AĞLAYAN BEBEK VE MEHMET ALTAN

Doç. Dr. Birol ERTAN

 

Yazının başlığı yanlış anlaşılmasın. Mehmet Altan’ı ağlayan bir bebeğe benzetmiyorum. Gerçi içinde bulunduğu durum, ağlayan bir bebeği çağrıştırıyor, ancak bu başlıktaki ağlayan bebek, bir kısım Türk aydınının (!) içinde bulunduğu açmazı anlatmak için seçilmiş güzel bir anekdot.
 
Türkiye, son dönemde ciddi bir değişim ve dönüşüm içinde. AKP’nin İktidar yorgunluğu ile iktidara tutunma çabası birleşince, kırılmalar, parçalanma belirtileri, çıkar savaşları ve pervasızlıkla birleşen yönetim anlayışından rahatsız olanlar giderek artmış durumda. Dış politikadaki seçimler, ülkeyi giderek yalnızlaşmaya doğru iterken, alet olduğu emperyalist güçlerin beklenmeyen saldırıları ile de ülke parçalanma tehlikesiyle karşı karşıya.
 
Bir kısım Türk aydını, iktidara verdikleri pervasız desteğin vicdan azabını çekmeye başladı. Bunlar arasında ilk erdemli eleştiriyi Cüneyt Ülsever gibi aydınlar çok daha rahat bir konumadır. Ancak, iş işten geçtikten sonra ya da iğne kendilerine de battığında çığlık atan konformist aydın takımı, vicdan azaplarından kolay kurtulacağa benzemiyor. İktidara yaltaklık etmekle kendilerini kurtarabileceğini sanan bazı aydın kırıntısı, şimdi büyük bir hesaplaşma içine girdi. Bunlarda birisi de Mehmet Altan’ın beklenmeyen çıkışı oldu.
 
Bildik bir hikaye ile Türkiye’de aydın geçinen bazı kalemlerin içine düştüğü hayal kırıklığını açıklamak istiyorum. Bir ülkede yaşanan bir olayı anlatmak istiyorum. Bu ülke, işgal altında. İşgal güçleri tek tek evlere girip direnen halkı imha ediyor. Direniş gösteren bir köyde direnişçiler, işgalcilerden saklanıp bir evin bodrumuna sığınmışlar. Eve giren işgal askerleri, evde direnişçileri arıyor. Bodrumdaki direnişçiler arasında çok sayıda insan var. Bu arada direnişçilerden birisinin bebeği ağlamaya başlıyor. Bebeğinin ağlama sesinin duyulmaması için ağzını kapatan anne, korkunç bir seçenekle karşı karşıya. Ya bebeğinin ağzını kapatmaya devam edecek ve bebeğin nefessiz kalarak ölmesine neden olacak, ya da bebeğin ağzını kapatmaktan vazgeçip işgal askerlerinin ağlamayı duyarak hepsini yakalamasına neden olacak. Bebeğinden ya da bütün direnişçilerin hayatlarından vazgeçmekle karşı karşıya. Bu durumda bir annenin ne yapmasını beklersiniz?
 
Mehmet Altan gibi aydınlar (!), son açıklamaları ile bebeğinden vazgeçmeyip bütün direnişçileri işgal askerlerine terk eden bir tutum takındılar. Yetmez Ama Evet anlayışını savunan bir grup kalemşor olup iktidarı soluksuz desteklediler. Bugün geldiğimiz noktada ise kendileri de dahil olmak üzere herkesin tehdit altında olduğunu haykırmaya çalışıyorlar. Ama bir ölçüde iş işten geçmiştir. Direnişçilerin ele verilmesinde aldıkları rol ile yaşadıkları pişmanlık ve Türkiye’nin içine düştüğü açmaz arasında sıkışmış durumdalar. Bu noktadan sonra ne yapsalar, ne direnişçilere yardım edebilecekler, ne de bugüne kadar soluksuz destekledikleri iktidardan pay almayı başarabilecekler.
 
Türk aydınının bir kısmı, kafasını kuma gömerek bebeğini kurtarabileceğini zannetti, ancak bugün görmeye başladı ki bebeğiyle birlikte bütün varlığını ve inandığı değerleri kaybetmek üzere. Sıkıştığı bu durumda ne yapacaklar? Ya Mehmet Altan gibi pişmanlığını haykıracak ya da başını kuma gömmeyi sürdürüp sıra kendilerine gelene kadar vicdan azabı içinde yaşamaya devam edecekler.
 
Ağlayan bebek, özellikle İkinci Cumhuriyetçi Yetmez Ama EVETçilerin durumunu anlatmak için güzel bir anekdot. Ya delikanlı gibi çıkıp hatalarını kabul edecekler, ya da yanlışlarıyla birlikte onursuz biçimde yaşamaya devam edecekler.
 
Ne zor bir seçim değil mi?