Küresel sermayenin bu topraklardaki çıkar planı olan Sevr paçavrası, önce cephede süngüyle daha sonra ise Lozan’da 23 Temmuz 1923 tarihinde kalemle parçalanmıştı. 13 Ekim 1923’de ise Ankara başkent yapılmıştı. Böylece Cumhuriyet’e doğru adım adım yol alınmaktaydı. Bu durum ise tüccarlar oligarşisinin öncü gücü olan devletlerin (İngiltere ve ABD) kaygılarını artırmaktaydı. Çünkü onların asıl planı Balkan, Önasya, Kafkas, ve Ortadoğu bölgelerinde meşruti monarşi ile yönetilecek konfederasyonları teşkil etmekti. Tanzimat sonrasında Osmanlı üzerinde oynanan oyunların nedeni de bu düzenin uygulanmasına yönelikti. Bunun için yeni Türk devletinin ulus devlet şeklinde yapılanması önlerine büyük bir engel olarak çıkacaktı. Bu durumda ellerindeki tek koz ise kendi kontrollerinde olacak halifeliği kullanmak olacaktı. Böylece Türkler Milli Mücadele’den galip çıkmış olsa bile halife/sultan başkanlığında bir meşruti monarşi oluşturulabileceklerine inanıyorlardı. Zaten Milli Mücadele’ye muhalefet eden işbirlikçilerinin yanında öyle ya da böyle Milli Mücadele’nin içerisinde yer almış olan İttihat ve Terakki’nin adem-i merkeziyetçi liberalleri de bu amaçlarına ulaşmak için ellerinin altında her zaman hazırdı. Nitekim Sivas Kongresinden itibaren ayrışmalar başlamış, Meclis’in açılmasından itibaren de bu ayrışmalar gruplaşmalara dönüşmüştü. Bir yanda adem-i merkeziyetçi ve halifenin başında olduğu bir meclisi arzulayan meşrutiyetçiler diğer yanda halife/ sultanın tasfiye edildiği merkeziyetçi ulusal ordu, ulusal bağımsızlık, ulusal ekonomik bir modeli arzulayan Cumhuriyetçiler.
6 Ekim 1923 tarihi Akşam Gazetesi'nde Cumhuriyet'in kurulacağının haberi.
Cumhuriyetçiler durumun farkındaydı ve acilen Cumhuriyet’in ilanı gerekliydi. Aksi takdirde bütün kazanımların elden çıkması söz konusu olabilirdi. Gazi Mustafa Kemal bu bilinçle harekete geçmişti. Önce Ankara başkent yapılmak suretiyle gerekli mesaj verilmişti. Her ne kadar daha sonra Rauf Orbay’ın başını çektiği muhalifler Cumhuriyet bir gecede alınan kararlarla ilan edildi deseler de aslında Cumhuriyet’in ilanı günler öncesinden belliydi.
Mesela, 6 Ekim 1923 tarihli Akşam Gazetesi’nde yer alan haberin başlığı şu şekildeydi.
‘‘Halk Fırkası Divanı bugünkü müzakeresinde Türkiye’nin Cumhuriyetle idaresine karar verdi. Ankara şehri Türkiye Cumhuriyetinin kati merkezi idaresidir.’’
Yine Fransız ‘‘Tan’’ gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulacağını 13 Ekim de haberleştirmişti. Bu gazetenin haberi de şu şekildeydi.
‘‘ Cumhuriyet idaresini tecrübe eden Fransa, fikirlerini kimseye kabul ettirmek iddiasında olmamakla beraber Türkiye’yi tebrik edebilecek bir mevkidedir.’’ (Bu yıllarda Fransa’da karma ekonomik bir modele sahip ‘‘Üçüncü Cumhuriyet’’ (Solidarizm) hakimdi. Bu model aynı zamanda İslam’ın da öngördüğü ekonomik modeldi. Türkiye’de ise bu akımın öncülüğünü (Tesanüdcülük) olarak Ziya Gökalp yapmaktaydı. Mustafa Kemal de Türkiye Cumhuriyeti’ni bu ekonomik ve sosyolojik temeller üzerine kurmaya çalışıyordu ve öyle de olmuştur.)
Tam da bugünlerde 15 Ekim 1923 tarihinde ise Rauf Orbay’ın on günlüğüne İstanbul’a gittiği ve Adnan Adıvar’la görüşeceği de gazete haberleri arasındaydı. Daha sonra da halifeyi ziyaret etmişlerdi. Yine 16 Ekim tarihli gazetelerde de Kazım Karabekir’in de İstanbul’a geleceği haber verilmekteydi.
Bunlardan da anlaşılmaktadır ki Cumhuriyetçiler Ankara’da çalışmalarına devam ederken meşrutiyetçiler de İstanbul’da çalışmalarına devam etmekteydi. Yani muhaliflerin dillendirdiği gibi Cumhuriyet öyle bir gecede alınmış bir kararın neticesi değildi.
İşte, Mustafa Kemal Paşa işin sonunu başından gördüğü için Cumhuriyet’i ilan etmek yönünde çalışmalarını hızla yürütüyordu. Ve bu yönde son toplantısını 28 Ekim akşamı yapmış ve toplantıya katılan merkeziyetçilerle birlikte Teşkilat-ı Esasi’nin değiştirilecek maddelerine son şeklini vermişti.
Ertesi gün, 29 Ekim 1923 (29 Teşrinievvel 1339) tarihinde Meclis, 43. toplantısını gerçekleştirmek üzere toplanmıştı.
Mustafa Kemal ve Latife Hanım. Cumhuriyet'in kurulduğu ve Cumhurbaşkanı olduğu gecenin sabahında Meclis'e giderken.
Meclisin mebus sayısı 334’tü. Ama muhaliflerin çoğu katılmamıştı. Bu şekilde toplanan mecliste ‘‘Hakimiyet, bilakaydüşart Milletindir. İdare usulü halkın mukadderatı bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir’’şeklinde olan anayasanın birinci maddesine ‘‘Türkiye Devletinin şekli Hükümeti Cumhuriyettir’’olarak eklenen fıkra 158 kabul oyuyla saat 20:30’da kabul edilmiş ve hemen sonrasında Mustafa Kemal Paşa Cumhurbaşkanı da seçilmişti. Konuşması ise şu şekildeydi.
‘‘…Efendiler, asırlardan beri şarkta mağdur ve mazlum olan milletimiz; Türk Milleti, hakikatte soyundan gelme yüksek kabiliyetlerden mahrum zannediliyordu. Son senelerde milletimizin fiilen gösterdiği kabiliyet, istidat, idrâk, kendi hakkında suizanda bulunanların ne kadar gafil ve ne kadar tetkikten uzak zevahirperest insanlar olduğunu pek güzel ispat etti. Milletimiz haiz olduğu evsaf ve liyakatini hükümetinin yeni ismiyle, cihanı medeniyete daha çok kolaylıkla göstermeyi başaracaktır. Türkiye Cumhuriyeti, cihanda işgal ettiği mevkie lâyık olduğunu eserleriyle ispat edecektir.
Arkadaşlar, bu müesseseyi âliyeyi vücuda getiren Türk milletinin son dört sene zarfında kazandığı zafer, bundan sonra da birkaç misli olmak üzere tecelliyatını gösterecektir. Acizleri mazhar olduğum bu emniyet ve itimada kesbi liyakat etmek için pek mühim gördüğüm bir noktadaki ihtiyacı arz etmek mecburiyetindeyim. O ihtiyaç, heyeti aliyenizin şahsım hakkındaki teveccüh ve itimadının ve müzaheretinin devamıdır. Ancak bu sayede ve Allah’ın inayetiyle şahsıma tevcih buyurduğunuz ve buyuracağınız vezaifi hüsnü ifaya muvaffak olabileceğimi ümid ederim.
Daima, muhterem arkadaşlarımın ellerine çok samimi ve sıkı bir surette yapışarak onların şahıslarından kendimi bir an bile uzak görmeyerek çalışacağım. Milletin teveccühünü daima noktai istinat telâkki ederek hep beraber ileriye gideceğiz.
Türkiye Cumhuriyeti mesut, muvaffak ve muzaffer olacaktır”
Cumhuriyet’in kuruluşu böylece ilan edilmiş ve bütün ülkenin dört bir yanında top atışlarıyla kutlanmıştı. Ancak muhalifler Cumhuriyet’in kuruluşunun üzerinden daha bir yıl geçmeden Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası altında karşı faaliyetlerine başlamışlardı. Parti programlarında küresel sermayenin arzuladığı adem-i merkeziyetçilik (federasyonculuk) yer almakla birlikte (14.madde), iç kaynaklarla kalkınmayı öngören iktisat anlayışına karşı serbest ticaret ilkeleri savunulmaktaydı.’’ (madde 30-32). Bu iki madde dahi arkalarındaki gücün küresel sermaye olduğunu açıkça ortaya koymaktaydı. Ve her ne hikmetse Mustafa Kemal’e dolayısıyla Cumhuriyet’e muhalif olan bu kişiler ister liberal, ister şeriatçı, ister sosyalist olsun çoğunluğu masondu. Bu da şunu göstermektedir ki II. Abdülhamit’ten sonra küresel sermayenin kuyruğuna basan Mustafa Kemal Atatürk’e karşı da aynı cepheler teyakkuza geçirilmişti. Ve 1935 yılında Mustafa Kemal Atatürk’ün mason localarının faaliyetlerini durdurmasının arkasında da bu durum vardır.
İşin daha da ötesi yine her ne hikmetse Adnan Adıvar, Cavid Bey gibi masonlar aynı zamanda bir numaralı halife taraftarıydılar. Tıpkı aslen İngiltere kraliyet danışmanı ve yargıcı olan Emir Ali ve Ağa Han gibi. Emir Ali ve Ağa Han da hesapta Hindistan Müslümanlar adına halifeliğin kaldırılmaması yönünde Mustafa Kemal Atatürk’e bir mektup yazmışlardı. Mektup daha Mustafa Kemal’in eline geçmeden İstanbul’da muhalif basın tarafından 5 Aralık 1923 yılında yayınlanmıştı. Yani bir İngiliz tezgahı olduğu çok açıktı. Üstelik bu adamların Hindistan Müslümanlarını temsil gibi bir yetkileri de yoktu. Zaten meclis görüşmelerinde bu adamların İngilizlerin görevli adamları olduğu da enine boyuna ortaya konmuştur. Ve meclis zabıtlarında halen mevcuttur.
İşte Cumhuriyet’e bu adamlar karşıydı. Ve bu adamların adları ne olursa olsun hepsi aynı taraftaydılar. Küresel sermayenin tekerine sokulmuş çomak olan üniter Cumhuriyeti ise bir türlü içlerine sindiremeyeceklerdi.
Ve Cumhuriyet’in ilan edildiği oturumda son konuşmayı yapan Karahisarı Şarki Mebusu Mehmed Emin Bey’in duası ve konuşması ise bunlara en iyi cevap olarak zabıtlarda daima var olacaktı.
Emin Bey’in konuşması ve duası ise şu şekildeydi.
‘‘…Esir yaratmayan Allah hırs ve gururu terbiye etmek için bir elinde kılıç bir elinde asa olduğu halde dünyaya inkılap yapacak bir büyük Peygamberin (Hz. Muhammed’in) gönderilmesine ihtiyaç gördü ve gönderdi. O, kılıcı ile zalim hükümdarları terbiye ettiği gibi, kanlı tahtları, kanlı saltanatları yerin dibine geçirtti. Adsıza şeref, esire hürriyet, zayıfa hak, sefile saadet verdirecek hükümetini kurdu ve bunun adı Cumhuriyetti.
(Alkışlar)
On dört asır sonradır ki, ey arkadaşlar! Allah yine böyle bir ilahi devlet kurdurmak, ikinci bir mucizesini yaptırmak için en seçkin, en büyük milleti seçmiştir. Bu millet Türk Milletidir. On dört asır evvel Peygamberimizin Mekke’de kurduğu hükümeti, bugünde Türk Milleti Ankara’ya kurmuştur. Şu aziz saatte ben, bu ihtiyar arkadaşınız, Allah’ımdan bu hükümeti takdis ederim. Bu Devletin temellerinin yeryüzünün temelleri kadar sağlam olmasını isterim. Ben bu ihtiyar arkadaşınız, bu hükümetin (Türkiye Cumhuriyeti’nin) hak ve adalet güneşinin büyük ve küçük her tarafa, bütün alınlara eşit olarak nurunu saçmasını isterim.
(Amin sesleri.)
Ve bu duamın kanatları altında, Cumhuriyetin ruhu önünde saygıyla kıyam ederek üç kere ‘‘Yaşasın Cumhuriyet’’ diye hükümetimizi taziz etmelerini muhterem arkadaşlardan temenni eylerim.
(Yaşasın Cumhuriyet! Diye üç kere bağırıldı.)
YAŞASIN CUMHURİYET…
YAŞASIN CUMHURİYET…
YAŞASIN CUMHURİYET…