USTALAŞMAK-UZMANLAŞMAK

Abdullah AYDIN

 

USTALAŞMAK-UZMANLAŞMAK

 

ABDULLAH AYDIN

Abdaydin42@hotmail.com

 

            Doğa belgeselleri, savanadaki hayat ile insanın düşünsel ve sosyal gelişiminin ne kadar benzerlikler taşıdığını öğretiyor insanlara…

            Kimi hayvanların yavrusunu besleyişinin, onu eğitişinin, erkek ve dişi arasındaki görev dağılımının biz insanlarla hemen hemen aynı özellikler taşıdığı, aynı hedeflere doğrulduğunu gözlemliyoruz…

            Kuş yavrusunun ilk uçuşunda ana kuşun çabaları ile bir ana Aslan’ın veya bir ana Geyik’in çabaları ne kadar da birbirinin aynı ve bizlerinki ile benzerlikler taşıyor…

            Uçma ve yürüme aşamasından sonra başlayan kendi kendini doyurma aşamasında da, hayvanlarla insanlar neredeyse aynı yöntemleri uyguluyorlar…

            Doğadaki güç gösterimi ve bazı hayvan gruplarının mülkiyet belirlemesi ve diğer hayvanlar üzerinde kurduğu hâkimiyetin de biz insanlarınkine benzediğini de söyleyebiliriz…

            Hayvanlar âleminde de sahip olmanın yolu, gücü ve silâhı (Diş-Pençe-Gaga-Tos-Tekme-Zehir) elinde bulundurmaktan geçiyor; tıpkı biz insanların yaşamında olduğu gibi! Hayvanlarda da silâhın büyük avantajlar sağladığına tanık oluyoruz. Hayvanlar âleminde de güçlü olanlar daha fazla hak elde edebiliyorlar veya bir başkasının malını gasp edebiliyorlar…

            Anadan, babadan alınan her türlü ders, gelişim süreci içinde kendine yeterli duruma geldikten sonra ustalaşma, uzmanlaşma safhalarına geçiyor. İnsan ve hayvan, her türlü ihtiyacını karşılayabilecek duruma geldiğinde, o artık bir ustadır, yaşama uzmanıdır…

Ustalaşma, uzmanlaşma aşamasından sonra insanlarda, hayvanlarda görülmeyen biriktirme, servete dönüştürme tutkusu başlıyor. İnsan ilişkilerindeki sevgi ve saygı kopukluğu, içten içe kıskançlık, hatta düşmanlık bundan sonra başlıyor. Bireyleri ve kitleleri aldatma, yanlış yönlendirme, mülkiyet talebinin yaşam biçimine dönüşmesinden sonra başlıyor ve rahatsızlıklar toplumunun yaşantısını karmaşaya itiyor…

İnsanlardaki sahip olma tutkusu servete dönüşürken, hükmetme duygusu da gelişmeye başlıyor. Sahiplik ve hükümranlık herkes için aynı paralelde yürümüyor; kişinin sosyal yapı içindeki varlık genişliğine göre değişiyor. Sonuç olarak: yönetmek ve hükmetmek için ustalaşmak, uzmanlaşmak ve paralelinde serveti katlamak gerekiyor…

Sistem ve siyasal yapı birlikteliği, ülkemizdeki kimi egemenlerin yeterince ustalaştığını, uzmanlaştığını gösteriyor. Çok partili dönemimiz bu konuda başarılı(!) sayılabilir. Egemenler için, geniş yığınların içine düşürüldükleri o kadar önemli değil; yeterki fazla itiraz olmasın, gürültü çıkmasın…

Çok partili süreç içinde darbelerimiz de ustalaştı, uzmanlaştı. Kimileri 27 Mayıs darbesini 1961 Anayasasının Demokratik yapısı dolayısıyla aklamaya çalışırlar. Eğer acemi olmayıp, Anayasa yapımında üniversitelerin eline düşmemiş olsalardı, daha despot bir yapı ile karşılaşabilirdik. Daha sonra, TV dizisine dönüşen darbe ve muhtıralarda, kimi kamu görevlilerinin ne kadar ustalaştığını, uzmanlaştığını yaşayarak gördük…

Çok partili dönemimiz ekonomik talanda da ustalaştı, uzmanlaştı. Önceleri herhangi bir suiistimalde bulunan görevliler veya haksız mal ediniminde bunanlar biraz utanırlar, toplum onlara burun kıvırırdı. Şimdi ise, konumu ne olursa olsun, her türlü kamu gücü ve yetkisi kullananlar talanın bir ucundan tutuyor. Halkımız da iyice kanıksadığı için, itiraz etmek şöyle dursun, hırsızın karşısında el etek öpüyor, selâm duruyor. Velhasıl gücü ele geçirenler, resmi veya sivil, seçilmiş veya seçilmemiş, talan ve hırsızlık konusunda adamakıllı ustalaştı, uzmanlaştı. Şayet hayır diyen varsa, ‘neden elli milyon insanımız yoksulluk sınırının altında yaşıyor’, ona cevap versinler…

           

GÜCÜN HASTALANMASI

 

Gücü elde etmenin zorluğu kadar, onu yararlı doğrultuda elde tutmak da zordur. Hele hele bu güç, hiç umulmadık anda ve beklenmeyen boyutta elde edilmişse. AKP ve Başbakan ve Bakanları, şu an elde edilen gücün toplum yararına kullanımı konusunda güçlükler yaşıyorlar. Başbakan adeta ‘ben Tanrıyım’ der gibi davranıyor. Var olan herkesi, her şeyi yok sayıyor veya kendine biat etmesini bekliyor.                                                                            Son günlerin aktüel tartışması ‘ucube’ polemiğinde, aktif olarak sanattan yana olması gereken Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, gazetecilere konuşurken ‘Hz. Peygamberle görüştüm’ diye bir ifade kullandı. Demek ki Ertuğrul Günay, kendini ‘Tanrıyla ilişkili bir melek olarak görüyor’ olmalı ki; Tanrının emirlerini Hz. Peygambere ulaştırmak için görüşmek gereği duymuş. Günay’dan beklenen, Tanrının(!) kim olduğunu açıklamasıdır…

Bu görüntü, söylem ve davranışlar, tahminler ötesinde ele geçen gücün hastalanmasıdır. Hastalıklı bir gücün topluma vereceği zararları hesap etmek bize değil,         şartsız desteklerini esirgemeyen neo-liberal ekonomistlere düşer…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.