TÜRKİYE’NİN YOLCULUĞU

Abdullah AYDIN

 

TÜRKİYE’NİN YOLCULUĞU

 

ABDULLAH AYDIN

 

Ne kadar olumlu düşünürsek düşünelim, Türkiye tahmin edilenden daha hızlı bir zemin kayması yaşıyor. Gerek iç siyasi dinamikler ve gerekse dış dinamikler Türkiye’nin yürüyüşünde etkilerini daha fazla hissettirir oldular…                                                  Ortadoğu’da çıkar hesapları içinde olan sömürgen ülkeler, yüzyıldan bu yana hesaplarının sonucunu almak için, çeşitli dürtülerle halkları birbirlerine karşı kışkırtmış ve savaştırmışlardır. Zayıf düşen halkların sömürülmesi esasına dayalı kışkırtmalar bölgede artarak devam ediyor, bundan da en fazla zararı Türkiye görüyor…

Tehlikeyi görmezden gelerek, Cumhuriyet öncesinde var olan sorunun yıllarca yok sayılması ve küllendirilmesi ve yöneticilerin basiretsizliği yüzünden yüzüncü yıla devredilmesi, Türkiye’nin başını çok ağrıtacağa benziyor… ‘Kürt sorunu’ olarak lânse edilen, etnik ayrımcılığa dayalı terör olayları, günümüzde halledilebilir sorun olmaktan çıkıyor, neredeyse savaş nedenine dönüşüyor. Terör örgütünün Parlamentodaki uzantısı siyasi partinin sorumsuz davranışları da, sorunun çözümünü siyasi arenanın dışına taşır nitelikte yürüyor…

Terör olaylarının acımasızlığı ve giderek şehirleri de içine alması, ülkenin kıt kaynaklarının toplumun refahı yerine, terör belâsı yüzünden heba edilmesi, Türkiye’yi yönetenleri, hatta toplumu bütün olarak sorunların içine çekti. Geniş kitlelerin kafasında bazı sorular şekillendi ve zaman zaman da yüksek sesle dillendirilir oldu…                                        Bu sorular şöyle sıralanabilir:

 “Türkiye’de birlikte yaşamanın şartları ve gerekliliği yok mu oluyor?”.  

            “Türkiye’deki Kürt kökenliler ayrılmak mı istiyor?”.

            “Ayrılmak istiyorlarsa bunu neden açıkça söylemiyorlar?”.

            “Ayrılık bölgesinin dışında kalacak, çok sayıda Kürk kökenliler hakkında ne düşünüyorlar?”

            “Dillerinin resmi dil olması dışında, Türkiye’nin öbür yurttaşlarından eksik kalan ve Devletin vermediği ne gibi haklar var?”.

            “Dünya’nın birçok ülkesinde olduğu gibi, Kürt kökenlilere bu ülkenin hangi yöresinde yerleşme, yaşama ve iş kurma yasağı var?”.

            “Kürt kökenli yurttaşların yoğun yaşadığı bölgelerde, farklı yasal uygulamalar veya fazladan farklı vergiler mi var?”.

            “Daha uzun süre askerlik mi yapıyorlar?”.

            “Primlerini yatırınca Emekli olamıyorlar mı?”.

            “Devlet veya halk Okullardan, Camilerden, caddelerden mi kovuyor?”.

            “Devlet bölge çocuklarına okul yapmıyor mu, yoksa çocukları okuldan mı kovuyor?”.

           “Üniversite okumaları mı engelleniyor?”.

            “Yaşlı insanlarına yardım yapılmıyor mu?”.

            “Hastalarına ayrımcılık mı yapılıyor?”.

            “Tanınmaları ve dışlanmaları için farklı bir kimlik mi veriliyor?”.

            Bu soruların dışında,”yoksa uluslararası sömürgeciliğin kışkırtmalarına kapılıyor, onların maşası durumuna mı düşüyorlar?” sorusu da akla geliyor.

            Sıkça söylenmeye başlanan son soru, toplumun ruhunda ve düşüncelerinde daha fazla iz etmeye ve karşı düşüncelerin oluşmasına neden olabilir ki; bu olayı daha da karmaşık ve içinden çıkılmaz duruma getirebilir.                                                                                   Terörün her tarafa yayılması ve acımasızlığı, insanların bölgesel bakışlarında değişime, birlikte yaşama konusunda farklı düşünmeye ve zihinlerde gel-gitlerin oluşmasına neden olduğu, artık gizlenemez noktalara geldi. Bu konuda, Kürt halkının hakları için siyaset yaptıklarını söyleyenler, PKK ve KCK terörü üzerinden siyaset yapanlar ve nemalananlar da sorumlu düşünmek ve doğru hesap yapmak zorundadırlar.

            Geldiğimiz ortamda, Türkiye’nin bütünlüğü ve bağımsızlığı söz konusudur. Türkiye’nin tarihsel yolculuğu pek rahat süreceğe benzemiyor. Birinci paylaşım savaşından sonra, emperyal güçler tarafından cetvelle çizilen sınırlar kimseyi memnun etmiyor. Aynı güçlerin menfaat kaşımaları, iç ayrılıkçı güçleri sürekli hareket halinde tutuyor. Cumhuriyet öncesi başlayıp, periyodik biçimde devam eden başkaldırıları sadece iç veya sadece dış güçlere bağlayamayız. Kalkışmaların temelinde, iç hukukumuzun yetersizliği ve Demokratik taleplerin tartışmaya dahi gerek görülmeden yok sayılmasının da payı var.

            Türkiye’nin tarihsel yolculuğunda, Devletin bürokratik yapılanması çoğu kez bazı engellerin çıkmasına neden oluyor. Bürokratik dokunulmazlık halkla Devlet arasında aşılmaz duvarlar örüyor. Üstelik siyasileşmiş bürokrasinin toplumun bütünü adına iş görmesi, hiç mi hiç düşünülmemesi gereken bir durum.

            Alt yapısı hazırlanmamış bir ‘Açılım’  martavalı, toplumun etnik ve dinsel ayrışımını isteyenlerin ekmeğine yağ sürdü. İktidarın Demokratikleşme konusundaki samimiyetsizliği, Anayasa değişiklik taleplerindeki tutarsızlıkla daha da netleşti.

            Türkiye taşlı, dikenli, inişli yokuşlu dar bir yolda yürümeye çalışıyor. Bu yolun böyle devam edemeyeceği herkesçe bilinmesine rağmen, çözüm konusunda yeterli gücün harcanmadığı da bir gerçek.

            Bir ülke tarihi boyu terörle yaşayıp, insanlarını kurban yerine koyamaz. Terör sorununun sadece Askeri disiplinle çözülemeyeceği örnekleri ile görülmüştür. Sonunda halk ve siyasiler ortak bir karar vereceklerdir. Ortada muhatap bulunamaması bahane olamaz. Terör birileri tarafından organize edildiğine göre, mutlaka muhatabı da vardır. Arayıp bulmak siyaset yapanların, ‘Devlet benim’ diyenlerin işi olsa gerek.

            Daha fazla kan akmadan, bu ülkenin insanları daha da yoksullaşmadan bazı soruları sormanın ve cevap almanın zamanı gelmedi mi?

 

            Abdaydin42@hotmail.com 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.