İSRAİL'İN ŞIMARIK DİPLOMASİSİ
Doç. Dr. Birol Ertan
Dünyanın küresel güçler tarafından yeniden paylaşılması anlamına gelen yeni dünya düzeni planlarının başarılı olup olamayacağı ya da bu planların ahlaki olarak değerlendirmesi konusuna girmeyeceğim. Bu konuda çok sayıda yazılı ve görsel medya materyali bulunabilir. Bu makalede yaptığım, süreci objektif bir bakış açısıyla anlamaya ve yorumlamaya çalışmaktır.
Son günlerde Türkiye ve İsrail arasında gerginleşen ilişkileri izledikçe, İsrail'in çağdaş bir devlete yakışmayacak diplomatik tavırlarla güven kaybına uğradığını ve uluslararası toplumdan soyutlanmasına neden olacak yanlış politikalarında ısrar ettiğini görüyoruz. Peki, İsrail'i fevri ve şımarık dış politika izlemek konusunda cesaretlendiren ya da destekleyen güçler kimlerdir? İsrail, bu güçlere güvenerek yürüttüğü şımarık dış politikada başarılı olabilir mi? Bu yazımın konusu, bir taraftan Türk-İsrail diplomatik ilişkilerinin geleceğini kurgularken, diğer yandan da yukarıdaki sorulara yanıt aramak olacaktır.
Son yıllara gelinceye kadar küresel güçler olarak ABD ve müttefiklerinin Orta Doğu politikasında (saptamalarımız, Kuzey Afrika için de aynen geçerlidir) militarist bir güç olarak İsrail ile terbiye edilen despotik yönetimler modeli benimsenmişti. Bu politikanın sonucunda Orta Doğu halkları uzun yıllar diktatörler ve despotik yönetimler ile ezilerek sömürülmeye ve kendi i çelişkileri ile silahlanma atmosferinde denetlenmeye çalışılmıştır. Bu sürecin sonsuza kadar böyle gitmesi düşünülemezdi. Bu gerçeğin farkında olan Graham Fuller gibi CIA uzmanları, başta ABD yönetimine olmak üzere bu konuda ciddi uyarılarda bulunmuş ve yaklaşık 10 yıldır Orta Doğu politikasının iflas noktasına geldiğini anlatıp durmuşlardır.
Soğuk Savaş atmosferinde Orta Doğu'da rejim değişikliklerine yön vermeye çekinen ABD ve müttefikleri, Soğuk Savaşın bitimi ile birlikte başta Orta Doğu coğrafyası olmak üzere kırılgan rejimlere yönelik yeni bir model ve düzenleme içine girmekte gecikmemiştir. Bu yeni model ya da yeniden yapılanma, bazılarınca Büyük Orta Doğu Projesi olarak isimlendirilirken, son zamanlardaki moda deyimle Arap Baharı biçiminde ifade edildiği de olmuştur. Bütün bunların Türk-İsrail ilişkileri ile nasıl bir ilişkisi olabilir diye sorduğunuzu biliyorum. Biraz beklerseniz, yakın ilişkiyi açıklayacağım.
Soğuk Savaş sonrasında "yeni bir dünya düzeni" kurma planına Orta Doğu ve Kuzey Afrika coğrafyasından başlayan ABD- İngiltere ikilisi ve diğer müttefikleri, bu amaçla yaklaşık son 10 yıldır Orta Doğu coğrafyası ve Afrika'da yeni yapılanma için ciddi hareketlere girişmişlerdir. Bu amaçla denetimli sivil toplum hareketlerinin yaratılması, muhalefetin ABD güdümlü bir lider etrafında bütünleştirilmesi, özellikle gençlerin sosyal paylaşım siteleri aracılığıyla örgütlenerek "demokratik sistem" ve "demokratik haklar" istemli gösteri ve protestoların altyapısının hazırlanması, siyasi hareketlere temel sağlayacak ekonomik birimlerin oluşturulması ve bazı fonlardan belirli odaklara para aktarılması çalışmaları; başta Mısır, Tunus, Yemen, Cezayir ve Suriye gibi belirlenmiş birçok ülkede yaşama geçirilmiştir. Bu planların amacı, bu ülkelerde kitlesel hareketler başlatılarak despotik yönetimlerin yıkılması ve ABD güdümlü yarı-demokratik rejimlerin inşa edilmesidir. Peki, neden bu yola başvuruldu? Gelin bu soruya yanıt arayalım.
Despotik yönetimlerin halk meşruiyetlerini yitirmesi ve küresel güçlerin istemlerine tam yanıt verememesi, özellikle petrol kaynakları bulunan ülkelerde devletleştirmelerin yaşanması, ABD ve İngiliz petrol tekellerinin bu ülkelerden kovulması, halk meşruiyetlerini yitiren sistemin her an denetlenemez siyasi rejimlere dönüşme olasılığının bulunması, yeni planların yapılmasının temel nedeni olmuştur. Bu planlara, bir yerden düğmeye basılmış gibi başlanmış, Tunus ile başlayan ayaklanmalar, Mısır, Yemen, Cezayir, Libya, Suriye ve diğerleri ile devam etmiştir. Mısır'da Mübarek rejimi yıkılmış, Tunus'ta Zeynel Abidin bin Ali ülkeyi terk etmeye zorlanmış, Libya'da muhalifler silahlandırılarak Muammer Kaddafi rejimi çökertilmiş ve Suriye'de ayaklanmalar desteklenmeye devam edilmiştir. Bu sürecin ilgili diğer ülkelere de sıçraması da kaçınılmazdır. Orta Doğu ve Afrika coğrafyasında yeniden yapılanma süreci uzun soluklu bir planla sürdürüleceğe benziyor. Bütün bunlar olurken, Libya'da rejimin çöküşü için planlar ve muhalefetin birleştirilmesi çalışmaları Türkiye'de yürütülmüştür. Suriyeli muhaliflerin toplantılarına Türkiye ev sahipliği yapmıştır. Bundan sonra da Orta Doğu ve Kuzey Afrika projelerinde Türkiye ön saflarda olmaya devam edecek görünüyor. Somali'ye açlık nedeniyle yapılan yardımlarda Türkiye'nin başrolü oynaması da tesadüf değildir. Türkiye'nin yakın zamanda diplomatik ilişkileri neredeyse yok denecek kadar az olan birçok Afrika ülkesinde yeni büyükelçilikler açması da sürpriz karşılanmamalıdır.
Orta Doğu ve Afrika'nın siyasi ve ekonomik olarak yeniden yapılanmasında Türkiye, model ülke olarak ABD-İngiliz bloğuyla birlikte rol alıyor. Bu süreçte İsrail'in planların dışında tutulduğu da çok açık. İşte bu noktada, İsrail'in dışlandığı, ancak Türkiye'nin etkin bir ortak ve model ülke olarak rol aldığı yeni bir Orta Doğu ve Afrika projesi yürütüldüğü ortaya çıkıyor. Bu süreçten rahatsız olacak ülkeler olacak mıdır: Elbette vardır. Bu ülkeler hangileri olabilir: Bu süreçten rahatsız olan, yeni yapılanmadan istediği ölçüde pay alamayan ya da daha çok pay almak isteyen ülkeler. Bunlar hangi ülkelerdir : İsrail, Fransa, Almanya, Rusya, Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Ermenistan, Sırbistan ve diğerleri. Peki bu ülkeler, Türkiye'ye karşı diplomatik alanda işbirliği içine girebilirler mi: Girdiler bile. Kıbrıs konusunda Türkiye'yi sıkıştırmak için Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile yakınlaşan ülkeler şunlar : İsrail, Fransa, Almanya, Rusya, Ermenistan ve Sırbistan.
Dünyanın yeniden yapılanması sürecinde ülkelerin çıkar mücadeleleri nedeniyle çatışmaları ve gerginlikleri artıyor. Bu süreçte ABD ve İngiltere merkezli bir yeni dünya düzeni kurulurken, bu sürece karşı Rusya, Çin ve İran başka bir blok oluşturmaya çalışıyor. Almanya ve Fransa, başka planlar peşinde. İsrail, süreçten dışlanmanın acısını Türkiye ile çatışarak çıkarmaya çalışıyor. Bu süreçte yaşanan bütün gerilimler, bu çıkar savaşımlarıyla ilgilidir.
İsrail, Kaybeden mi Olacak ?
İsrail'in süreçten en fazla rahatsız olan ülke olması kaçınılmaz. Küresel güçlerin Orta Doğu coğrafyasındaki en etkili ve güçlü aktörü iken, yeni planlarda etkisiz bir figüre dönüşmektedir. İsrail merkezli Orta Doğu planlarının başarısızlığı nedeniyle İsrail'in küresel aktörler tarafından geriye çekilmek istendiği, tartışılamayacak bir gerçek. Bu gelişmelerin farkında olan İsrail, yeni planları sabote etmek ve yerine konulan yeni figür ve model ülke olan Türkiye'nin başarılı olmasını engellemek için şımarık ve hırçın bir politika izlemeye başladı. Bu açıdan Mavi Marmara baskını, İsrail'in yeni Türkiye politikasının başlangıcı değil, sonucudur.
Mavi Marmara baskınında silahsız yardım gönüllülerine ölümüne güçlü silahlarla karşılık verip açık biçimde korsanlık yapan İsrail, Türkiye'nin iyi niyetle özür ve tazminat taleplerini geri çevirdiği gibi, BM sürecine taşınan rapor konusunda da bütün olanaklarını kullanarak uzlaşma ortamını sabote etmiştir. Öyle ki, BM Raporu hazırlanmadan İsrail'e yakın bir Amerikan gazetesine sızdırma bile yaşanmıştır. Hal böyle olunca, İsrail'in Türkiye ile çatışma içine girme politikası karşılığını bulmuş ve Türkiye, İsrail'e karşı kartlarını açmaya başlamıştır. Türk Dışişleri, İsrail ile diplomatik ilişkilerini ikinci katiplik düzeyine indirdi, silah anlaşmalarını askıya aldı, Gazze ablukasını tanımadığını açıkladı. Yakın zamanda Filistin devletini ilk tanıyan ülke de Türkiye olacak. Her platformda İsrail'in önü kesilecek. Buna karşı İsrail de akıl almaz ve şımarık bir diplomasi ile Türkiye'ye karşılık veriyor. Nasıl mı?
İsrail, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile Akdeniz'in münhasır ekonomik alanlarını paylaşmak için gizli anlaşmalar yaptı. Rumlar ile stratejik anlaşmalara imza attılar. Daha önce İsrail Dış İşleri yetkilileri, Türk Büyükelçisine yönelik olarak diplomatik nezaket kurallarına uymayan biçimde davranışlar sergilemişti. Bunun üzerine Türkiye Büyükelçisi Ankara'ya çağrılmıştı. Yakın zamanda Türkiye'den İsrail'e giden Türk vatandaşları, giriş kapılarında seviyesiz hareketler ve aşırı arama-tarama girişimleri ile karşılaşmaya başladı. Elbette, buna da anında karşılık verilmiştir ve verilecektir. İsrail Parlamentosu, asılsız Ermeni iddialarını gündemine alma sinyalleri veriyor. Aynı hareketler ABD Parlamentosunda Yahudi lobisi tarafından da denenecek. Bu tür "ucuz" diplomatik ataklar ile İsrail, ilk kez bir Arap ülkesi olmayan Türkiye ile tam anlamıyla karşı karşıya gelmeye çalışıyor. Bu noktada hesap edemediği, bugüne kadar İsrail merkezli Orta Doğu politikası nedeniyle kendisini şımartan Batılı ülkelerin İsrail'in ülkelerinin çıkarlarına zarar vermeye başladığını anlaması halinde İsrail'in dünyadan soyutlanmasına göz yummakta duraksama göstermeyecekleridir.
Türkiye'nin diplomatik ilişkilerinde çok sert ve keskin kararlar alınmamıştır. Ancak, eğer bu tür kararlar alınırsa, bunların uygulanması çok uzun sürmüş ve geri alınması çok zor olmuştur. Türkiye ile bozulan ilişkilerin tamir edilmesi hiç de kolay değildir. Çanakkale Savaşı ve Kurtuluş Savaşının hala etkisinde olan Türkiye, Irak müdahalesinde İngiliz askerlerinin topraklarından geçmesine bile izin vermemiştir. Neredeyse bir asır boyunca süren bu tarih bilinci, Türkiye'nin düşmanlıklara vereceği yanıtın çok uzun süreli olacağını göstermektedir. Bu anlamda İsrail, Türkiye'yi kaybettiği zaman bir daha asla kazanamayacağını hesap etmek zorundadır.
İsrail'in şımarık ve ani tepkiye dayanan diplomatik girişimleri, çağdaş bir ülkenin dış politikası olarak görülemez. Arkasındaki küresel güçlere dayanarak atacağı her adımın sonunda, arkasında bu güçleri bulamayabileceğini hesap etmek durumundadır. İsrail, 21. yüzyılda ülkelerin dostları ve düşmanları değil, çıkarları olduğunu unutmamalıdır. Bunun da ötesinde, İsrail'in Türkiye'ye karşı takındığı gergin ve saldırgan tavrın kaynağı, bugüne kadar kendisini şımartan ve hala İsrail'in güvendiği "geçmişteki" stratejik ortağı ABD'dir. ABD, kendi hazırladığı Orta Doğu planlarında başarısızlığa uğramak uğruna İsrail'in nazını çekecek bir ülke değildir. Zaman, bu tespitlerimizin ne kadar doğru olduğunu gösterecektir.
Sonuç olarak, İsrail'in fevri ve şımarık diplomasisi, her şeyden önce İsrail devleti ve halkına zarar verecektir. Bu önemli konuda İsrail diplomasisini uyarmak istiyorum