12 Haziran 2011 seçimlerine neredeyse alternatifsiz sol bir seçenek olarak girdiği iddiasında olan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), seçimden beklediği sonucu alamadığı halde ciddi bir özeleştiri yapmak şöyle dursun, seçimden başarılı çıktığı açıklamasıyla büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştır. Süleyman Demirel çizgisine girdiği izlenimi veren ve son dönemdeki anlaşılamayan söylemleriyle Yeni CHP'nin siyasal yelpazenin neresinde yer aldığı konusunda ciddi bir tartışmanın yapılması sırası gelmedi mi?
Öncelikle sol ve sağ kavramlarının tarihine bakmak gerekir. Siyaset bilimine sol ve sağ kavramlarının girişi, Fransız Devrimi ile gerçekleşmiştir. 28 Ağustos 1789'da Fransız Kurucu Meclis toplantısında Kral'ın veto hakkını savunan muhafazakar temsilciler Meclis Başkanı'nın sağında yer almışlar, Kral'ın gücü ve veto yetkisini reddedip Cumhuriyet rejimini savunan devrimciler ise sol tarafta oturmuşlardır. Bu olay sonrasında Fransız basını, muhafazakar düşünceleri savunan ve değişime karşı olanları sağ, değişim ve devrimi savunanları ise sol olarak nitelendirmeye başlamıştır. Zaman içinde sol ve sağ kavramları siyasal terminolojisine egemen olmuş ve değişimi, ciddi reformları ve devrimi savunan partiler ve siyasal görüşler solcu ilan edilirken; gelenekleri, dinsel inanışlara dayalı siyaseti ve muhafazakar düşünceleri savunan partiler ve görüşler de sağcı olarak nitelendirilmeye başlamıştır.
Sağ ve sol kavramlarının ilk ortaya çıkışında, milliyetçi görüşlere sahip olan, Kral'ı ve doğal olarak eski düzeni savunanlar ile muhafazakar düşünceye sahip olanlar sağcı olarak nitelenirken, düzenin değişmesi gerektiğini düşünüp mutlakıyete karşı Cumhuriyet düzenini savunan devrimciler ise solcu olarak görülmüştür. Kavramların günlük yaşamımıza girdiği son dönemde ise değişimi savunan, reformcu ve devrimci partiler solcu; karşı devrimci, gelenekleri kutsallaştıran, muhafazakar, dinsel eğilimli ve milliyetçi partiler de sağcı olarak görülmeye başlamıştır.
Zaman içinde sağ-sol parti sınıflandırması yeterli görülmediği için bazı siyaset bilimciler tarafından siyasi parti sınıflandırmalarında yeni kavramlar kullanılmaya başlamıştır. M. Duverger'ın kitle ve kadro partisi sınıflandırmasını aşan bir parti sınıflandırması yapmasıyla dikkati çeken Alman siyaset bilimci Otto Kircheimer; 1966 yılında "elit parti", "kadro partisi" ve ideolojik olarak kör olan oy avcısı partiler olarak Catch-all parti sınıflandırmasını yapmıştır (Bakınız; Kirchheimer, Otto (1966) 'The Transformation of the Western European Party System', EDitörler : Joseph LaPalombara and Myron Weiner, Political Parties and Political Development, Princeton, Princeton University Press, sy. 128). Kircheimer'ın sınıflandırmasında catch-all tipi partiler, her türlü seçmenden oy almayı amaçlayan ve bu amaçla ideolojik kimliğinden vazgeçmiş günümüz siyasi partilerini ifade etmek için kullanılmaktadır. İdeolojik partiler ve pragmatik partiler sınıflandırmasında Kircheimer'ın catch-all parti tiplemesinin ideolojik partiler sınıflandırılmasına alınamayacağı açıktır.
Peki, CHP, 12 Haziran seçimlerindeki tavrı, aday profili ve seçimlerden sonraki söylemleriyle hangi parti tipi içinde değerlendirilebilir? Elbette ki, Kemal Kılıçdaroğlu liderliğindeki Yeni CHP, Otto Kirchemer'ın catch-all parti tiplemesi içinde yer almaktadır.
Sağ siyasal kimlikli çok sayıda isme aday listelerinde yer vererek, değişimi ve devrici kimliği destekleyecek olan kent varoşlarındaki kitlelere yüz çevirerek, aday listelerinde işçilere, sendikacılara, emekçilere ve devrimci liderlere yeterince yer vermeyerek ve elitist siyaset batağına düşerek CHP; bir sol parti olmaktan çok, oy avcılığı yapan ve seçkinci bir parti olarak Kircheimer'ın catch-all parti tiplemesinde yer bulabilecek bir siyasi partiye dönüşmüştür.
Bu değerlendirmelerden sonra söyleyebileceğimiz şudur ki, CHP; bir sol parti olmaktan çok, bildik ayak oyunları, elitist kadroları ve söylemleri ile daha çok seçmenden oy alabilmeyi hedefleyen bir catch-all parti tipi örneğidir.