Savaş ve Leyla!
Dün okumakta olduğum Leyla adlı kitabı bitirdim ve ağlammak için kendimi zor tuttum. Bir kadın bu kadar mı işkenceye maruz kalır sadece uyruğu farklı diye. Kitap deyip geçemiyorum çünki bu yaşanmış bir olay. İçim burkula burkula okudum. Başkalarına anlatırken sesim titriyor.
Bir savaş bu kadar mı düşmanlık oluşturur insanlarda?
Leyla!
On altı yaşında ortaokula gitmek için başka bir kente gittiğinde başına geleceklerden habersizdi. Annesini kardeşini ardında bırakıp gitti…
Savaş!
Savaş başladı ve eli siahlı askerler Leyla’yı toplama kampına götürdüler. İşkenceye maruz kaldı hem de en kötü şekilde. Sadece Leyla yönünden kötü değildi bu savaşın çıkması bile kötü.
Kan dökülüyor.
Canlar alınıyor.
Kan kokuyor kentin her yeri…
Bombalar düşüyor yakın yelere, kurşun yağıyor yağmur yerine. Bağ bahçe güzelliklerle dolu olan her yer enkazlarla kaplanıyor. Kara bir bulut çöküyor insanlığı üzerine. Aklını yitirenler, yakınlarını kaybedenler ve daha nice acı dolu yaşamlar süregeliyor.
Bugün Leyla’nın gününden farklı mı?
Tabi ki hayır. Hala bombalar göklerde cirit atıyor, kurşunlar tüm şiddetiyle yağmaya devam ediyor. Böylesi kanlı savaşları ya kitaplardan okumuştum ya da filmlerde izlemiştim. Görebileceğim, yaşayacağım aklımın ucundan geçmezdi…
Tüm dünya bu vahşeti kınıyor. Fakat elden başka bir şey gelmiyor gibi kenara çekilip bana okunmayan yılan bin yaşasın dercesine seyirci kalıyoruz. Öylesine kirlendi ki kalplerimiz kendi faydamızı maksimuma çıkarmak için neler harcayıp, neler neler kaybediyoruz.
Sonuç itibariyle iş büyüklerime düşüyor. Ben başka Leyla’lar okumak ve görmek istemiyorum. Başka işkencecilerde, başka savaşlar da…
Leyla’ya ne mi oldu?
1999 Ekim’inde açılan davada baş tanık olarak gösterildi. Bir çok tehdit aldı. Ölüm tehlikesi geçirdi. 2000 yılından sonra tamamen sessizliğe büründü…
CANAN YÜCEL