Zenginliğin ve tatlı hayatın ne olduğunu bilmeyiz. Çünkü yoksulluğu iliklerine kadar yaşamış, tüm kasavetlerini çekmiş bir toplumun içinde yaşıyoruz.
Mış miş diye tarif ediyoruz da, günümüzde, toplumun bütünü olarak yoksulluk günlerini geride mi bıraktık? Bu soruya ‘Evet’ diyemiyoruz. Halen toplumumuzun büyük bir bölümü yoksulluğu, çaresizliği yaşıyor, milyonlarca yurttaşımız işsizliğin pençesinde kıvranıyor…
Öte yanda, lüks hayatın tüm nimetleri içinde yaşayan, yatıp yuvarlanıp gününü gün eden bir kesim var ki; yazılı ve görsel basın, istemeyerek de olsa bunları her gün, her dakika gözlerimizin içine sokmak zorunda kalıyor…
Fert başı ulusal geliri, orta seviye ülkelerdeki kadar bile olmayan bu ülkede, bu şaşaalı, bu tantanalı yaşam, kişi başı ulusal geliri bizim beş katımız olan kimi ülkelerde bile yaşanmıyor. Yaşanmıyor, çünkü toplumun bütününe hitap eden hukuk sistemleri müsaade etmiyor…
Alt gelir gurubundan çıkma aşamasında olan ülkemizde, kısa dönemler içinde servet sahibi olanların, hukuk içinde kaldıklarını söylemek oldukça zor. Çok çalışmakla, aklı ve bilimi kullanmakla iyi bir yaşam kurulabilir. Ama istisnalar dışında, kitlesel bir servet artımının ve zenginleşmenin mümkün olmayacağı da bir gerçektir…
Zenginleşme ve servet dağılımı konusunda çok partili dönemimiz çok iyi irdelenmelidir. Menderes, Demirel, Turgut Özal ve Tayyip Erdoğan dönemleri irdelendiğinde, dönem dönem yeni zenginlerin türediğini, türeyen zenginlerin dönemler içinde sosyal farklılıklar gösterdiklerine tanık olabiliriz. Zenginliklerin büyük bölümü iktidarlar kanalıyla Devlet olanaklarının kullanılmasından kaynaklanırken, bir kısmı da gayrimeşru gelirlerden oluştuğu yadsınamaz bir gerçek…
Bu tür zenginleşmeden yararlananlarımız yok mu? Var elbette! Özellikle siyasetimiz. Geniş yığınların maddesel katkıda bulunamadığı, seçim dönemlerindeki akıl almaz harcamaların tümünün, meşruiyet içinde kazanılmış gelirlerden ayrılarak harcandığını düşünmek, pek akla yatkın gelmiyor. Siyasetimizde, anasının ak sütü gibi helâl kazancından seçim masraflarını karşılayanlar da var. Onların siyasetine saygı duymayı yurttaşlık borcu saymak gerek.
Kişilerin nasıl kazandıklarını ve nasıl harcadıklarını şimdilik bir kenara bırakalım da, resmi kanalların harcamalarına bir bakalım.
Parlamentomuzun bütçesi her yıl kabararak gidiyor. Mevcut sistemde yeri olmayan Bakan Yardımcılıkları ihdas edilirken, Milletvekillerine de Şoför tahsisi edilecek. Bunun arkasından, her milletvekiline makam arabası verilirse hiç şaşmayın. Yakında sayın vekillerimiz bu taleple Meclis Başkasının karşısına çıkabilir, meclise önerge verebilirler. Komisyonlara tahsis edilen arabaların yıllık kirası ise, arabaların fiyatlarını aşar durumda.
Sayıştay vekillerin birkaç bin lira fazla ücret aldıklarını tespit etmiş. Meclisi yönetenler ise, Sayıştay’ın tespit ettiği kadar fazla ücret ödenmediğini, dolayısıyla daha düşük bir miktarın geri tahsil edileceğini belirtiyorlar. Ne diyelim; ipler kendi ellerinde!
Bin beş yüz kişinin çalıştığı Meclisimizin 2010 yılı et tüketimi 96 bin kilo olmuş. Yılın belli bölümlerinde Mecliste oldukları halde, kişi başı 64 kilo et tüketilmiş. Afiyet şeker olsun! Afiyet olsun da, Millet ne kadar et tüketiyor? 11-12 kilo. Eh! O kadar da fark olsun bari! Ne de olsa Milletin vekilleri! Türkiye, Dünya’da et tüketiminde en az tüketen yüz arasında kendine yer bulurken, Millet Meclisimiz çok tüketen ilk on arasına girebilecek et tüketim miktarı yakalamış!
Cumhurbaşkanımıza, Başbakanımıza ve Bakanlarımıza uçak, helikopter, araba yetiştirilecek gibi değil. Başkalarının gaz kaçırdığı koltuğa oturmaz bizim beylerimiz. İllâ velâkin gıcır olacak. Ulusal geliri Türkiye’nin beş katı olan ülkelerde, yöneticiler evlerine ve işlerine çoğu kez toplu taşıma veya kendi araçları ile giderken, bizimkiler uçak modelini bile beğenmiyorlar. Ya o onlarca koruma neyin nesi? Korkuyorsanız bu ülkeyi nasıl yöneteceksiniz?
Gelişmemiş Demokrasilerde, halkın suskun olduğu ve biat kültürünü kabullenmiş ülkelerde, böyle olması kaçınılmaz bir sonuç. Doğruyu ve iyiyi aramayan kitlelerin, kabullenmekten başka çareleri yoktur! Biri yerken, birileri bön bön bakmaya devam edecek. Bizim durumumuz da işte böyle!
Kimileri için ‘Tatlı Hayat’ bu olsa gerek!