İsrail-Yunan-Rum Ortaklığı, Akdeniz'de Çok Tehlikeli Oyunlar Peşinde
Doç. Dr. Birol Ertan
Son günlerde İsrail ve Rum-Yunan yakınlaşmasının boyutları iyice hızlandı. En son gelişme, Yunanistan ve İsrail'in özellikle Ege adalarını kapsayan alanlarda askeri işbirliği yapma kararı almalarıdır. Tehlikenin boyutları büyürken, bu iki sorumsuz ülkenin Akdeniz'de barışı tehdit edecek adımlar atmak konusunda daha hangi adımları atacakları bilinmiyor. Ekonomik kriz ve iktidar sorunları yaşayan iki ülke de dış tehdit sorununu gündeme alarak iç politikada rahatlamaya çalışıyor. Ancak bilinen şu ki, iki ülke de yeni dünya düzeninde ikinci sınıf pozisyona itilip giderek önemsizleştiklerinin farkında değiller. Belki de bunun farkında olup çırpınıyorlar.
İsrail-Rum-Yunan yakınlaşması, Akdeniz'de Türkiye'nin ve KKTC'nin çıkarlarını doğrudan tehdit edecek noktaya taşındı. Felaket tellallığı yapmak istemesek de gerginliğin silahlı bir çatışma noktasına gelme olasılığı yakın. Peki, yaşanan sorun nedir?
Akdeniz ve Ege'de ülkelerin kesin egemenlik alanları olan kara suları ile deniz kaynaklarını işletmek ve kullanmak konusuyla ilgili karasularından başlayarak 200 mili kapsayan münhasır ekonomik alanlar konusunda Türkiye'nin politikası, komşu bazı ülkelerin tek taraflı girişimleri ile egemenliğinin sınırlandırılmasına asla izin vermeme noktasındadır. Akdeniz ve Ege kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik alanlar konularında geri adım atılamayacağı Türk yetkililer defalarca vurgulanmıştır. Ege'de Yunan adalarıyla yaşanan 12 millik kara suları gerginliğinin savaş nedeni sayıldığı konusunda geçmişte ciddi gerilimler yaşanmıştı. Bunun yanında, son zamanlarda Akdeniz'de de daha ciddi bir gerginlik yaşanıyor. Yunanistan desteğiyle hareket eden Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, son zamanlarda Türkiye ile ilişkileri gerginleşen İsrail ile apar topar münhasır ekonomik alan belirleme anlaşmaları yaparak Türkiye'nin Akdeniz politikasını etkisizleştirmek, Akdeniz ve Kıbrıs adasının deniz altı doğal kaynaklarını Türkiye ve Kıbrıs Türklerini dışlayarak tek taraflı olarak sahiplenmek arayışına girdiğini görmekteyiz. Bu girişimlerin ardında, İsrail'in akıl almaz intikam politikası ile Rum-Yunan ikilisinin Türk düşmanlığı politikalarının kesişmesi yatıyor.
ABD ve Türkiye gibi bazı ülkelerin ihtilaflı alanlar nedeniyle çekince koyduğu Uluslararası Deniz Hukuk Sözleşmesine göre, ülkelerin denizdeki kesin egemenlik alanı olan karasuları, itilaflı olmayan alanlarda 12 mil olarak belirlenmiştir. Bu alanlarda ülkelerin deniz taşıtlarının seyrüseferi ve deniz altı ve içi kaynaklarının kullanılması konusunda her türlü kesin egemenlik hakları bulunmaktadır. Kara suları dışında 200 mile kadar uzanan alanlarda ise ülkelerin deniz içi ve altı kaynaklarından yararlanmak için "münhasır ekonomik alanlar" ilan edildiği bilinmektedir. Eğer birden çok ülkeyi ilgilendiren alanlar söz konusu ise komşu ülkelerle anlaşmalar yapılmaktadır. Bu konularda Uluslararası Deniz Hukuku Sözleşmesi ve ülkeler arasında ikili anlaşmalar ile konunun düzenlendiği görülür.
Akdeniz, Türkiye için olduğu kadar bölge ülkeleri için de çok önemli bir deniz sahasıdır. Türkiye'nin açık denize ulaşma yolu olan Akdeniz'de bazı ülkelerin tek taraflı egemenlik iddiaları içine girmesi karşısında Türkiye'nin buna sessiz kalacağı beklenmemelidir. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Kıbrıs Türkleri (KKTC) ile BM gözetiminde iki bölgeli ve iki kesimli federal bir devlet çatısı altında birleşmeye dayalı müzakereler yürütürken, diğer taraftan da KKTC ve Türkiye'nin hassas çıkarları konusunda kışkırtıcı girişimlerini ara vermeksizin sürdürüyor. Kıbrıs sorununun çözüme kavuşturulması konusunda Rumların sinsi ve kötü niyetli olduğu anlaşılmıştır. BM tarafından hazırlanan Annan Planı'nı reddeden Rumlar, devamındaki görüşmelerde de işi yokuşa sürmeyi sürdürmektedir. Bir yandan BM öncülüğünde federal bir devlet çatısı altında bütünleşme müzakereleri yaparken, diğer yandan KKTC ve Türkiye'nin hayati çıkarları aleyhine başka ülkelerle gizli anlaşmalar yapmaktan geri durmamaktadırlar. Bunun nedeni, AB müzakere sürecinde Türkiye'yi sıkıştırarak Kıbrıs adasında Türklerin azınlık olduğu bir devlet modelini yaratmaktır. Ancak, bu konuda nihai bir başarı elde ettiği söylenemez. Rumların en tehlikeli girişimi ise Akdeniz'de komşu ülkelerle münhasır ekonomik alanlar paylaşımı içine girmeleri ve Akdeniz'de petrol ve doğalgaz aramaları yapmak için bazı şirketler ile anlaşmalar yapmalarıdır.Önceleri Lübnan, Suriye ve Mısır ile Akdeniz'in deniz içi ve altındaki doğal kaynaklarının kullanım alanlarını paylaşan münhasır ekonomik alan anlaşmaları yapma girişimine başlayıp Türkiye'nin sert tavrı nedeniyle bunlardan sonuç alamayan Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, son dönemde Türkiye ile ilişkilerinin gerginleşmesi sonucunda İsrail ile yakınlaşarak gizli münhasır ekonomik alan paylaşımı anlaşmaları imzalamıştır. Rum-İsrail yakınlaşması, başka konularda da anlaşmalar imzalanmasıyla sonuçlanmıştır. Aynı anlaşmaları Rumların başka ülkeler ile de imzalayarak meşruiyet kazanmaya çalıştığı görülüyor. Bunlarla da yetinmeyen Kıbrıslı Rumlar, Amerikan şirketi Noble Energy ile tek taraflı ilan ettiği münhasır ekonomik alanlarda sondaj platformu oluşturmak için anlaşmaya varmıştır. Bu gelişmeler karşısında Türkiye, açık biçimde uyarılar yaparak Rumların tek taraflı girişimlerini kabul asla etmediğini, bu konunun çatışmaya dönüşebileceği uyarılarını yapmıştır. Buna rağmen, Kıbrıs Rum Yönetimi Başkanı Dimitris Hristofyas Türkiye’nin uyarılarına rağmen, sözde “münhasır ekonomik bölge” içerisindeki muhtemel hidrokarbon yatakların araştırma sondajlarını, Amerikan Noble Energy şirketiyle yaptıkları projelere uygun şekilde ileri götürmekte kararlı olduklarını açıklamıştır. Bu gelişmeler karşısında Akdeniz'de sıcak günlerin yaşanması kaçınılmaz gibi görünüyor.
Maceracı ve sorumsuz girişimleri ile Türkiye ile ilişkileri gerginleştirmekten çekinmeyen Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, uluslararası hukuka aykırı olarak Akdeniz'de Kıbrıs adasına komşu İsrail gibi bazı ülkelerle tek taraflı münhasır ekonomik alan anlaşmaları imzalayarak gerginliği çatışmaya dönüştürebilecek çok tehlikeli faaliyetlerde bulunmayı sürdürmektedir. İsrail'in amacı, Mavi Marmara baskını konusunda yaşadığı gerginlik nedeniyle Türkiye'yi köşeye sıkıştırmaktır. "Düşmanımın düşmanı dostumdur" anlayışı ile Kıbrıs Rum Yönetimi ve İsrail, Türkiye ve KKTC aleyhine tehlikeli ve sorumsuz biçimde Akdeniz'i paylaşmak üzere imzalar atmışlardır. Ayrıca, bu konuda Amerikan Noble Energy şirketi ile anlaşarak sondaj çalışmaları yapılması gibi somut girişimler de başlatmışlardır.
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin tüm Kıbrıs Adası adına ve Kıbrıs Adasının tümüne ait deniz içi ve altı doğal kaynaklarının kullanılması konusunda Akdeniz'e komşu ülkelerle gizli anlaşmalar imzalaması ve Akdeniz'i paylaşma girişimlerine başlamasının Türkiye tarafından asla kabul edilemeyeceği en yetkili ağızlardan Rum Yönetimine ve uluslararası topluma bildirilmiştir. 2003 yılından itibaren Doğu Akdeniz’in Kıbrıs adasını ilgilendiren bölümünün münhasır ekonomik alanları ve bu alanların doğal kaynaklarının paylaşılması konusunda uluslararası hukuka aykırı biçimde ikili anlaşmalar yapma girişimleri içinde bulunan Kıbrıs Rum Yönetiminin petrol ve doğalgaz arama faaliyetleri konusunda Noble Energy şirketi ile anlaşma yapması, uluslararası hukuka aykırı ve meşru değildir, Türkiye tarafından asla kabul edilemez. Bu konuda Türk Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamalara aldırmayan Kıbrıs Rum Yönetimi ve Rumlarla anlaşma yapan ilgili ülkeler, bu sorumsuz girişimlerinin bedelini ağır biçimde ödemek durumunda kalacaklardır.
Rumların uluslararası hukuka aykırı olarak Kıbrıs adasının tek sahibi gibi davranmasına ve Akdeniz'i tek taraflı olarak sahiplenmeye yönelik girişimlerine karşın Türkiye KKTC tarafı da karşı adımlar atma yoluna gitmeye hazırlanıyor. Türkiye ve KKTC arasında da münhasır ekonomik alan anlaşması yapılarak petrol ve doğalgaz arama çalışmalarına başlanması konusunda adımlar atılmaya hazırlanılıyor. Bu konudaki girişimlerin yakın zamanda gerçekleşmesi mümkündür.
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Yunanistan ve İsrail gibi ülkeler bölgede ev Akdeniz'de mevzi kazanmak için gizli ve tehlikeli oyunlar oynarken, KKTC Hükümeti ve Cumhurbaşkanlığı yetkililerinin kendi aralarında yetki tartışması içine girmesi anlaşılabilir bir durum değidlir. Sorun, kimin yetkili olduğu değil, net politikanın oluşturulup yetkili ağızlardan savunulmasıdır. KKTC'deki bu anlamsız ve düzeysiz tartışmalara son verilmesini diliyorum.
İsrail-Yunanistan-Rum işbirliği ile Türkiye'nin Akdeniz'den dışlanmasına yönelik kirli oyunlar konusunda Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, geri adım atmayacağını konusunda güçlü bir irade sergilemektedir. Bu konuda Türkiye Cumhuriyeti'nin açıklamaları ile net bir irade ortaya konmuştur. Hiçbir ülkenin, gerek Akdeniz'deki çıkarlarının korunması, gerekse de KKTC konusunda Türkiye'nin dış politikasını sınamaya kalkışmamasını diliyorum. Burada bırakıp devamını yazmamayı tercih ediyorum. İnsanlığın en büyük sınavı, barış içinde birlikte yaşamayı başarabilmektir.