SATIR BAŞI!

Canan YÜCEL

 

 

Satır başı…

Aralıklarla yakınlaşmalar devri kapandı ve üç noktalarla bitirilmek istenmeyen cümleler beyin fırtınasına yakalanır olmuş. Kapıyı aniden çalan ayrılıklarda…

 

Tatbikatı yapılamayan ve hazırlıksız yakalanılan deprem gibiydi gidişler… En yüksek şiddetlerde! Hasarı fazla, can kaybının yaşanmadığı söz gelimi yıkımlar. Bir eylül gecesi vurup geçer, enkazı kalır, izleri ömür boyu silinmez.

 

Ve satır başı…

Düşler kuruyorsun sürekli, yorulmadan ve usanmadan. Ve hep bir gün hayatındaki monotonluğun geçebileceğini düşünüp, kendini kandırıyorsun. Evet evet kendini kandırıyorsun çünki bu geçebilecek bir monotonluk değil.

 

Ne demiştim; “İçimde şair kılıklı bir kadın nefes alıyor, o gittiğinden beri…”

 

Yalnızlık, umuda kapıldığın anlarda her an fırsat gözetleyen lafta dostlar gibidir. Bakışlarının donup kaldığı noktalarda ben buradayım dercesine kafasını yuvasından çıkaran yılan gibidir. Huzursuzluk çıkarmaya meyilli ve can sıkıcı…

 

Bir de işin gerçek boyutu var tabi ki satır başı…

Tüm ruhi bunalımlarla baş etmeye çalışıyorken, hayatta ayakta kalma savaşı verdiğimiz ekmek davası var. İş kaygıları… Okul bitirmeler, diplomalar, şaşalı hayat sürecek diye kandırılan bir gençlik. Söz gelimi; üniversite okuyan herkesin iş bulabileceği safsatası…

 

Bildiğin laf salatası!

 

Öyle düşündüğümüz gibi işsizlik falan da yok yani. Bu da kandırmaca. Kriz falan da yok. Kaç aydır eleman aradığım işyerinde ücreti beğenmeyenler mi istersiniz, masa başı iş arayanlar mı? Kusura bakmayın ama içimden terbiyemi bozdum sıra dışımda:

-Neyine güveniyorsun aptal! Derdin iş değilse karşımda işin ne? Eğer iş ise seçme şansını sana kim verdi ve amacın ne?

 

Ve yine satır başı…

Ne ayrılıklar ne de gerçek yaşamlar tutarlı davranıyor bana. İkisi de düzmece… Sahte dostlukların, saçma hükümetindeyim. Başımda deli bir yönetici, ben beni yönet derken, o tutturmuş demokrasi…

 

Haydaaaaa….

 

Bu da nerden çıktı şimdi?

Aşk dedik, işsizlik dedik, siyasette ne alaka? Ah bu gençlik hevesi. Yaşlanıyoruz gitgide. Gördünüz mü ne yazacağımı da unutturuyor bu düzen bana…

 

Satır başlarını satırlayalım…

 

Normal bir insan olarak yetişebilseydim tek konu hakkında yazabilirdim. Ama affınıza sığınarak her halta maydanoz olma eğilimim yüzünden bir gün başım derde girecek. E haklı yere bana dert getirirler. – Sanki bende az vardı da… -

 

Unutmadan birde çorba ettiğim bu üç konu var ya aslında tamamen bağlantılı… Yani pancar çorbasında mısırın ne işi var demeyin, başka türlü tadı olmaz.

 

Klasik aşk yazılarının aksine ne salya sümük ağlamak lazım ne de yas tutmak. Eğer bir şey kaybetti isek ve illa ağlamamız gerekiyorsa şu ekmeğimize ağlasak ya! Yakında ondan da olabiliriz. Ebeveynler her gün bana dert yanarken, dert küpü olan ben ne yapayım? Geçecek ve düzelecek bu durum diyemiyorum, çünki; benim de umudum yok!

 

Son satır başı…

Ve hırçın esen rüzgâra karşı gelmeye çalışan rüzgârgülü, sözünü yaratıcısına geçiremedi...
Adı oldu ayrılık!(C.Y)

 

CANAN YÜCEL