MAHKEME HİTAM, PANAYOT İDAM

Abdullah AYDIN

 

 

MAHKEME HİTAM, PANAYOT İDAM                                                  

Abdaydin42@hotmail.com

      Yaygın bir Yahudi fıkrasında, kız-erkek iki genci yargılayan mahkeme, başkanın   “Mahkeme hitam, Panayot idam” sözüyle noktalanır. Sonucu tahmin edersiniz… (Yahudi asıllı yurttaşlarımız alınmasın; sadece fıkra bu.)

            Derdimiz bu fıkranın kaynağı ve içeriği değil, fıkradaki sona benzemeye başlayan, ülkemizin içine düşürüldüğü durumdur. “Ne oldu, bize neler oluyor?” diye sorgulayarak,  ulusça cevap bulmak zorunda olduğumuz durum. Sahiden “Neler oluyor” bize?

            Ülkemizdeki üç ana faaliyet birbirine paralel yürüyor ve birbirlerinin açmazlarından besleniyorlar. Siyaset, yargılama türleri, darbeler ve muhtıralar.

            Başbakan Tayyip Erdoğan’ın sözünden alıntı yaparsak, her üç alan da, çıraklık, kalfalık dönemlerinden geçmişler, ustalık dönemini yaşamışlar ve yaşamaktalar.

            Tek parti dönemini siyasi bir alan ve dönem olarak kabul etmiyorum. Çünkü bütün toplumsal elemanlar dönemin içindeydi ve hepsi farklı roller üstlenmişti. Dönemin sevabında ve günahında herkesin katkısı ve ortaklığı vardı.

            Ülke siyasetimiz hep kaygan zeminler üzerinde şekillenmekte, bu kaygan zemin üzerinde yerine sağlam oturamamakta ve gel-git yaşmaktadır. Siyasetimiz sınıfsal ve ideolojik özden yoksun olduğu için, özellikle toplumun emek kesimi siyaset dışına itilmekte ve siyasetimiz güçlü bir destekten yoksun kalmaktadır. Yığınların bir tarafa yarıdan çok oy vermesi hiçbir siyasi parti için garanti teşkil etmemektedir. Çünkü aynı yığınlar bir sonraki seçim tercihlerinde, sınıfsal çıkarları ile hiç barışık olmayan bir siyaseti destekleyip iktidar yapabilmektedir.

            Başbakanın tanımına biraz daha derinden yaklaşırsak, tarif edildiği gibi siyasetimiz çok partili dönemde üç aşamayı da yaşamış görünüyor. Demokrat Parti çıraklık dönemi, Darbeler ve muhtıralar dönemi kalfalık dönemi ve AKP iktidar dönemini de ustalık dönemi olarak tanımlayabiliriz. Çünkü Başbakan, tarifi yaparken bu üç dönemin üçünden de alıntı yapmakta ve bu dönemlerin uygulamalarını övgüyle kabul etmektedir.

            Elli yıldır, toplumun tüm değerlerini iğdiş eden darbeler ve muhtıralar dönemlerinde de çıraklık-ustalık arası uygulamalar yaşanmıştır. 27 Mayıs 1960 darbesi sonucu oluşan ve günümüze kadar gördüğümüz en Demokratik diyebileceğimiz1961 Anayasası, darbecilerin iyi niyetinden kaynaklanmıyor. Darbecilerin yönetsel konudaki acemilikleri, Anayasa konusunda Ankara ve İstanbul Hukuk Fakültelerine teslimiyetlerini doğurmuştur. Bu dönem darbelerin çıraklık dönemidir.

            Muhtıralar süreci ise, siyaset dışı kalfalık dönemidir. Bu dönemde uygulamalar nispeten daha bilinçli yapılmış, hedef kitle daha isabetli seçilmiştir. Bu dönem aynı zamanda uzun sürecek bir Koalisyonlar döneminin de hayat bulduğu süreçtir.

            Darbelerin ustalık dönemi 12 Eylül 1980 darbesi ile başlamış, seksenli yılların tümüne, daha sonrasının da çeşitli uygulamaların bir bölümüne (bu gün bile) damgasını vurmuştur. Toplumumuz, darbelerin ustalık döneminde kimlere, niçin, nasıl ve kaç türlü işkence yapılır, yöntemler nedir, kişi bilinci ve onuru nasıl yok edilir, darbecilerin anladığı “Devlet nedir?” onu öğrendi. Toplumumuzun en dinamik kesimi, Şişeye oturtma, Vajinaya ve Rektuma soğuk su sıkma, cinsel organdan elektrik verme, başa saatlerce su damlatma, el ve ayak bilekleri kelepçelenip elektrik verilerek doğal bilezik yapma, bedenin her bölgesinde sigara söndürme, Filistin askısı, Ranza demirlerine kelepçelenip çarmıha germe, aylara uzanan banyo yaptırmama ve zindanlarda zamanı öldürmek için bit yarıştırma ve bitlerin hızlarını ölçme, aylarca ve geceleri gözleri bağlı çapraz sorgulamalar, dayağın, köteğin, hakaretin onlarca çeşidi gibi deneyimleri yaşadı. Kabaca işkence demiyorum, 12 Eylül darbecilerinin bilimsel deneylerinden(!) bahsediyorum! İşte darbecilerin ustalık dönemi böyle geçti…

            Yargı sistemimizdeki aşamalarda tanımlamaya uyuyor. Çok partili dönemimizde Anayasa Mahkemesi yetkilerine sahip ve sadece DP iktidarının Milletvekillerinden oluşan ‘Tahkikat komisyonu’ deneyimimiz var. Acemilik dönemi olmasına rağmen, her türlü yargı yetkisine sahip, astığı astık, kestiği kestik (özellikle DP muhaliflerini) bir komisyon. Daha sonraları kurulan ‘Sıkıyönetim mahkemeleri’, ‘Olağanüstü hal mahkemeleri’ kalfalık dönemi mahkemeleri olup, onların dönemlerini tamamlamasından sonra sivil iktidar tarafından kurulan ve iktidara bağlılığı iddia edilen ‘Özel Yetkili Mahkemeler’ ise, yargıdaki ustalık dönemi mahkemeleri galiba. Bu mahkemelerin kendine mahsus işleyiş özelliği de ilginçtir. Ne ile suçlandığını, iddiaların içeriğini ve haberdar olmadığın ve haberin olmadan hayali bir suç ve terör örgütüne nasıl üye olduğunu asla öğrenemezsin. Tutukluluk süresi sınırsızdır…                Ayrıca, Adalet Bakanlığı Hâkimler üzerinde istediği gibi oynama hakkına sahiptir. Özel Yetkili Mahkemelerimiz korkulan yerlere dönüşme tehlikesi taşıyor. Yeterinden fazla iktidar yanlısı görünüm veriyor…  Bu uygulama yanlışlarına rağmen, yargı mensuplarımızın adalet duygularının galip geleceğine inancımızı kaybetmiş değiliz…

            Çıraklık, Kalfalık, Ustalık derken Türkiye belirginleşen bir çözülmeye doğru yol alıyor. Ülkenin bir bölgesi terör örgütünün kontrolünde görünüyor. Bölgeye hâkim olan etnik-terör ve onlara bağlı siyasal yapı devlete kafa tutuyor. Vergi vermeyeceklerini beyan ederken, bir de ülkenin diğer yörelerinden haraç istiyor. Yetkililer de bu talebi, kimi zaman gülerek, kimi zaman istihzalı bir sırıtma ile geçiştirmeye çalışıyorlar…

            Yargının derdesti tamamlandıktan sonra, şimdi sıra TSK’ne geldi. TSK hızla eritiliyor. Darbelerin toplumda bıraktığı insanlık dışı izler nedeniyle, toplum TSK’ye fazla arka çıkmıyor, çıkamıyor. Bir zamanlar ‘ben orduyu yedek subaylarla da yönetirim’ diyen mantığın günümüze yansımasını yaşıyoruz. Türkiye’yi yutulmaz çekirdek gören çevreler (ABD, AB ve Etnik mücadele içinde olanlar) TSK’nin içine düşürüldüğü durumdan mutlaka memnuniyet duyuyorlardır. Kötü deneyimlerimize ve utandırıcı anılarımıza rağmen, Demokrasiye ve insan haklarına inanmış güçlü bir TSK’ne ihtiyacımız olduğu unutulmamalıdır…

            Gidişatımız pek sağlıklı görünmüyor. Tavan ve tabanın göçmesi hepimizi felâkete götürecektir. Toplum olarak tüm yetkilileri uyarmaktan geri kalmayalım. Yoksa Yahudi mahkemesindeki yargıcın haz sınırını aştığı anda verdiği ‘mahkeme hitam, Panayot idam’ hükmü ile karşılaşabiliriz. Bu ülke sadece birilerinin değil, Ben, Sen, O ve hepimizin!

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.