Bir yazıyı okumadan önce ve bir fikri değerlendirmeden, klişeleştirmelerden kaçınmanızı öneririm. Eğer klişeleştirmeler yoluyla kendinizi farklı olandan ve yeni düşüncelerden uzak tutarsanız, dünyadaki ve ülkenizdeki gelişmelerin ve olayların arka planlarını anlamada başarısız olacağınız kesindir.
Şimdi gelelim, Beyin Kontrolü ya da onun alt dallarından birisi olan Beyin Yıkama üzerine yazılanlara ve bu konudaki iddialara.
Beyin Kontrolü üzerine özellikle istihbarat alanında yapılan çalışmaların 1950’lerden önceye dayandığını biliyoruz. Almanya’da Hitler faşizmi döneminde yapılan ve çoğu gizli kalmış araştırmalar ve bu araştırmaları yapan bazı araştırmacıların, daha sonra ABD gibi başka ülkelerde bu çalışmalarına devam ettiklerini biliyoruz.
Beyin Kontrolü ve Etik
Beyin kontrolü ve beyin yıkama üzerine yapılan bilimsel çalışmaların etik açısından değerlendirilmesini bir başka çalışmaya bırakmak istiyorum. Bu çalışmaların etik açıdan çok yanlış ve zararlı olduğuna inansak bile, bunları ortadan kaldırmak olanaksızdır. Üstelik, bu çalışmalarda elde edilen bazı bilgilerin beyin hastalıklarının tedavisinde ve insan beyninin anlaşılmasında çok yararlı sonuçlar ürettiğini de unutulmamak gerekir.
Zamanında atom bombası üzerine de benzer tartışmalar yapılmıştı, ancak bu tartışmalar, nükleer silahların yayılması ve çeşitlenmesini engelleyemedi. Bu nedenle, baştan etik tartışması açarak bazı konuları kapalı kapılar ardına bırakmanın ve gerçeklerin göz ardı edilerek bu konuda halkın aydınlatılmasının engellenmesinin doğru olmadığına inanıyorum. Ayrıca, bu konudaki yasakçı anlayışın, beyin kontrolü araştırmalarını kötüye kullananların işine yarayacağına inanıyorum. Bu nedenle, beyin kontrolü gibi konularda yazılanların etik nedenlerle tepki görmesinin ve sansürlenmeye çalışılmasının mantığını anlamak güçtür.
Beyin Kontrolü Çalışmaları
Beyin kontrolü üzerine çalışmalar ile “frenoloji” ismi verilen bilimin sapkın düşüncelere alet edilmesi uygulamalarını karıştırmamak gerekir. Frenoloji isimli sapkın yaklaşım; Latince Fren ve Logos kavramlarından türetilmiş olup insanların kafatası şekillerinden karakterlerini ve suça eğilimli olup olmadıklarını belirlemeye dönük düşüncedir. Alman doktor Gall tarafından geliştirilmiş olan bu sapkın yaklaşım, 19. yüzyılda çok sayıda taraftar bulmuş ve insan kafatasları üzerinde çok sayıda araştırma yapılmasına kaynaklık etmiştir. Bu araştırmalarda, suçluların beyinlerinin suç işlemeyenlerden de farklı olduğunu kanıtlamak için genellikle azılı katil ve tecavüzcü gibi kişilerin kafataslarında farklı bir nokta bulmaya çalışılmıştır. Paul Broca gibi dönemin çok sayıda gerçek bilim adamı bile bu sapkın düşüncelerden etkilenmiştir. Beyin kontrolü, frenoloji ile uzaktan yakından ilgisi olmayan bir alandır.
Beyin kontrolü çalışmalarının amacı, insan beyninin bazı maddeler ya da uygulamalar aracılığıyla kontrol edilip insan davranışlarının ve duygularının değiştirilmesi, yönlendirilmesi ve kontrol altına alınmasıdır. Bu konudaki çalışmaların çoğu gizli yürütülmekte ve özellikle istihbarat amacıyla kullanımı için binlerce bilim adamının uzun yıllardır bu konularda çalışmalar yaptığı bilinmektedir.
Beyin Yıkama Çalışmalarının Tarihi
Beyin yıkama çalışmalarının tarihini kesin olarak bilmek mümkün değildir. Ancak, bilimsel açıdan ciddi sonuçlar doğuran çalışmaların 1970’ler sonrasında yoğunlaştığı görülür. Bu konuda yayımlanmış önemli çalışmalardan birisi, İspanyol psikoloji Profesörü Jose Manuel Rodriquez Delgado’nun “Physical Control of the Mind: Toward a Psychocivilized Society” kitabıdır (http://www.amazon.com/Physical-Control-Mind-Psychocivilized-Society/dp/0829005749). Elektrik sinyaller ile beynin bazı bölgelerinin hangi işlevlere sahip olduğunu ve bu elektrik sinyallerin hangi tepkiler doğurduğunu inceleyen Profesör Delgado’nun bulguları, beyin kontrolü araştırmalarının hızlanmasına katkıda bulunmuştur.
Beyin kontrolü üzerine çalışmalar, Soğuk Savaş döneminde ABD ve Sovyetler Birliği arasındaki silahlanma yarışı ortamında hızlanmıştır. Binlerce bilim insanı ve uzmandan oluşan araştırma merkezleri kuran bu ülkelerin bu konuda ne tür sonuçlar ürettiği ve bunların insan beyni ve toplumlar üzerinde silah olarak ne şekilde kullanıldığı üzerinde elimizde fazla bilgi bulunmamaktadır. Ancak, ABD’de beyin kontrol üzerine bazı çalışmaların (örneğin LSD deneyleri ve MK-ULTRA Projesi gibi) kamuoyu gündemine getirildiği bilinmektedir. Ayrıca, beyin kontrolüne tabi tutulduğunu söyleyen binlerce insan da gerek dünyanın çeşitli ülkelerinde ve gerekse de Türkiye’de devlet kurumlarına ve insan hakları derneklerine başvurmuşlardır. Bu başvuruların ne kadarının gerçeklerle ilgisi olduğu, ne kadarının beyin rahatsızlıkları ve psikolojik sorunlardan kaynaklandığını bilmek ise mümkün değildir. Beyin kontrolü üzerindeki bilgiler ve araştırmalar gizli yapıldığı için bu konuda somut sonuçlara ulaşmak çoğu zaman mümkün olamamaktadır.
Her alanda teknolojik gelişmelerin akıl almaz hızla geliştiği 21. yüzyılda beyin kontrolü üzerine hangi araştırmaların yapıldığı ve yöntemlerin geliştirildiğini anlamak çok heyecan verici olurdu. Ne yazık ki, istihbarat alanında kullanılması nedeniyle bu konuda kesin bilgilere ulaşmak şimdilik mümkün görünmüyor.
Beyin Kontrolü Yöntemleri
Profesör Delgado ile beyine çeşitli elektik sinyaller verilerek tepkilerin ölçülmesi sonucu elde edilen bulgular, beyin kontrolü çalışmalarının ilk aşamadaki başarılarıydı. Daha sonra geliştirilen uygulamalar, yöntemler ve aletler yoluyla yalnızca bireylerin değil, kitlelerin kontrolü anlamında çok önemli gelişmelerin yaşandığı tahmin edilebilir.
Beyin kontrolü çalışmalarında birçok yöntem ve madde kullanıldığını biliyoruz. Bunlardan bildiğimiz bazıları; beyine yerleştirilen elektromanyetik çipler, kimyasal ve uyuşturucu maddelerin kullanılması, zihnin normal çalışmasını engelleyen gaz ve sıvıların kullanılması, iletişim araçlarında kullanılan 25. kare benzeri uygulamalar ve yüksek frekanslı elektromanyetik ses dalgalarının kullanımıdır. Bunlara, geçen zaman içinde bilmediğimiz maddeler ve yöntemler eklenmiş olması da olasıdır.
Beyin kontrolü konusunda beyine çip yerleştirme konusunda çok önemli gelişmeler yaşanmıştır. Bu çiplerin boyutlarının gözle görülemeyecek ölçüde küçülmesi sonucu beynin kontrol edilmesinde ileri aşamalar elde edildiği ve habersiz olarak birçok insana bu çiplerin takılabilmesinin yolunun açıldığı görülmektedir. Başta ABD’de olmak üzere çok sayıda insan, beyinlerine çip yerleştirildiği için şikayetlerde bulunmuş ve bazılarında özel görüntü cihazları yoluyla çipler tespit edilerek bu çiplerin ameliyat ile alınması sağlanmıştır. Bu konuda yapılacak bir internet araştırması bile bizlere önemli bilgiler sunabilir.
Beyine çip yerleştirme uygulamasının, bugün tıp alanında da kullanılmaya başlayan bir yöntem olduğunu hatırlatmak gerekir. Brown Üniversitesi Beyin Araştırmaları Merkezi Başkanı Prof. Dr. John Donoghue, tıp ile mühendisliği birleştiren çalışmalarını anlattığı İstanbul’daki bir toplantıda, felçli hastaların beyin yüzeyine yerleştirilen mikroçip yardımıyla hareket yeteneği kazanmasını hedefleyen ve "Braingate" adı verilen projenin pek çok hastanın umudu olduğunu vurguladı. Donoghue, Braingate projesinin yüzlerce yıllık çalışmanın ürünü olduğunu iddia etmiştir. Felçli hastaların düşünce gücüyle hareket kabiliyetine sahip olmalarını amaçlayan "Braingate", hastanın beynine yerleştirilen çip sayesinde, beyin ile elektronik cihazlar arasında uyum sağlanması esasına dayanıyor. Test aşamasında olan "Braingate" projesinde, 100 elektrottan oluşan bir mikroçipin beyin yüzeyine yerleştirildiği, bu sayede düşünce gücünün kullanıldığı belirtildi. Çip yardımıyla kontrol edilebilen elektronik cihazlarla da felçli hastaların hareket ihtiyaçlarının karşılanması hedefleniyor (http://www.engelliler.biz/forum/saglikla-ilgili-bilgi-haber/72957-felclilere-braingate-adi-verilen-proje-umut-oldu.html). Bunun gibi bazı beyin hastalıklarının tedavisinde beyine çip yerleştirme uygulamaları üzerine ciddi çalışmalar yapıldığının bilinmesinde yarar vardır.
Beyine çip yerleştirme uygulamalarına bir örnek, İngiliz Kraliyet ailesi üyelerinin beyinlerine yerleştirilen ve söz konusu kişilerin kayıp olduklarında bulunmalarını sağlamak amacını taşıdığı iddia edilen çiplerdir.
Beyin kontrolünde kullanılan kimyasal maddeler ve uyuşturucu maddelere örnek, LSD deneyleridir. Bu deneylerdeki ilerideki çalışmalarda extacy benzeri plastik uyuşturucuların keşfedildiği iddia edilmektedir. ABD’nin Vietnam işgalinde ve yakın zamanda Irak işgali sırasında askerlerin ve deniz piyadeleri üzerinde cesaret arttırıcı uyuşturucu maddeler kullandığı iddia edilmiştir. PKK gibi terör örgütlerinde de operasyona gönderilen militanlara uyuşturucu haplar verildiği belirlenmiştir. Bu konuda çok eski bir örnek, Alamut Kalesi efsanesinin kahramanı olan Hasan Sabbah’ın intihar timlerinin afyon kullanılarak beyinlerinin yıkanmasıdır. Beyin yıkanması amacıyla ilaç ve uyuşturucu kullanımı konusunda bunlara benzer çok sayıda örnek vermek mümkündür.
Beyin yıkanmasında bilinen diğer bir yöntem, kitle iletişim araçlarında kullanılan 25. kare benzeri uygulamalardır. Bu konuyu açarsak, makalenin boyutu büyüyerek konunun dağılmasına neden olacağı için özet bilgi vermek istiyorum. Kitle iletişim araçlarında görüntü ve ses dalgaları arasına gizlenen ve bilinçaltına mesaj veren bir yöntem olarak 25. kare uygulamasını internetten kolayca öğrenebilirsiniz. Bu konuda daha detaylı bilgi almak isteyenler, http://www.25kare.net/bilincalti-gelen-mesaj-kutusu-gibi.html internet adresine bakabilirler. Birçok ülkede, özellikle filmlerde, çizgi filmlerde ve reklamlarda bu yöntemin kullanılması yasaklanmıştır.
Beyin kontrolü konusunda benim önemsediğim en önemli yöntem, elektromanyetik ses dalgaları ve yüksek frekanslı ses dalgaları kullanarak kitlelerin düşünce ve davranışlarının etkilenmesi, yönlendirilmesi ve değiştirilmesidir.
Yüksek Frekanslı Ses Dalgaları ile Beyin Kontrolü
Yüksek frekanslı ses dalgaları ya da kaynağını bilmediğimiz yöntemlerle çok uzaktaki bölgelerde yaşayanların düşüncelerinin ve davranışlarının etkilenebilmesine ilişkin çalışmalar, uzun dönemdir sürdürülmektedir. Bu araştırmaların, istihbarat boyutu olduğu için çok gizli tutulduğu bilinmektedir. Bu nedenle, bu konuda kesin bilgilere ulaşmak o kadar da kolay değildir.
N. Tesla’nın çalışmaları ve daha sonra HAARP teknolojisinin geliştirilmesi ile yüksek frekanslı manyetik dalgalar ile insan zihninin etkilenebileceğine ilişkin çalışmalar; başta ABD olmak üzere Kanada, Rusya, İngiltere ve İsrail gibi ülkelerde sürdürülmektedir. Bu araştırmaların sürdürüldüğü yerlerin adresleri bile kısa bir internet taraması ile bulabilirsiniz. Hatta, HAARP teknolojisi ile yapay depremler yaratıldığına ilişkin iddialar da dikkate değerdir ve bu konuda çok sayıda makale bulmanız mümkündür. Örneğin, bazı yazılarda ve kitaplarda, Türkiye’deki İzmit ve Van depreminin yapay olduğu iddia edilmiştir. Bu konuda bir görüş için bakınız ; http://www.sonhaberler.gen.tr/van-depremi-yapay-olarak-mi-uretildi-makale,800.html.
Yüksek frekanslı elektromanyetik ses dalgaları ile kitlelerin düşünce, duygu ve davranışlarının etkilenebildiği, değiştirilebildiği ve yönlendirilebildiğine ilişkin iddialar, tüyler ürperticidir. ABD’nin Irak işgalinde bu tür ölümcül olmayan silahlar kullandığı iddiaları, birçok kanaldan seslendirilmiştir.
Kitlelerin duygu, düşünce ve davranışları özel yöntemler ile etkilenebiliyorsa, demokrasi ve halk iradesi de tehlikede demektir. Bu yöntemin kullanılması durumunda seçimlerin de bir anlamı kalmayacak, bağımsız ülkeler kolayca yönlendirilip örtülü olarak işgal edilebilecektir.
Elektromanyetik ses dalgaları ve yüksek frekanslar ile kitleler yönlendirilebiliyorsa, bireylerin de bu konuda etki altına alınması söz konusu olacaktır. Özellikle devlet başkanları ve devlet yöneticilerinin bu yolla kontrol altına alınması, bir ülkenin işgalinden başka bir anlama gelmeyecektir. Bazı kitaplarda, liderler üzerinde yüksek frekanslı ses dalgaları ile beyin kontrolü yapıldığına ilişkin iddialar ortaya atılmıştır. Bu konulardaki iddiaların doğruluğunu kesin olarak bilmek kadar, yanlış olduğuna inanmak da zordur.
Son Sözler
1970’li yıllarda yoğunlaşan ve Soğuk Savaş ortamından destek alarak gelişen Beyin Kontrolü çalışmalarının genellikle istihbarat alanında kullanıldığı bilinmektedir. 21. yüzyılda bu konuda ne tür ilerlemeler kaydedildiği ve hangi yöntemlerin kullanılmaya başladığını kesin olarak bilemiyoruz. Ancak, 1970’lerden beri kullanılan bu yöntemlerin daha da geliştiği ve çeşitlendiğini söylemek mümkündür.
Beyin Kontrolü çalışmaları, eğer yanlış ellerin kullanımına geçerse, insan haklarını ve demokrasiyi doğrudan tehdit edecektir. Bu nedenle de bu çalışmalar, çok gizli olarak ve devletler tarafından yürütülmektedir.
İster inanın, isterse de inanmayın, beyin kontrolü çalışmalarında çok ileri tekniklerin bulunduğunu ve bunların sınırlı da olsa uygulandığı reddedilemez. Bunların ne kadar ve hangi alanlarda kullanıldığını denetleyen bir güç olmadığı için Beyin Kontrolü çalışmaları, insanlığın geleceğini, insan haklarını ve demokrasiyi tehdit etmeye devam edecektir.
Kendisine inanılması ya da inanılmaması, gerçeği değiştirmez. Gerçekler ise biz sıradan insanların kolayca ulaşabileceği kadar basit değildir ve olmayacaktır da. Benim sizlere önerim, Beyninize Sahip Çıkın.