ADALETSİZLİK!
Küçükken annem kardeşimle beni mavi bir çamaşır teknesinde yıkardı. Küvetimde yüzen ördeklerim hiç olmadı. Bir tabaktan yemek yedik hep. Çatal bıçak kullanmayı çok geç öğrendim. Hatta öğrenemedim bile. Bir yerlerde hep hata aradım. O küçücük bedenim ve kocaman aklımla, ters giden bir şeyler var deyip durdum yıllarca...
İlkokulu beş sınıfın bir arada olduğu bir eğitime ve bir tanecik öğretmene sahiptim. Ama okulumu çok sevdim. Beslenmelerimizi arkadaşlarla beraber yerdik. Her öğle teneffüsünde piknik yapmak bizim lüksümüzdü. Evet evet lükstü bu evden getirdiğimiz ekmek aralarına bin bir çeşit nevale tıkılıp beslenme adı verilen gıda türü. Fast-food tarzının başlangıcı sayabiliriz.
Zaman çok hızlı geçiyordu. Ve ben lise de bile beslenme götürüyordum. Arkadaşlarım sen de hamburger alsana dediklerinde ben sevmem derdim. Oysa içinde ne vardı hiç bilmeden.
Hayat çok garipti. En çok zoruma giden de sümüğünü temizleyemeyen arkadaşlarımın baba parasıyla özel okullarda okutulmasıydı. Barajı geçmeleri yetiyordu bunun için. Bense gece gündüz türev-integralle boğuşuyordum. Sırf adam gibi adam olmak için...
İşte o senelerde küçükken aradığım sorunun cevabını bulmuştum.
ADALETSİZLİK!
Herkes eşit değildi. Herkes aynı işi yapmıyordu ama bir inşaat işçisi düz memurdan çok daha az para kazanıyordu. Bu hiç hoş değil çünki inşaat işçisi canı pahasına çalışıyor, memursa yan gelip yatıyordu. Bense neden neden dedikçe sesimde boğuluyordum.
Hala sesimde boğulmaktayım. Hiç emek sarfetmeden para kazanan insanlardan nefret ediyorum. Evet, doğru sözüm bu. İşçilerin sırtından kazanıp çuvalla taşıyanlardan ise tiksiniyorum.
Ben emek verenden tarafım.
Emekçiyim. Hakkımı arıyorum...