Türkler Nasıl Yenilebilir?
Dünya, büyük güçlerin yeniden hesaplaşma ve dengelerin yeniden düzenlenmeye başlandığı bir süreç içine girmiş bulunmaktadır. Bu sürece yönelik olarak uzun vadeli hazırlanmış olan planların uygulamalarının sancıları ise bizim ülkemiz de dahil birçok ülkede açıkça hissedilmeye başlamıştır. Son günlerde genel belleğimizde yaşadığımız sarsıntı ve algılama bozukluğumuzun özünde bu durumun ortaya çıkardığı sonuçlar bulunmaktadır.
Bu günü anlayabilmek ve değerlendirebilmek ise ancak daha önceki dönemlerde yaşanmış benzerlikleri görebilmekle mümkün olabilecektir. Bu yüzden bizlerde kafa karışıklığımızı gidermek amacıyla daha önceki dönemlerde yaşanmış benzer süreçlere ait belge ve eserlere sıkça müracaat edip ipuçları yakalamaya ve bulduklarımızı paylaşmaya gayret etmekteyiz. İşte bu amaçla ulaşabildiğimiz eserlerden bir tanesi, 15. yüzyılın sonlarında yazılmış ve günümüze kadar birçok batı dilinde baskıları yapılmış olan Türk Kroniği adlı eserdir. Bu eser yakın zamanda Prof Kemal Beydilli tarafından Bir Yeniçerinin Hatıratı adıyla dilimize kazandırılmıştır.
Uzun yıllar Batılı hükümdar ve aydınların başvuru kitabı olarak elden ele dolaşan eserin, yeniçeri iken eski dinine dönen biri tarafından yazıldığı iddia edilir. Kitapta düşman olarak görülen Türkler tanıtılmakta ve onların nasıl yenilebileceğine dair ipuçları verilmektedir. Bu ipuçları ve tavsiyelerden bir tanesi özellikle dikkat çekicidir.
Eğer Sultan Yeniçeri ordusunu kaybedecek olursa, ülkedeki bütün Hıristiyanlar ayaklanabilir ve Türkleri denizin ötesine kadar geri püskürtebilirler
Nitekim uzun yıllar aşama aşama uygulanan planlar sonucunda ilk aşamada Osmanlı devletinin ana omurgasını oluşturan Müslüman Türk halkıyla askerin arasının açılması planlanmış ve başarılı olmuşlardır. Bu dönem de yürütülen kampanyalarda Yeniçeriler sapık, dine duyarsız, isyancı, halkın değerlerine karşı v.s olarak gösterilmiş ve propagandalar halk üzerinde oldukça etkili olmuştur. Bu planlar yürütülürken bizzat Ocak içerisinden de bazıları söz konusu kampanyaları haklı çıkartacak icraatları gerçekleştirmekteydi.
Bilindiği üzere Yeniçeri Ocağı II. Mahmut tarafından halktan bazı kalabalıkların da katılımıyla kanlı bir operasyonla 1826 yılında ortadan kaldırılmış ve ocağın bağlı bulunduğu Bektaşi tekkeleri de kapatılmıştır. Bu icraat batılıların alkışları arasında gerçekleşmiş ve bu ülkelerin elçileri büyük bir sevinçle padişahı tebrik etmişlerdir. Nitekim o tarihten sonra yeni bir ordu kuruluncaya kadar geçen ara dönemde devlet geri dönüşü olmayan bir takım taviz ve anlaşmalarla kendini bağlamış, içi boşaltılmış ve koflaştırılmıştır. Osmanlı namına da sadece hanedan ve etkisiz bir taht kalmıştır. Bu tahtın sahibi hanedan ise yaklaşık yüzyıl sonra ortadan kalkmıştır.
Tarihlerimizde Yeniçeri ocağının, bir alay elinde paslı kılıç olan talebe-i ulum, esnaf ve topçu ocağının çakaralmaz bir topu ile yıkıldığı yazılmış ve Vaka-i Hayriye (Hayırlı Olay) olarak geçiştirilmiştir. Halbuki ipuçları değerlendirildiğinde uzun yıllar öncesinde kurgulanan planların uygulaması olan bu sürecin bu kadar basit olmadığı anlaşılacaktır.
Anlaşılacağı üzere Türkleri yenmek isteyenlerin bugüne kadar başvurdukları öncelikli planın Ordu ile milletin arasının açılması üzerine kurulduğu tarihin tecrübesiyle sabittir. Millet desteğini kaybeden bir ordunun ayakta durması ve başarılı olması ise mümkün değildir. Nitekim II. Dünya savaşında Fransız ordusunun Almanlara yenileceğini önceden tahmin edenlerin dayanağı, Fransız subaylarına Şanzelize"deki kafelerin garsonlarının savaş öncesinde değer vermemesi olmuştur.
Bu yüzden Ordu bir milletin her şeyidir. Bu konuda atılacak her adım ve edilecek her sözün ortaya çıkaracağı sonuçlar iyi hesaplanmalıdır.
Ne tesadüftür ki günümüzde birileri gazete köşelerinde bugünkü Ordumuzu Yeniçerilere benzetmekte ve tasfiye edilerek yeni bir ordunun kurulmasından bahsetmektedir.
Tıpkı 15.yüzyılda Türkleri yenmenin yollarının anlatıldığı kitaptaki gibi.
Dünya, büyük güçlerin yeniden hesaplaşma ve dengelerin yeniden düzenlenmeye başlandığı bir süreç içine girmiş bulunmaktadır. Bu sürece yönelik olarak uzun vadeli hazırlanmış olan planların uygulamalarının sancıları ise bizim ülkemiz de dahil birçok ülkede açıkça hissedilmeye başlamıştır. Son günlerde genel belleğimizde yaşadığımız sarsıntı ve algılama bozukluğumuzun özünde bu durumun ortaya çıkardığı sonuçlar bulunmaktadır.
Bu günü anlayabilmek ve değerlendirebilmek ise ancak daha önceki dönemlerde yaşanmış benzerlikleri görebilmekle mümkün olabilecektir. Bu yüzden bizlerde kafa karışıklığımızı gidermek amacıyla daha önceki dönemlerde yaşanmış benzer süreçlere ait belge ve eserlere sıkça müracaat edip ipuçları yakalamaya ve bulduklarımızı paylaşmaya gayret etmekteyiz. İşte bu amaçla ulaşabildiğimiz eserlerden bir tanesi, 15. yüzyılın sonlarında yazılmış ve günümüze kadar birçok batı dilinde baskıları yapılmış olan Türk Kroniği adlı eserdir. Bu eser yakın zamanda Prof Kemal Beydilli tarafından Bir Yeniçerinin Hatıratı adıyla dilimize kazandırılmıştır.
Uzun yıllar Batılı hükümdar ve aydınların başvuru kitabı olarak elden ele dolaşan eserin, yeniçeri iken eski dinine dönen biri tarafından yazıldığı iddia edilir. Kitapta düşman olarak görülen Türkler tanıtılmakta ve onların nasıl yenilebileceğine dair ipuçları verilmektedir. Bu ipuçları ve tavsiyelerden bir tanesi özellikle dikkat çekicidir.
Eğer Sultan Yeniçeri ordusunu kaybedecek olursa, ülkedeki bütün Hıristiyanlar ayaklanabilir ve Türkleri denizin ötesine kadar geri püskürtebilirler
Nitekim uzun yıllar aşama aşama uygulanan planlar sonucunda ilk aşamada Osmanlı devletinin ana omurgasını oluşturan Müslüman Türk halkıyla askerin arasının açılması planlanmış ve başarılı olmuşlardır. Bu dönem de yürütülen kampanyalarda Yeniçeriler sapık, dine duyarsız, isyancı, halkın değerlerine karşı v.s olarak gösterilmiş ve propagandalar halk üzerinde oldukça etkili olmuştur. Bu planlar yürütülürken bizzat Ocak içerisinden de bazıları söz konusu kampanyaları haklı çıkartacak icraatları gerçekleştirmekteydi.
Bilindiği üzere Yeniçeri Ocağı II. Mahmut tarafından halktan bazı kalabalıkların da katılımıyla kanlı bir operasyonla 1826 yılında ortadan kaldırılmış ve ocağın bağlı bulunduğu Bektaşi tekkeleri de kapatılmıştır. Bu icraat batılıların alkışları arasında gerçekleşmiş ve bu ülkelerin elçileri büyük bir sevinçle padişahı tebrik etmişlerdir. Nitekim o tarihten sonra yeni bir ordu kuruluncaya kadar geçen ara dönemde devlet geri dönüşü olmayan bir takım taviz ve anlaşmalarla kendini bağlamış, içi boşaltılmış ve koflaştırılmıştır. Osmanlı namına da sadece hanedan ve etkisiz bir taht kalmıştır. Bu tahtın sahibi hanedan ise yaklaşık yüzyıl sonra ortadan kalkmıştır.
Tarihlerimizde Yeniçeri ocağının, bir alay elinde paslı kılıç olan talebe-i ulum, esnaf ve topçu ocağının çakaralmaz bir topu ile yıkıldığı yazılmış ve Vaka-i Hayriye (Hayırlı Olay) olarak geçiştirilmiştir. Halbuki ipuçları değerlendirildiğinde uzun yıllar öncesinde kurgulanan planların uygulaması olan bu sürecin bu kadar basit olmadığı anlaşılacaktır.
Anlaşılacağı üzere Türkleri yenmek isteyenlerin bugüne kadar başvurdukları öncelikli planın Ordu ile milletin arasının açılması üzerine kurulduğu tarihin tecrübesiyle sabittir. Millet desteğini kaybeden bir ordunun ayakta durması ve başarılı olması ise mümkün değildir. Nitekim II. Dünya savaşında Fransız ordusunun Almanlara yenileceğini önceden tahmin edenlerin dayanağı, Fransız subaylarına Şanzelize"deki kafelerin garsonlarının savaş öncesinde değer vermemesi olmuştur.
Bu yüzden Ordu bir milletin her şeyidir. Bu konuda atılacak her adım ve edilecek her sözün ortaya çıkaracağı sonuçlar iyi hesaplanmalıdır.
Ne tesadüftür ki günümüzde birileri gazete köşelerinde bugünkü Ordumuzu Yeniçerilere benzetmekte ve tasfiye edilerek yeni bir ordunun kurulmasından bahsetmektedir.
Tıpkı 15.yüzyılda Türkleri yenmenin yollarının anlatıldığı kitaptaki gibi.