye tedbirler, Başbakan’ın, AKP Hükümetinin saldırganlığı ve hazımsızlıkları, Demokrasi anlayışlarının ne kadar kıt ve söylemlerinin kökten asılsız olduğunu gösterdi.
Taksim olayları neden bu kadar genişledi? Tayyip Erdoğan ve AKP bu sorunun cevabını bulmak zorundadır. Aslında AKP diye bir parti yok. Başkanı ve yönetim yetkililerinin ısrarla ‘ideolojik’ olmaktan kaçınmaları, Demokratik örgütsel bir felsefelerinin olmadığını gösterir. AKP, güçlü gördükleri birinin etrafında yığınlaşmış bir kalabalık olarak nitelenebilir. Her konuda son sözü söyleyen, imzayı atan bir kişi olduğuna, gerideki milyonlarca kişinin düşünce, söz ve önerilerinin hiçbir anlam taşımadığına göre, AKP, Demokrasinin organı olabilecek bir Parti değil, kişi boyunduruğuna girmiş yığınsal bir kalabalıktır; kadroları menfaat birliği içindedir. İtaat esasına dayalı bu yığılmada, tek kişi söz sahibi olduğuna göre, Tayyip Erdoğan’ın konumu da Diktatörlüktür…
Diktatörler yalnız değildir. Etraflarında diktatörleşmiş kadrolar vardır. Bu kadrolar en az diktatörler kadar zalimdir, baskıcıdırlar. Demokratik kadrolar halkına hakaret etmez, edemez. Ama Tayyip Erdoğan ve AKP hükümeti mensupları, kendilerine muhalif olacak herkese rahatlıkla hakaret edebiliyor, karalayıcı ithamlarda bulunabiliyorlar. Bu duruma düşmek, aynı zamanda tükenişin, bitişin uç emareleridir. Toplum, baskıyla, tehditle, korkutmakla ebediyen yönlendirip yönetilemez…
Bu ülkenin insanı, birileri tarafından baskı altına alınsa da, bu baskıların mensuplarına el kaldırıp teslim olmamıştır. 1960 darbesi öncesi, zamanın Cumhurbaşkanına, gelişen olayların önlenmesi için ne yapılması gerektiği sorulduğunda: “Tenkil, tenkil” diye cevap vermiştir. Tenkille olayların önü alınabilmiş mi? Hayır! Sonuç: Askeri müdahale ile Hükümetin ilgası. Tayyip Erdoğan ve AKP Hükümeti tenkil yoluyla halkı sindireceğini umuyorsa, tarihi doğru okuyamıyorlar demektir…
AKP Hükümeti Türkiye’yi yanlı ve yanlış uygulamalarla, iç yönetim ve dış politikadaki yanlış yöntemlerle zorlamaya ve açık düşürmeye başladı. İç ve dışta yapılan yanlışlar belki bir süre absorbe edilebilir. Ancak yanlışlar süreklilik kazanıp kalıcı politikaya dönüşürse, hem yönetim bazında hem de halkın yaşantısında rahatsızlıklara neden olacağından, karşı çıkışlara ve tepkilere neden olabilir; Taksim’deki toplumsal tepki ve yurda yayılmasının nedeni de budur.
Sokaklardan ‘Hükümet istifa’ sesleri yükselmeye başladı. Bu sesleniş hafife alınmamalıdır. Bu seslenişin anlamı, ’Ben artık Kabak aşı yemek istemiyorum’ demektir. AKP ve Tayyip Erdoğan halka ‘Ben çoğunluğun oyunu aldım, söz benimdir, illâki Kabak aşı yiyeceksiniz’ derse, kabağın başında patlaması kaçınılmazdır. Tarih, toplumla ters düşenlerin hakkında iyi şeyler söylemiyor. İstenmeden yedirilen tatsız kabak aşının tepkisi, kabağı da, kabak aşı yedirmeye uğraşan kafaları da patlattığını yazıyor…