Bir şehit ana-babası var bildiğim. Aynı semtte sayılırız. Giderim ara sıra yanlarına. Bayramın ikinci günü yine gittim.
Hoş geldin dediler hafifçe.
Her nedense en hoş ‘‘hoş geldin’’ olur bu benim için…
Sarıldık babayla…
Ananın elini öpmeye çalıştım.
Veya İMKB eliyle vurdu omzuma Sadeco.
Oturduk bir köşeye.
Baba hafif tebessümlü ben ise sadece yüzüne bakarak hiçbir şey söylemeden konuştuk öylece.
Ana mutfağa çay koymaya gitti ocağa.
Ve sonra O da geldi yanımıza.
Sadece nasılsın dedi bana? Ben de siz nasılsınız deyince, bükük boynunu daha da büktü.
Ve kalktı yanımızdan!
Aradan fazla zaman geçmemişti,
Bir aaah! sesiyle irkildik baba ve ben. Hemen sesin geldiği odaya koştuk.
Ana(m) odanın ortasında up uzun yatıyordu. Bayılmış dedi baba. Elinde bir kazak vardı. Ve öyle sıkmıştı ki kazağı hiçbir güç alamazdı elinden.
Daha önceden de biliyordum. Tansiyonu yükseliyordu birkaç yıldır.
Dedim ambulans çağırayım.
Baba ‘‘ gerek yok’’ dedi.
Biraz su, biraz kolonya ile ayılttık.
Çukurlaşmış gözlerini açtığında bizi kolonya koklatırken gördü. Ve sanki bırakın onu dercesine elindeki kazağı koklamaya başladı.
Üç yıldır hep kokladığı tek oğlunun kazağını….
______________________________ _________
Oturduğum sitenin tam karşısında onların da evleri. Çok güzel yapmışlar evlerini. Bahçeli villalar şeklinde.
Ara sıra balkona çıkar bakarım oralara.
Bayramın birinci günüydü. Saat 11.00 gibi siyah siyah arabalar geldi oraya. Bir koşuşturma başladı. Daha sonra siyah takım elbiseli adamlar arabalardan indi. İner inmez etrafları sarıldı.
Zannediyorum oyuncaklar dağıtıyorlardı, belediye başkanı ve diğer ekabir…
Ve onlar oyuncakları anne babaları zannediyorlardı.
Öylesine sarılıyorlardı oyuncaklara küçükler.
Ama biraz büyükler biliyorlardı.
Hiçbir oyuncağın anne babanın yerini tutmayacağını.
Öylesine uzaktan bakıyorlardı.
Her gün annelerinin ellerini tutan çocuklara baktıkları gibi…
Ve bir bayram daha böylece kutlanıyordu Çocuk Esirgeme Kurumunda….
______________________________ _____________
Pek izlemem televizyonu özellikle bayramlarda.
Ama bazen şöyle bir baktığımda da ya biz uzaylıyız ya da bu ekrandakiler derim.
Efendim! kurban etini şöyle yiyin sağlığınızı bozmayın der doktorlar.
Aşçılar yemek tarifleri verir.
Derin dondurucularda etler nasıl saklanır v.s
Hele bir de psikolog ve psikiyatristler ‘‘çocukları kurban kesilirken uzak tutun’’ falan derler.
Niye?
Her şeyin temeline inenler bu işin de temeline inip bütün bayramların ve ibadetlerimizin nasıl çığırından çıkarıldığına dair teşhislerinizi ortaya koymuyorsunuz.
Bak ben size ipucu vereyim.
Bu satırların yazarı kendini bildi bileli Kurban kesilirken yanında bulundu ama psikolojisi falan bozulmadı. (Ya da biz öyle zannediyoruz)
Mesela temele inmeniz bakımından ilk kurban kesimine şahit oluş hikayemizi anlatayım.
Dedem kurbanı üç -dört gün önce satın alır ya da kendi hayvanları arasından seçerdi ve onunla açıklanamaz bir bağ kurardı. Herkesten çok severdi onu. Torunlarından bile öte. Ağzını bile öperdi kurbanın. Elleriyle beslerdi bayram gelene kadar. Ve o gün geldiğinde hep beraber verirdik yaratana, O yüce hayvanı. Hiç üzülmezdik. Çünkü dedem onu bizden daha çok severdi. Ve onu kurban ederdi. Biz bu durumda bazen İsmail bile olmak isterdik karşılığında bunca sevginin.
Ve bizim psikolojimiz bu aşk ve iman karşısında hiç bozulmadı.
Ama ya şimdi.
Her gün Vatana kurban şehitlerin geldiğini gören, kurbanın sadece derin dondurucuları dolduran bir ibadet haline dönüştüğünü gören ve bayramları dahi ayıran parekendeci zihniyetleri gören çocukların psikolojisi sağlam mı ki, bozulsun.
Önce bunları bir tahlil edin son tahlilde…