SİYASETİN BÖYLESİ

Abdullah AYDIN

 

Abdaydin42@hotmail.com

Nereden başlasak, neresinden tutsak, nasıl yazıp nasıl anlatsak! Doğrusunu söylemek gerekirse insanın zihni bulanıyor, bazı şeyleri ifade etmekte zorluk çekiyor…

Ülkemiz siyaseti oldukça dalgalı ve bulanık. Dalgalanma ve bulanıklık sadece siyasetin içinde kalsa mesele yok; olumsuzluklar siyasetin içinde kalmıyor, ülkenin ve toplumun bu gününü etkilediği gibi, geleceğini de etkiliyor, bloke ediyor.

Siyasetle toplumsal yaşam Tavuk-Yumurta ilişkisine benziyor. Toplum siyaseti şekillendirirken, siyasette toplumu şekillendiriyor. Bazılarının ifade ettiği gibi, “siyasette toplum mühendisliği olmaz” düşüncesi ülkemiz için pek geçerli değil. Toplumsal yapı ve bakışımız bu günkü memnun olmadığımız siyasete vasat hazırladığı gibi, siyasetimiz de pek âlâ toplumu yönlendiriyor, şekillendiriyor… Toplum da ister istemez siyasetin anaforunda sürüklenip gidiyor…

Darbeleri yargılıyoruz adı altında 28 Şubatımız yeniden doğdu. Olayları değerlendirirken sadece ‘sonuçlar’ üzerinden hareket edersek, olayları  doğru ve sağlıklı algılayamayız; sonuçların sebeplerini de doğru tahlil edip doğru yorumlamamız gerekiyor. 28 Şubat hortlamasının asıl nedeni, yaşadığımız olumsuzluklara cevap veremeyenin kimliğidir. Şayet, 28 Şubat öncesi siyasetinin bazı olumsuz girişimlerine, sivil toplum ve ülkeyi yönetenler yeterince ve yerinde tepki vermiş olsalar idi, bu gün bu tartışmaları yapmıyor olacaktık…

Hangi köşede, hangi zulada saklı idi bilinmez; birden bire ortaya 4+4+4 formüllü kesintili eğitim sorunu çıktı. Hükümet önerisi olmayan bu taslağın hangi mahfillerde hazırlandığı, önerinin öz sahibinin kim olduğu belli değil. Hükümet ve AKP meclis grubu bu öneriyi canhıraş bir halde savunuyor. Bu ülkeye ve insanlarına ne gibi yararlar sağlayacağını hiç kimse söyleyemiyor. Milli eğitim Bakanının suskunluğu adeta takiyye kokuyor…

Bu konuda CHP’nin Meclis Eğitim Komisyonundaki engelleme çabaları tarihe not olarak düşüyor. Ancak toplumsal muhalefetin olmadığı bir ülkede, neredeyse ülkenin tüm kurumlarını kendi tekeline almış bir iktidara karşı, sadece bir muhalefet partisinin karşı durması gelecek karanlık tehlikeyi önlemeye yetmiyor ve yetmeyecek. On Yedi Milyon öğrencinin olduğu bir ülkede, tek bir öğrenci velisinin bile haberdar olmadığı ve tepki vermediği bir yasanın, eğitim-öğretim sorunlarının çözümünde merhem olacağını düşünmek aptallıktan başka bir şey olmayacaktır…

Meclis Komisyonunda görüşülen bu taslağa görünüşte karşı çıkanlara bile Başbakan tahammül edemiyor ve hemen savaş açıyor, tehdit ve korkutma mekanizmasını işletmeye başlıyor. Bu zamana kadar Türkiye’nin her konusunda fikir beyan eden ‘zenginler kulübü TÜSİAD’, Başbakanın tehditleri karşısında geri çekiliyor ve sus pus oluyor… İster istemez insanın aklına ‘acaba zenginler hesap defterlerinden mi korkuyor?’ diye bazı sorular geliyor…

İşin bir de Pazar ve ticari yönüne bakalım. Bu yasayla beraber öğrencilere ve sınıflara verilecek ‘Tablet Bilgisayar ve Akılı Tahta’ meselesi var. Her öğrenciye verilecek ve her sınıfa konacağına göre, On Yedi Milyon Tablet Bilgisayar, Altı Yüz Bin Akıllı Tahta hesabı da var işin içinde. Üst üste Beş Yüz liradan hesap etsek, sadece bir yıllık karşılığı On Milyar lira gibi bir rakam çıkıyor ortaya. Bu fantastik düşüncelerden saçılan parsayı kim toplayacak, şayet uygulama başarısız olursa (yüzde yüze yakın bir ihtimal) faturayı kim ödeyecek? İhaleler kimlere ve hangi yöntemlerle verilecek? İlgililer bu soruların cevabını şimdiden vermek zorundalar…

Pozantı  Çocuk Hapishanesindeki olaylar ülkemiz ve insanlarımız için utanç  tablosudur, yüz karasıdır. Bırakın söyleyip yazmayı, anmak bile insanın içini acıtıyor, yüzünü kızartıyor. Bu olay toplumsal bir suçtur, bu konuda hepimizin vicdani ve insani iç imtihanı  ve iç denetimi yapmamız bir boyun borcudur, insanlık borcudur…  Kesintisiz on yıldır bu ülkeyi yönetenlerin borcu ve utancı  ise daha fazla olmalıdır, çünkü onlar bu tür sorunlara acil çözüm aramakla yükümlüdürler…

Türkiye bağımsız bir devlet mi? Kâğıt üzerinde öyle de, acaba gerçekte öyle mi? Türkiye’de uzun yıllardır ABD üssü var. ABD’nin Irak saldırısı sırasında da bir bölgeyi istemişti, ama TBMM’nin tepkisiyle karşılaşmış ve meşhur 1 Mart tezkeresi reddedilmişti. Onun faturasını kafamıza çuval giyerek ödemiştik. Yetmemiş  olmalı ki, şimdi sessiz sedasız Hükümet işbirliğiyle Kürecik’de üslerini kurdular. ABD’nin Malatya’ya yerleşkesinin hemen ötesinde, Diyarbakır’da da Barzani de bayrağını dalgalandırdı. Sanki işgal altında bir ülke! Bu nasıl bir bağımsızlık anlayışı, nasıl bir bağımsız devlet Politikası? İktidar edenlerin cevap veremeyeceğini biliyorum; lütfen bir yurtsever cevap versin!

Yazabildiklerimiz yaşamak istemediklerimizin sadece küçük bir bölümü. Gelecek günlerde de bu serimize devam edebiliriz. Çünkü Türkiye’de sorunlar çözülmüyor, erteleniyor, halı altına süpürülüyor, gölgelenmeye, yok sayılmaya çalışılıyor. Siyaset kurumu, özellikle iktidar çevreleri hukuk, insan hakları yokmuş gibi davranıyorlar. Toplumsal muhalefet oluşmuyor. ‘Her güç, her yetki bende’ diyen iktidarlar oluşturuyoruz, onun karşısına, Demokrasi babında nazar boncuğu gibi muhalefet koyuyoruz ve olumsuzluklara karşı çıkmasını bekliyoruz…

Bu siyaset türü, siyaset anlayışı ve uygulaması yanlış. Toplum olarak güçlü iktidarların karşısına güçlü muhalefet partileri koymazsak, toplumsal muhalefeti güçlü kılmazsak, bu siyaset anlayışı ve bu siyasi yapı sorunlarımızı çözemez, dertlerimize çare olamaz! Böyle siyaset olmaz! Olur diyen var mı acaba? Var, maalesef olur diyenler çoğunlukta bu memlekette!

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.