Sorunlarımıza çözüm arayan değil, alışkanlıklarımızı tatmin eden bir seçimi daha geride bıraktık
Seçimler bir tür sosyolojik arama-deneme-yanılma yöntemidir. Arayıp bulduğunu zannedip onu denerken, toplumlar çoğu kez de yanılgılarla karşılaşabiliyor.
Seçimlerin bir yıl öncesi ve sonrası, umutların en canlı ve diri olduğu dönemlerdir. Aradaki iki yıl ise, tercihinde yanıldığını veya isabet kaydettiğini deneyip yaşadığı dönemlerdir…
Sonuçlar belirdikten sonra, siyasi parti yetkililerin yaptığı açıklamalara göre, BBP dışında bütün partiler seçimlerden kazançlı çıkmışlar! Sadece, BBP genel başkanı Yalçın Topçu seçimlerden yenik çıktıklarını kabul ederek, görevi bıraktığını belirtti…
Propaganda döneminin en belirgin özelliği, Sosyo-ekonomik konuların ağırlıklı olarak gündemde tutulmasıdır. Bütün partiler aynı toplantıda alınmış bir karar gibi, ülkedeki sosyal dengesizlikleri dile getirdiler ve düzeltilmesi doğrultusunda partilerinin düşüncelerini seçmenlere pompalamaya çalıştılar ve yapacaklarını anlattılar…
Propaganda döneminde Sosyo-ekonomik konularda tek kelime etmeyen bir partiyi istisna tutmamız gerekiyor. Her ne kadar bağımsız adaylar olarak seçime girseler de, BDP adayları etnik talepler dışında fazla bir şey söylemediler. Bu ülke Parlamentosuna seçilmek için değil, sanki bu ülkeye savaş açmış bir yörenin temsilcileri gibi bir propaganda yöntemini seçtiler…
Propaganda döneminin bir başka özelliği ve zafiyeti, sadece içe dönük argümanlara ağırlık verilmesi ve dış politika konusunda partilerin suskunluğudur. Bu durumda, partilerimizin dış politika konusunda yeterli donanımda olmadıklarını düşünebileceğimiz gibi, Türkiye’nin, bir bütün olarak Dünya politikasındaki yetersizliği olarak da düşünebiliriz. İslâm coğrafyası ateş alıp tutuşmuşken, partilerimizin bu konuda suskun kalmaları, isyanların diyalektiğinden uzak durarak, gelecekte Türkiye’ye yapacağı etkiyi görmezden gelmeleri, ancak yetersizlik ve ilgisizlikle açıklanabilir…
Seçim döneminin bir başka dikkat çeken yanı ise, AKP’nin seçimin son haftasına kadar Devlet olanaklarını ve kamu görevlilerini propaganda aracı olarak kullanmasıdır. Bu uygulama gelecek için kötü bir örnek olabilir ve sert tartışmalara ve güvensizliğe kaynaklık edebilir…
Seçmen tercihleri her zaman mutlak doğru ve yararlı sonuçlar doğurmayacağı gibi, her zaman yanlış sonuçlar da doğurmaz. Kimilerinin tabulaştırdığı ve ‘milli iradenin tecellisi’ olarak tanımladığı seçim sonuçlarını, mutlak doğru ve yanlış kabul edersek, o zaman seçimler anlamını yitirir ve seçim gerekçeleri ortadan kalkar…
Altmış yılda, çok kez yaptığımız çok partili seçimlerden doğru ve yararlı sonuçlar elde ettiğimiz söylenemez. Şayet seçim tercihlerimizden doğru sonuçlar çıkarabilseydik, bu ülke, yoksul ve geri kalmış olmayacağı gibi, birçok kez karşılaştığı darbeleri de yemezdi...
Aklıma takılan bir uygulamayı yetkililere sormak ve cevap almak isterim… Elli milyon seçmen olan bir ülkede, neden altmış dokuz milyon oy pusulası bastırılır? Sandıklara dağıtıldığı söylenen bu oy pusulalarının tamamı (kullanılmış veya kullanılmamış olarak) seçim kurullarına iade edildi mi? Bu kuşku hiç akıllardan çıkmayacak ve seçimler hakkında şaibeler oluşmasına neden olacaktır…
Seçimlerden galip çıkan AKP’nin, oylarını arttırmasına karşın, Milletvekili sayısının azalması, seçim sistemimizin ne kadar sakat olduğunu gösteriyor. Ayrıca, AKP % 50 oyla Milletvekillerinin % 59 unu alırken, CHP %26 oyla % 24.5 ini, MHP de % 13 oyla %10 dan daha azını alıyor. Sistem küçük partilere hayat hakkı tanımazken, özellikle en çok oy alan partiye büyük oy aktarımı yapıyor…
Seçimlerde halkımız fazla bir şey değiştirmedi-değiştiremedi. Mecliste, siyaset beş-on kişilik farklılıklarla yine aynı gruplarla temsil edilecek. Dolayısıyla ilke ve mantık değişimi olmayacağından, sosyal ve ekonomik değişim gibi Türkiye’yi sıçratacak uygulamalar da olmayacak… Gelecek günlerde ‘biz bu seçimi niçin yaptık?’ diye kendimizi sorgulayabiliriz…
Seçimler bu güne kadar fark edemediğimiz kitlesel bir hastalığımızı da ortaya çıkardı. Ülkede o kadar iyi işler olmuş ki, halkımız iktidar partisine oylarını arttırarak destek verdi. İktidara destek vermeyen yarımız da, yapılan iyi işleri göremeyecek, duyamayacak ve anlayamayacak kadar duygulardan, algılardan yoksunuz demek ki! Bu durumda, çok fazla Hekime ve tedaviye ihtiyacımız olsa gerek! İşsiziz diyenler, yoksuluz diyenler, borca battık diyenler, Hukuk işlemiyor diyenler, yeterli eğitim alamıyoruz diyenler, bu gün siftah yapamadık diyenler, yetiştirdiğim hayvan, tarlamda ürettiğim ürün para etmiyor diyenler acaba rol mü yapıyorlardı? Bu konuda biraz şüpheye düştüm!
Seçimlerden kazançlı çıktığımız yön yok mu? Var. Asgari ücretin açlık sınırında olduğu, emeklisinin yoksulluk içinde yaşadığı bu ülkede, 5-6 bin lira aylık kazanca sahip olan 350 kişilik gıcır gıcır yeni kıyak emeklimiz oldu. Memlekete ve millete hayırlı olsun!
Yeni oluşan Meclisimizin ve kurulacak hükümetin başarılı olması asıl dileğimizdir…