1 Mayıs 2011 Pazar günü Ordu’da çifte bayram yaşandı.
Birincisi;
İşçi Bayramı…
Sakin geçen bir bayramdı bu sene…
İstanbul’da her kesim sesini duyurmaya çalışmış…
Öğrenci…
Emekçi…
Kadın – Erkek…
İkincisi;
Teleferiğin telleri…
Teller çekildi ve çekilirken dışarıda olan vatandaşlarımız ilgi ile izledi…
Halk dört gözle bitmesini bekliyor.
Sona yakınlaştıkça, sevinç nidaları hızla artıyor…
Bugün ise, 3 Mayıs 2011 Salı Türkçülük günü…
3 günde o kadar hızlı şeyler yaşadık ve yaşıyoruz ki, bu hıza yetişebilmek mümkün değil!
Amma velâkin bunlara çok güzel bir durum eklendi…
Bu sabah saat 6.30 sularında güneş yüzünü bize çevirdi. Böyle enerjiklik, çalışma isteği, azim hırsla bürünmüş gözlerle fırladım yataktan. Bir haftadır beni rahatsız eden baş ağrımı bile hafiflemiş hissettim. Demek ki havalardanmış!
Şimdi akıllarda oluşan soru işaretini açıklayayım.
Yukarıda dört durum saydım ve aslında birbirinden farklı görünen tek bir ruh halini anlatmaya çalışıyorum…
MUTLULUK…
Evet, mutluluk…
Hani dört gözle aradığımız, sağa sola saldırıp “nerdesin ey huzur?” diye yakındığımız duygu yoğunluğu…
Sabah güneşin yüzünü göstermesi ile içimiz kıpır kıpır olmuştur. Bahar geliyor artık diye sevinmek istiyoruz, ama ya tekrar yağmurlar geri gelirse…
En iyisi biz bayramları bayram yapalım… Hüzne gerek yok anın tadını yakalayalım. Çikolatalı pasta tadında, cappucino kadar bol köpüklü ve keyifli, bitki çayları kadar doğal ve bizim kadar gerçek…
Sağlam düşünceler barındırıp, sağlıklı kararlar almak adına zinde kalabilmek için hoş bir gün. Hem kutlayacak bir sürü nedenimiz de mevcutken, bugünü boşa harcamamak gerekir diye düşünüyorum.
Ayrıca şimdi çalışmak yerine evimin bahçesindeki hamağa uzanıp, şöyle binbir gece masallarıyla oluşturulmuş “Şairin Romanı”nı okumak isterdim. Ama insanlarla sohbet etmek de güzel.
Bugünü hoş kılıyor…
MUTLULUK…
Şehrimize hoş geldin diyorum.
Ruhumuza, aklımıza, yüreğimize hoş geldin…
Hiç gitme olur mu?