Binlerce yıldır olduğu gibi.
Karadeniz’in diğer adı olmuştur.
Hamsi…
Hamsi Balık Değildir
Şehir akşamlarında, adaletsizliklerin üzerine karanlığın çöktüğü zamanlarda bir sokaktan geçerken, hamsi kokusu duysam içim ferahlar. Bilirim ki, bir fakirin sofrası şenlenmiş.
Ve aklıma Karadeniz gelir.
Hep hırçın olmasına rağmen bereketini dağıtırken o kadar uysallaşan Karadeniz.
Hamsiyi yine bol sunuyormuş bu yıl da.
Binlerce yıldır olduğu gibi.
Karadeniz’in diğer adı olmuştur.
Hamsi…
Adının nereden kaynaklandığına dair görüşler ise muhteliftir.
Birinci görüş, eski takvimde 31 Ocaktan sonraki 50 günlük dönemi ifade eden ve ‘‘Hamsin’’olarak adlandırılan dönemde avlanılmasından dolayı olduğu yönündedir.
Diğer bir görüş ise hamsinin kılçığının otuz kıvrımlı olmasından dolayı Farsça ‘‘ham’’ (kıvrım) ve yine Farsça‘‘si’’(otuz) kelimelerinin birleşiminden ‘‘otuz kıvrım’’ anlamında hamsi olarak adlandırıldığıdır.
Ama birinci görüş ikinciye oranla daha çok kabul görmektedir.
Adı konusunda bu şekilde görüşler ileri sürülen Hamsi, birçok seyahatname ve eser de kendisine yer bulmuştur.
Mesela;
1575-1597 yılları arasında Karadeniz kıyılarını gezerek 1598 yılında yazdığı “Menaziru'lavalim” adlı eserinde Aşık Mehmet, Hamsi ile ilgili bilgileri şu şekilde vermektedir.
“Trabzon denizinde, hamsin günlerinde (kışın 50 günlük bölümü), Trabzon halkının hamsini kelimesini değiştirerek habsi balığı dedikleri küçük bir balık avlanır. Trabzon'un halkının zarifleri (sosyetesi), avamını (sıradan halkı) “habsi balığı” diyerek alaya alırlar. Zira hamsin günlerinde bu küçük balığı avlayanlar, bunu küçük gemilerle avlayınca halka duyurmak için sesi 2-3 fersahlık yere ulaştıran bir boru öttürürler. Bu sesi duyanların “ölüsi dirisine binup habsi balığı çıkmış” diyerek başı açık yalınayak giderler. Ama ne var ki bu küçük balık hazmı zor, ağır bir yiyecektir. Ancak “mahi-kuş” (veya mâh-ı keş, üzüm şırası veya eski deyimle nardenk) denilen bir içecek ile hazm edilebilir. Tuhaflık buradadır ki, “mahi-kuş” kelimesinin adını bile duymayanlar da bu balık üzerine kırılmış gibi düşerler. Kış günlerinde bu küçük balığın kötü kokusundan evlere ve konaklara girilmez. Ayrıca bunun artıklarını yiyen tavuğun da eti kokar ve yenilmez hale gelir, kış günlerindeki yumurtasında bile o kötü koku hissedilir.”
Yine Trabzon’a 1670’lı yıllarda seyahat eden Evliya Çelebi, bölge balıklarıyla ve özellikle de hamsiyle ilgili görüşlerini şöyle dile getirmiştir: "Beğenilen balıkları: Levrek balığı, kefal balığı gayet lezzetlidir. Bir karıştan uzun kırmızı başlı tekir balığı, uskumru balığı ve daha bin çeşit balıkları vardır. Amma bunların hepsinden fazla Lazların üzerine düştükleri, alışverişi hakkında kavga ettikleri hamsi balığı… Bu balık, (kış mevsiminin 50 günlük bir bölümü) çıktığı için, hamsi balığı derler. Balığın çıkışını dellâllar halka haber verirler. Dellâlların birçeşit mürves ağacından boruları vardır. Bir kere sur urunca, ‘Ahça çomakla bir mendil hamsi ver’ diye ince sırmalı mendillere balığı koyup giderler. Balığın suyu akarak giderken, bazıları suyun aktığına acıyarak, ‘Bre balığın suyunu akıtıyorsun… Suyuna bir pilavcık sallasana’ diye şaka ederler.
Evliya Çelebi, hamsinin diğer özelliklerini de şu şekilde belirtmektedir: "Bu balık bir karış, ince ve morca cilalı, gümüş gibidir. Faydası o derecedir ki, yedi gün devamlı yiyen kimsenin şehveti son derece artar. Çok kuvvet verici ve hazmı kolaydır. Yemeğinde balık kokusu olmadığından, yiyene hararet vermez. Ağrı hastalığına tutulan adam yese şifa bulur. Bir evde yılan ve çıyan olduğu zaman, hamsi balığının başı tütsü edilirse kaçar”
Seyahatnamelerden başka Hamsi, Osmanlı devlet yazışmalarında da yer almıştır.
Bu yazışmalardan 13/Z /1318 (3 Nisan 1901) tarihli bir belgede, Akçaabat halkının hamsiyi tütün tarlalarında gübre olarak kullandığı ve bu durumun hamsi neslinin azalmasına neden olmasının yanında tütün verimini de düşürdüğünden, hamsinin gübre olarak kullanılmasının yasaklandığını görmekteyiz.
Yine 06/Z /1321(23 Şubat 1904) tarihli belgede ise balıkçılarımızın Rusya sularında hamsi avlarken tutuklandığı ve bundan sonra balıkçıların Rusya sularına girmemesi yönünde uyarıldığını görmekteyiz.
Bunlardan başka Hamsi hakkında kitaplar da yazılmıştır.
Divan Edebiyatı’nın divan sahibi son şairi olan Hammamizade İhsan Bey’in 1928 yılında yayınladığı ‘‘Hamsiname'’ adlı eseri gibi.
İhsan Bey, 1928'de yayınladığı Hamsiname'sinde hamsi ile ilgili her şeyi kaleme almıştır. Hamsi hakkındaki şiirlere kadar. Bu kitapta yer alan ve Salim adlı bir halk ozanına ait şiir şu şekildedir.
'Bir yıl görünmezsen artar kederim / Yetiş imdadıma imanım hamsi / Yüzünü görünce bayram ederim / Sen olursun benim kurbanım hamsi / Maraza uğrarım hamsi demezsem / İçerim tutuşur hamsi yemezsem / Üstünü bir varil pekmezlemezsem / Çıkar asumane (göklere) dumanım hamsi / Kuyruğun tutarım merd oğlu merdim / Olsa da bir batman pişirip yerdim / Çok yiyip içince artarsa derdim / Olursun derdime dermánım hamsi /Salim, hamsi yerim ben seve seve / Kamyonet yüklerim, yetmezse deve / Düşürdüm mü seni bir gece eve / O gece keyfimden şadanım hamsi.
İşte Hamsi böyle bir şey. Hiç bir balık onun gibi kendi adına kitaplar yazdıramamış, belgelerde seyahatnamelerde yer alamamıştır.
O yüzden Hamsi balık değil. Sadece Hamsidir.
Karadeniz’in, kışın yokluğunda fakir sofralarına sunduğu en değerli varlıktır.
Kıymetini bilelim…
Çünkü Karadeniz, kıymet bilmeyenlere hırçındır.