ABDULLAH AYDIN
abdaydin42@hotmail.com
Gerçek Demokrasiler (Bizdekini Demokrasi saymıyorum) iki ana ayak üzerine otururlar. Ayakların ilki, yapının hukuk (Yasa değil, çünkü baskıcı rejimlerde de yasa vardır) temelinde şekillenmesi, ikinci ana ayak ise, özgürce belirlenmiş halk iradesidir.
Demokrasinin bir başka vaz geçilmezi, kuvvetler ayrılığı ilkesidir. Yargı, Yasama, Yürütme erkleri, her ne kadar birbirlerine müdahale etmez kabul edilse bile, hizmet üretim ve yürütümünde birlikte ve uyumlu hareket etmek zorundadırlar. Hiçbir güç, benim hizmet alanım farklı, onlar bana karışamaz veya onların uygulaması beni ilgilendirmez diyemez. Toplum ve bireyin hakları söz konusu olunca, üç temel güç, belirlenen ve toplumun Anayasa ile kabullendiği normlar içinde dayanışmak zorundadırlar. Her üç gücün başlangıç noktaları ve titizlikle korumak zorunda oldukları norm ise, adalet dağıtabilen hukuktur. Her üç güç, birbirlerinin alt yapılarını hukuk çerçevesinde oluşturmak ve korumakla görevlidirler. Her üç güç odağının tüm eylemleri hukuksal ve toplumsal denetim altındadır ve bu denetim, halk adına ve hakların gözetilmesi için yapılır. Kısaca, Demokrasilerde hiçbir kurum hukukun ve toplumun denetiminden uzak tutulamaz.
Altmış yıllık Demokrasimiz birkaç kez darbelerle kesilirken, çoğu kez de Cumhuriyetle bir türlü barışamayan iktidarların ve güç odaklarının elinde kalmıştır. Gücü eline geçirenlerin ilk işleri, hakları, özgürlükleri ve sosyal hukuku budamak oluyor ki; Türkiye bunu çok sık yaşıyor.
Hukuku ve hakları yok sayan siyasal iktidarlar, Partililerinden oluşturdukları kadroları eliyle Devletin içine nüfuz ederken, Devlet, olması gereken konumdan saparak, adeta partileşiyor. Demokrasi de hukuk temelinden çıkıyor, iktidar partisinin anlayışı doğrultusunda şekil ve uygulama değiştirebiliyor.
Parlamenter çoğunluğu ele geçiren Partiler, Demokrasinin muhalefetle, karşıt siyasi, sosyal ve ekonomik farklılıklarla var olabileceğini unutuyor ve "Tanrı benim" aşamasına geliyor. İktidar Partileri devletleştikçe, Parlamento ve Milletvekilleri temsil yetkilerini kaybediyor, gücü ele geçirenlerin memuru konumuna düşüyorlar.
29 Mart seçimleri için yapılan propaganda çalışmalarında, Devletin partileşme, Partinin devletleşme sürecini daha net yaşıyoruz. İktidar partisi tüm Devlet olanaklarını seçim propagandası için kullanırken, miting alanının partilere tahsisi konusunda bile, Valilikler iktidarın isteklerini yerine getiriyor. Seçim döneminde Valilikler, Kaymakamlıklar eliyle dağıtılan sözde yardım (Seçim rüşveti) paketleri, Devlet-Parti iç içeliğini daha net biçimde gözler önüne seriyor.
Askeri darbeler dahil, çok partili dönemimizin hiçbir aşamasında, iktidar partileri ve yönetenler Devlete bu boyutlarda sahip olamamış, Devlet de hiçbir dönemde bu kadar iktidar yandaşı olmamıştır. İktidarların işi, Devlet olanaklarını kullanarak yandaş sınıf yaratmak, ülkeyi yağmalamak değil, Devleti korumak, onu hukuk ve
Demokrasi çerçevesinde toplumun bütününün hizmetine sunmaktır. İktidar partileri hiçbir aşamada "Devlet benim" diyemez.
Demokrasiler açık rejimler olduğundan, Devletin Partileri, Partilerin de Devleti yakından tanımaları olması gereken bir durum. Ancak: devletin partiyle, partinin devletle kadrosal ve ideolojik bütünleşmesi kabul edilir bir sonuç değildir. Bu yapılanmanın varacağı sonuç, Demokrasi değil, baskıcı, faşizan ve tek yanlı bir sistemdir. Türkiye hızla parti devleti olma, AKP"de devlet partisi olma yolunda hızla ilerliyor. Bu gidiş pek iç açıcı görünmüyor.
Bu ülkede yaşayanlara bağırsak da, haykırsak da, acaba sesimizi duyan olacak mı?