İnsanlar, beyinleri nasıl ve ne yönde programlandı ise, program çerçevesinde konuşur ve öyle davranırlar. Toplumların davranışlarında da, toplumsal programlamanın yönlendirmesi belirleyici rol oynamaktadır. Özellikle kutsadığımız Kapitalist sistemde. Beynin, doğal primitif programlanmasının yanında, kişinin içinde yaşadığı çevresi ve sosyal şartları, aldığı eğitim, hedef ve amaçlarının itişi ile oluşan edinilmiş beyinsel programlara da sahiptir.
Geçtiğimiz yakın günlerde, insani ve Hukuki yönden iki şok olay yaşadık. Bu iki olay, Türkiye’nin Dünya’ya yansıması bakımından üzücüydü, yüz kızartıcıydı…
Değerli genç kızımız Dilek Özçelik, sistemin getirdiği çaresizlik içinde hastalığına çare bulunması için Çevre Bakanından ( adını anmak acı vereceği için yazmıyorum) yardım istiyor. Bakan cebine sarılıyor ve bir miktar parayı Özçelik’e vererek, “hadi git bununla ilacını al, sakın düşürme, orada çok para var” diyor. Bu ifadeye ve davranış biçiminin sahibine tek sıfat bulabiliriz: Vicdanlarına kilit vurmuş, parayı Tanrı sayan kara ruhlu insanlar!
Özçelik, insanlığın derinliğinden kaynaklanan bir feryatla “ben dilenci değilim” itirazıyla, “insanlık konusunda bir kez daha hayal kırıklığına uğradım!” diyerek gözyaşlarına boğuluyor. Olayın oluş biçiminde ve gelişiminde, üst düzey Kamu yetkisi kullanan bir kişinin bu tür davranışı, ayıbın ötesine geçiyor, iğrençleşiyor, onur harabiyetine neden oluyor!
Kızımızın tepkisi, çığlığı ve gözyaşı, kimi çaresiz bırakılmış insanlarımıza yol gösterirken, günümüz İktidar sahiplerine de, “insanlık yaşamında para ile satın alınamayacak değerler ve parayla susturulamayacak insanların olduğunu da hatırlatmış ve öğretmiş olması ile daha da değer kazanıyor...
İkinci olayımız: Uluslararası müzik adamı Sayın Fazıl Say’a verilen hapis cezası. Sebep? Sebep twitterde atmış olduğu, bundan sekiz yüz sene evvel yazılmış, Ömer Hayyam’a ait olduğu söylenen bir şiirin ilk dörtlüğü. Güya Fazıl Say bu mesajla, ‘toplumun kutsal saydığı değerlere’ hakaret etmiş! Mahkeme de bu gerekçeyle ceza vermiş!
Ömer Hayyam sekiz yüz sene evvel toplumun kandırılmasına isyan ederken, günümüzde Hukuk vicdanımızın, kutsallık çerçevesinde bazı yobazlıkları koruyup ödüllendirmesi hayli düşündürücü değil mi? Ömer Hayyam, sekiz asır evvel, erkeklere Cennette iki Huri verileceği aldatmacasına isyan ederken, günümüzde, ‘kadınlara ne verilecek?’ sorusu neden akla gelmiyor? Tanrının kadın diye kulları, kadınların Cennette hakları yok mu? Ömer Hayyam, bu şiiri Din bezirgânlığı yapan yobazlara karşı yazarken, savunusunu Tanrı’nın yüceliği ve dürüstlük üzerine oturtuyor…
Canlı ve cansız varlıklar Piramidinin tepesinde ‘İnsan’ olduğuna göre, kimi şeyler değerli olsalar bile, bilip tanıdığımız Dünyamızda ve tanımaya çalıştığımız Evrende şimdilik “Kutsal” sayabileceğimiz şey, yaşaması ve gelişmesi için her türlü doğal ve üretilmiş değeri önüne serdiğimiz varlık “İnsan”dır. Şayet, İnsan denen canlının üzerinden “kutsallık” değerini kaldırıp bir başka yerlerde kutsallık ararsanız, insanlık yaşamında hiçbir şeyin değeri ve anlamı kalmaz…
Kutsal değer kabullerini ‘İnsanlık’ kavramından ve haklarından ayrı değerlendiremeyiz. Dini söylemlerin ve yönlendirmelerin çoğunda, İnsan’ın barış içinde daha sorunsuz yaşaması için zorunlu kılınan öğretiler vardır. Toplumlar, her ne kadar hâlâ duygusal baskıların kıskacında olsa da, kimi şeylere ‘kutsallık’ yargısıyla baksa da, gerçeklere, pozitif düşünce ve eylemlere her zaman bigâne kalmıyor, göz yummuyor, bana ne demiyor…
Ömer Hayyam’ın aynı şirinden bir başka dörtlüğü aktaralım:
Ey kara cübbeli senin gündüzün gece
Taş atma Dünya’yı bilmek isteyenlere
Onlar Yaratanın sanatı peşindeler
Senin ise aklın abdest bozan şeylerde.
Maalesef, kimilerimizin aklı hâlâ abdest bozan şeylerde. ‘İnsanımızı bu günden yarına daha sağlıklı, daha kültürlü, daha refah ve barış içinde nasıl taşırız’ demiyor, bu Dünya’da Azrailler, Zebaniler, Gayya kuyuları yaratıyorlar…
Bu iki olay, Türkiye’yi Dünya aynasında uzun yıllar üzerine leke sürülmüş olarak yansıtacak. Üzücüydü, yüz kızartıcıydı. Bu iki olayda Dünya algısı, “Türkiye’de insanlar ne kadar çaresiz, ne kadar zor durumda, yönetenleri ne kadar nobran, ne kadar ceberut, İnsan Hakları ve Hukuk zemini ne kadar zayıf ve kısıtlayıcı” anlamında olacak!
Ve İnsan Hakları karnemize bir zayıf halka daha eklenecek…