Bugünlerde her nedense tarih çok fazla tekerrür etmeye başladı.
Mesela içki tartışmaları.
Geçtiğimiz hafta TBMM’de içki ile ilgili yasa görüşmeleri esnasında yaşanan tartışmalar,1920 yılı meclisinde gerçekleşen tartışmaların aynısıydı.
Şöyle ki;
Büyük Millet Meclisin açılmasının üzerinden daha bir ay bile geçmemişti. Trabzon milletvekili Ali Şükrü Bey, 28 Nisan 1920 tarihinde meclise içkinin yasaklanması (Men-i Müskirat )ile ilgili bir yasa tasarısı sunmuştu.
Tasarının gerekçeleri ise şu şekilde sıralanmıştı.
1- Dinimizce haram kılınan içki içmenin, halk arasında yaygın kullanımından doğan kötülükler ve yıkımlar sınır tanımayacak denli yıkıcı ve bozucudur.
2-Tuttukları din yasaklamadığı halde milletini bu büyük beladan özel bir kanunla kurtarmış olan ABD hükümeti, gerçekten övgüye ve örnek olmaya layıktır.
3-Koyu cehaletinden dolayı içki konusunda sınır bilmeyen, bundan dolayı her zaman yıkımlar yaşayan memleketimiz halkını bu korkutucu beladan kurtarmak”
Gerekçelerden de anlaşılacağı üzere Ali Şükrü Bey ve onu destekleyenler bu yasa tasarısında içkinin dinimizce yasak olmasını en önemli neden olarak gösterirken, diğer yandan da halkın sağlığını korumayı öne sürmekteydiler. Bu konuda da ABD’yi örnek olarak göstermekteydiler.
Şunu da belirtmek gerekir ki; bu yıllarda özellikle işgal güçlerinin bulunduğu yerlerde içki kullanımında büyük bir artış vardı.
Bu yüzden yasa önerisine karşı koyacakların halkın nezdinde itibarsızlaşması da söz konusuydu. Meclis tutanaklarından anlaşıldığı kadarıyla içki yasağı ile ilgili tasarının muhalif grup (İkinci Grup) tarafından alelacele gündeme taşınmasının biraz da bu amaçlı olduğu yani Mustafa Kemal ve onu destekleyenlere karşı bir manevra olduğu da sezinlenmektedir.
Nitekim yasa tasarısına karşı çıkan dönemin Maliye Vekili Ferid Bey’in, bu kaygıları yaşadığı şu sözlerinden anlaşılmaktadır.
“Ben hiçbir zaman içki kullanmamış bir adamım. Ama meseleye mali ve iktisadi yönden bakmak zorundayım”
Ferid Bey, bu konuda ABD’nin ve Rusya’nın örnek gösterilmesine de şu sözleriyle karşı çıkıyordu.
“Amerikanın bazı memleketlerinde bunu yapmağa (içkiyi yasaklamaya) teşebbüs etmişler. Fakat üzülerek söylemeliyim ki, bu tamamen bir seçim entrikasıdır ve şu anda da o haldedir. Yine Bolşevizm sahasında yani Rusya sahasında da içkinin yasaklanmasına teşebbüs edilmişti. Rusya’da menine(yasaklanmasına) teşebbüs edildiği sırada orada bulunuyordum ve bu yasağın katiyen uygulanabilir olmadığını orada da gördüm”.
İçki yasağına karşı çıkanlardan Burdur Milletvekili İsmail Suphi Bey ise Amerika’yı örnek gösterenlere şunları söylemekteydi:
“Efendiler Amerikanın (400) bin kilometre uzunluğunda şimendifer hatları var, bizde dört bin kilometre şimendifer yok. Amerika’da halkın yüzde ellisi darülfünundan (üniversite) mezundur. …Amerika’da seksen katlı binalar var. Rica ederim biz Amerika ile boy ölçüşebilir miyiz?
” Ayrıca, yasağın uygulanması için yeterli araçlar bulunmamaktadır: “
İdareyi değiştirirseniz en birinci taraftar benim. Bu çürük, sakat vesaitle meni müskiratın (içkinin yasaklanmasının) imkânı yoktur. Üstelik büyük bir mücadele içindesiniz, İngiltere ile mücadele ediyorsunuz, İstanbul’la, Yunan ordusu ile, yerle, gökle mücadele ediyorsunuz.”
Bu şekilde tartışmalarla içki yasağı o yılların zor günlerinde uzun süre meclisin ve ülkenin gündemini meşgul etmiş ve nihayet 14 Eylül 1920 tarihinde (Men-i Müskirat) kanunuyla gayri Müslimler de dahil içki içilmesi ve imalatı yasaklanmıştı.
Ama ne yasak!
İçenler bir yolunu bulup içmeye devam ediyordu. Üstelik bazıları bu durumu bir rant kapısı halini de getirmişti.
Ankara Polis Müdürü Dilaver gibi.
Müdür Dilaver, içki yasağından sonra devlete ait içki imalat makinelerini evine kurmuş ve hemen imalata başlamıştı. Ürettiği içkileri ise el altından satıyor, iyi de kar ediyordu. Öyle ki; artık içkinin adı “Dilaver Suyu” olmuştu.
Rıza Nur bu durumu şöyle anlatmaktadır.
“Rakıyı yasak etmeleri, hele o esnada maddî ve manevî çok iyi bir iş olmuştur; fakat hükümetin takibatına rağmen katî surette önü alınamamıştır, imbikler toplandı, amma bazı nüfuzlu memurlar
Hükümetin muhafazası altında bulunan bu imbiklerden bir kısmını alıp evlerine yerleştirdiler. Bunlardan biri Ankara Polis Müdürü Dilâver, diğeri şimdi Bursa Valisi olan Fatih’tir. Mükemmel rakı çıkarıp iyi ticaret yaptılar. Dilâver Rumelilidir. Galiba Arnavut. Fatih Giritli.”(Rıza Nur, İlk Meclisin Perde Arkası (1920-1923), s.76 )
Falih Rıfkı (Atay) da aynı konuda şunları söylemektedir.
“Gündüzleri Meclisten başka vakit geçirecek yer yoktu. Akşamları Mustafa Kemal tarafından çağrılmaya can atardık. Eğer davetli değilsek, Meclisin yakınındaki aşçı dükkânının içki içebileceğimiz köşesinde toplanırdık. Men-i Müskirat Kanunu yürürlükte idi. İçkimizi polis müdürünün adamlarından temin ederdik. Bunun bir adı da Dilaver suyu idi. Dilaver, polis müdürü! Bağlarda oturan bazı milletvekillerinin de inbikleri vardı. Bir akşam böyle bir bağda bize sıcak rakı ikram edildiğini hatırlıyorum.”
Velhasıl o yıllarda gündemi aylarca meşgul eden Men-i Müskirat yasasının sadece “Dilaverlerin” işine yaradığı görülmektedir.
Umarız günümüzde de saat 22.00’dan sonra yeni Dilaverler türemez…