BİLİM, DİN VE ŞARLATANLIK

Doç. Dr. Birol ERTAN

 

Bilim ve din, insanlık tarihinde en azından binlerce yıldır ekili olmuş iki önemli olgu. Modern bilimin tarihini binlerce yıl öncesine kadar götüremesek de gerçeği bulmaya ve doğayı anlamaya dönük bütün girişimler ve keşiflerin bilimin gelişimindeki payı yadsınamaz. Diğer yandan, çok eski zamanlardan bu yana tek tanrılı ya da çok tanrılı olsun değişik biçimleriyle dinin insan toplulukları üzerindeki etkisi büyük olmuştur. Bugün de gerek bilim ve gerekse de dinler, insanlığın toplumsal ve kültürel yaşamını biçimlendirmede en başta gelen olgular olmaya devam ediyor. 

Din ve bilim ilişkilerinin geçmişine baktığımızda, hiç de masum olmayan katliamlar ve şarlatanlıklarla karşılaşıyoruz. Geçmişte din adına çok sayıda bilim adamının ve bilimin izindeki özgür düşünceli beyinlerin acımasız biçimde katledildiğini ve cezalandırıldığını görüyoruz. Bunun başlıca nedeni, dinin yüzyıllar boyu siyasal iktidarı elde tutmanın bir aracı olarak kullanılmasıdır. Bu çerçevede Hıristiyanlık tarihindeki Engizisyon mahkemeleri örneğini hatırlamakta yarar var. Daha da geçmişe gittiğimizde, Antik Yunan düşünürü Socrates’in bile “sahte tanrılar yaratmak” suçlamasıyla idam cezasına çarptırıldığı ve öldürüldüğünü biliyoruz. Bu açıdan bakıldığında din ve bilim ilişkilerinin geçmişi, bilimin din kullanılarak cezalandırılması biçiminde gelişmiştir. 

Son yüzyılda ve özellikle son yıllarda din ve bilim ilişkilerinde inanılmaz bir kabuk değişimi yaşandığına tanık oluyoruz. Bir devlet tarafından toplumsal yaşamın düzenlenmesi açısından vazgeçilmez iki unsur ya da olgu olarak din ve bilim, son yüzyıla gelinceye kadar rekabet içinde görünürken, son yıllarda dinde ve din adamlarında bilime karşı eski soğukluğun ortadan kalktığı, bilimsel gelişmelerin dine tehdit olarak algılanmamaya başladığını görmekteyiz. Bu gelişme ya da değişim, dinde köklü bir reformun habercisi olabilir mi bilemiyorum, ancak din ve bilim ilişkilerinde farklı yaklaşımların egemen olmaya başladığı bir gerçek. Dinlerin ve din adamlarının bilimsel gelişmelere sıcak bakmaya başlamalarının, bilimin gelişimi önünde bir itici güç olarak insanlık tarihinde yeni bir gelişme dinamiği yaratabileceğine inanıyorum. 

Din ve bilim ilişkilerindeki bu olumlu gelişmeye karşın, büyük bir tehlike ile de karşı karşıyayız. Son dönemde kitle iletişim araçlarında ve özellikle televizyonlarda bilimsel gelişmelerin tartışıldığı magazinsel programların arttığını görüyoruz. Özellikle bazı televizyon kanalları, akşam programlarını din-bilim ilişkilerinin tartışıldığı magazin programlarına ayırmaya başladılar. Bu programlarda Cern deneyleri ve Big Bang (Büyük Patlama) gibi bilimsel gelişmeler, Tanrı’nın varlığının kanıtı olarak gösterilmeye çalışılıyor, özellikle matematik ve diğer doğa bilimleri yardımıyla dinin bilimsel gelişmeleri çok önceden haber verdiğine ilişkin iddialar sergileniyor. Din ve bilim ilişkileri konusunda tartışmalarının kaçınılmaz olduğu kabul edilmekle birlikte, din-bilim ilişkilerini şaçma sapan ve zorlama kurgular ile açıklamaya çalışan yaklaşımların şarlatanlıktan başka bir sonuç yaratmayacağını düşünüyorum. 

Bazı din kitaplarının bilimsel gelişmeleri yüzlerce yıl önce öngördüğünü keşfetmek (!) için uydurulan senaryolar, bir zamanlar moda olan bir balığın üzerinde ya da bir ağacın gövdesinde “Allah” yazısı bulunduğu ya da bir ineğin ya da köpeğin “Allah” diye ses çıkardığı gibi saçmalıklara benziyor. Bu tür yaklaşımlar, şarlatanlık olarak nitelenebilir. Peki, neden? 

Din ve bilim, özü itibarıyla temel yaklaşımları ve değerleri farklı iki olgudur. Bilim, gerçeğe ulaşmak için bilimsel yöntemler kullanmayı, deneyler yapmayı, kanıtlar bulmayı kendine ilke edinmişken; bir dogma inancına dayanan dinde her şeyi yaratan ve sorgulanamaz bir Tanrı inancı vardır. Tek Tanrılı dinlerin değişmez doğasına göre, Tanrı’nın varlığını kanıtlamak için Tanrı’nın kendi yarattığı kullarına ihtiyacı olmadığı gibi, her birey kendi özgür iradesi ile din ya da Tanrı ile ilişkilerini düzenlemelidir. Birey ve Tanrı arasında dış müdahaleler olursa, özellikle tek tanrılı dinlerde vazgeçilmez ilke olan bireyin sınanması da gerçekleşmemiş olacaktır. Bu durum da bireyin gerçek anlamda sınanmasının önüne engel oluşturacaktır. Diğer yandan, bilimde ise hiçbir dogma olmadığı gibi, gerçeğe ulaşma dışında bir kaygı ve uğraş alanı yoktur. Bu açıdan iki olgunun birbirinden farklılıkları kesin ve değişmezdir. 

Din kitapları içinde şifrelenmiş bilgilerin bulunduğu, bu şifreler içinde bugünkü bilimsel gelişmelerin olduğu, çeşitli sayılar ve kavramların “mucizevi biçimde” bugünkü ve gelecekteki bilimsel gelişmeleri yüzlerce yıl önce haber verdiği gibi zorlama yorumlar; din ve bilim ilişkilerini geliştirmek bir yana, iki farklı alanın birbirine akıl dışı biçimde bağlanmaya çalışılması yoluyla hem dine hem de bilime zarar verecektir. Eğer her gelişme, önceden din kitaplarında şifrelendiyse, bilimin ve bilimsel gelişmelerin gereksiz olduğu sonucu ortaya çıkar. Bilim düşmanı bu tür şarlatanca yaklaşımların eleştirilmesi, her bilim insanının başlıca görevi olmalıdır. Öte yandan, din adamlarının da dinin ve din kitaplarının bu tür şarlatanca yaklaşımlar ile reklam ve malzeme yapılmasına mesafeli durmaları gerekir.  

21. yüzyılda bir kısım medyanın desteğiyle dinin ve din kitaplarının alet edilerek bilimsel gelişmelerin küçümsenmesi anlamına gelen şarlatanlıklar öylesine artmaya başladı ki, toplumsal yaşamın vazgeçilmez iki olgusu olan din ve bilim, bu şarlatanlıklardan zarar görmeye başladılar. Kapitalizmin her türlü değeri ve unsuru metalaştırdığı günümüzde, dinin ve din kitaplarının da reklam malzemesi yapılarak metalaştırılmaya çalışılmasına karşı başta bilim insanları ve din adamları olmak üzere herkesin tepkiyle yaklaşması gerektiğini düşünüyorum. Haksız mıyım?