TOPLUMSAL ŞİZOFRENİ

Abdullah AYDIN

TOPLUMSAL ŞİZOFRENİ

 

                                                                                                           abdaydin42hotmail.com

 

                Ülkemizin yaygın görsel ve yazılı basınını dışardan izleyen bir gözlemci, bu ülkedeki rejimin, sistemin, düzenin adını koymakta epey uğraşması gerek. Aklı yerinde ise, mutlaka şaşkınlık içinde kalır ve Dünya"daki tüm siyaset, ekonomi ve sosyal konularda yazılan kitapları, ileri sürülen savları inceleme ihtiyacı duyar… Nasıl bir sonuca varacağını tahmin etmek ise pek güç değil…

                Doğrusunu söylemek gerekirse; bizim de olası dış gözlemciden pek farkımız yok. Yaşadığımız tüm olumsuzlukları rahatlıkla absorbe ediyoruz ve tüm rahatsızlıklarımıza rağmen köşemizden seyretmeyi tercih ediyoruz…

                Şizofreni: "Zihin bölünmesi, kişilik yanılması" olarak tarif ediliyor. Yaşadıklarımız karşısındaki toplumsal öfkemiz, kaygılarımız çileden çıkmamıza yetiyorsa da, kısa süre sonra olaylar ve duygularımıza karşı olan ilgisizliğimiz, tam tamına toplumsal bir şizofreni yaşadığımızı gösteriyor…

                Ülkemizin menfi doğrultudaki dinamikleri o kadar güçlü ki; bu dinamiklerle başa çıkmak ve çağdaş bir yaşam düzenine ulaşmak oldukça zor…

                Son elli yılda yaşadıklarımız akıllara seza; Benim diyen hiçbir ülke yarım asır içinde yaşadığı bu karmaşa, keşmekeş ve hukuksuzluğa dayanamaz ve çoktan pes ederdi… Biz hâlâ pes etmiş değiliz. İşte Anadolu insanının ve sosyal yapısının çözülemeyen sırrı burada…

                Yarım asırda neler yaşadık neler!

                Darbeler, muhtıralarla boğuştuk, yüz binlercemiz işkenceden geçti, yüz binlercemiz zindanlara tıkıldı. Aşından, işinden, yerinden, yurdundan oldu, kimini astık, kimini sürgüne gönderdik…

                İç ve dış teröre kırk binin üzerinde insanımızı kurban verdik. Kurşunlara, mayınlara hedef olduk, yaralandık, sakat kaldık… Etnik terör ekonomimizi yedi bitirdi… Okul, Hastane, Fabrika, yol yapacak, suyumuzu akıtacak paraları baruta, kurşuna, topa, tüfeğe verdik…

                Köylülerimizi, akrabalarımızı, arkadaşlarımızı, çocuklarımızı doğradık Pırasa gibi… Kuyulara doldurduk, çöp kutularına attık doğranmış bedenlerini… Hiç acımadık boğazlarken, hiç utanmadık; insan olduğumuzu, onların da yaşam hakları olduğunu unuttuk…

                Çocuklarımızı kaçırdık evlerimizden… Onların güçsüzlüğünü, çaresizliğini kullanarak istismar ettik, onlara utanılası tacizlerde bulunduk… Yetmedi "sokak çocuğu" diye damgaladık…

                Kamunun her noktasından rüşvet iddiaları gırla gidiyor. Siyasetçilerin, seçilmişlerin, Devlet Memurlarının dokunulmazlık zırhını kıramıyoruz, suç işlese bile yargılayamıyoruz…

                Dış politikamız, Türkiye"nin gücü ve bulunduğu bölge itibariyle, önemini değerlendirecek ilişki ve aktiviteyi gösteremiyor. Zayıf dış politikamız sebebiyle, tarihin bin yıllık hesabı Türkiye"den soruluyor ve ağır faturalar önümüze sürülüyor…

                1930 larda uçak yapan, Lokomotif yapmaya çalışan, otomobil yapacak durumda olan Türkiye, yanlış sanayi politikaları yüzünden dışa bağımlı hale getiriliyor… Sanayinin dışa bağımlılığı beraberinde işsizliği ve yoksulluğu getiriyor…

                Yirmi yıl önce gıda üretiminde Dünya"da kendine yeten yedi ülkeden biri olan Türkiye, basiretsiz politikacıların yanlış tercihleri yüzünden dışa bağımlı hale geliyor, Sarımsak, Soğan ithal eden bir ülke haline geliyor…

                Siyasetimize doğru ideolojiler, doğru programlar, doğru kadrolar ve ülkenin gereksinimi hedefler egemen olamıyor, onların yerine anlamsız, içi kof polemikler siyaset diye halka yutturuluyor… Yönetenler ve yönetmeye talip olanlar halka güven vermiyorlar…

                Sokaklarımız, mahallelerimiz, Okullarımız kavga gürültüden geçilmiyor. Hiç kimse yarınına güvenle bakamıyor. Kahvehane duvarları işsiz insanların anıları ve umutsuz beklentilerine tanıklık ediyor…

                Bu görüntüye toplumsal Şizofreni denmez de ne denir? Türkiye olarak, Ulus olarak bu görüntü bize lâyık değil. Bu sosyal hastalığı tedavi edebiliriz. Biraz akıl, biraz emek, biraz hukuk, biraz dürüstlük, biraz güven, halka birazcık saygı, birazcık doğru söylem, birazcık yardımlaşma, birazcık hurafeden kaçınma, birazcık bilimin dediklerine inanırsak, biz bu hastalıktan kurtulabiliriz.

                Yeter ki bu ülkeyi yönetenler samimi ve halktan yana davransınlar. Bir ülkenin halksız yönetilemeyeceğini kabul etsinler. Bilsinler ki; halkımızda yeteri kadar bilgi, beceri, oy ve destek var!  

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.