BEN EVE GİDİYORUM

Azize Taştemel ÖNCEL

İnsan eli ve aklıdır, sonumuzu getirecek olan…

Günlük hayatın hayhuyunu günübirlik tamamlayıp, ekran karşısına geçtiğimizde anlıyoruz, yaşadığımız zamanların can acıtan yanlarını.

Hatırlar mısınız, küçükken kafamız kızdığında ya da oyun istediğimiz gibi şekil almayınca arkadaşlarımıza; “ küstüm, oynamıyorum, ben eve gidiyorum” der tası tarağı toplar, eve giderdik. Çünkü ev; sadece dört duvar ve çatıdan oluşan bir yer değildi. Hala daha değil. Eve gidersek bizi küstüren, kızdıran şeylerden kurtulacağımıza inanırdık, öyle de olurdu. Yeni günle beraber her şeyden sıyrılmış olarak çıkardık evden ve koşardık arkadaşlarımızın yanına ve her şeye sil baştan başlardık. Evin sihirli bir hali vardı.Kötü olan her şeyi unuttururdu.Geceden formatlar, güne salardı bizi.

Ev nedir?

Bir bebek, bir çocuk için, her zaman annenin kucağıdır. Bir genç için, ait olma duygusunun ilk tadıldığı yerdir, güvendir. Yetişkin için ise; dört duvar ve bir çatı, sığındığı liman, huzur duyduğu, sükun bulduğu yer, sevdiği ve sevildiği gönüllerin durağıdır. Yani muhabbettir.

Peki bir millet için “ev” nedir?

Toprağında doğup büyüdüğü, göğünde bağımsızlığını simgeleyen bayrağının dalgalandığı, gerekirse uğruna canını ortaya koymaktan geri durmayacağı hazinedir.

Anahtarla kapısını açıp girdiğimiz evlerimizin kutsiyeti ve mahremiyeti, ne kadar önemli ve değerliyse; bizi millet yapan toprağımızda, o kadar kutsal, değerli ve mahremdir.

Nasıl ki, evlerimiz içinde en ufak bir huzursuzluğa tahammülümüz yoksa ve gülümsemeye ihtiyaç duyuyorsak, milletçe içinde yaşadığımız evimiz, vatanımızda da huzura ve sükuna ihtiyaç duyarız.

Neden göz göre göre evimizin neşesinin kaçmasına göz yumuyoruz? Neden el birliğiyle yok etme çabasına girildi? Neden evimizde düşmanlık besliyoruz?

Bu topraklar ki; her karışında bir hikaye, her yöresinde bir tarih, her bölgesinde bir “dünya” taşır. Bu toprakların evlatları, her metrekaresinde bir canın yattığını ve yine bu toprakların, kağıt üzerinde siyasi oyunlarla değil, cana canla alındığını bilir. Bu yüzden de çok kıymetlidir.

Ve şimdiki halimize bakın.

Evimizin içi darmaduman oldu. Büyükler akıl vereceği yerde daha da zorlaştırıyorlar her şeyi. Her biri bir oda kapmış kendine ve diğerine yaşama şansı tanımak istemiyor bu evde. Büyükler sağ duyuyu yitirmiş, güç savaşına girmişler.” Hadi öpüşüp, barışın bakalım” demeyi unutmuşlar. Kardeşler birbirini yiyor onlar ses etmiyorlar. Komşular da bu evde olup bitenleri göbek kaşıyarak seyrediyorlar.

Evimizin içini duman kaplamış. Gençler sokaklarda, analar korku içinde, babalar öfkeli. Hergün bir can düşüyor toprağa. Derleyip toparlayıcı olması beklenen büyükler, çekmişler kılıçlarını “güç bende” demenin peşindeler.

Bir ilham istiyorum büyüklerin yüreğine.

Çocukların güven duygusunu kaybetmesine izin vermeseler, korkunun şiddetin içinde yaşamaya mecbur kılmasalar.

Görecekleri nice güzel günleri, yılları olsa onların, inançlarını kaybetmeseler, çok sevseler evlerini çok, her şeyden daha çok sevseler…

Bir sihirli değnek bekliyorum. Evimizin çatısına dokunsa, uykulardan uyansak ve her şey bir rüya olsa…

Çok mu şey istiyorum?

Biz unuttuk, bari onlar söylesinler istiyorum: “ oynamıyorum işte, ben eve gidiyorum”……